CategoriesGenel

Evde Saçkıran (Alopesi Areata) Tedavisi Nasıl Yapılır?

Saçkıran, bağışıklık sisteminin saç foliküllerine saldırması sonucu saç kaybına neden olan bir deri hastalığıdır. Alopesi Areata olarak da bilinen bu hastalık, genellikle kafa derisi üzerinde yuvarlak veya oval şekillerde saç dökülmelerine yol açabilir. Neyse ki, çeşitli tedavi seçenekleri mevcuttur ve bu hastalıkla mücadele eden kişilerin saç dökülmesini önleyebilir veya saçlarını geri kazanmalarına yardımcı olabilir.

Evde Saçkıran (Alopesi Areata) Nasıl Geçer?

Evde saçkıran tedavisi, saç dökülmesini önlemek veya saç büyümesini teşvik etmek için kullanılabilecek bir dizi doğal tedavi yöntemini içerir. Bu yöntemlerden bazıları arasında, saç derisine masaj yapmak, saç derisi için özel olarak formüle edilmiş doğal yağları kullanmak, düzenli olarak B vitamini takviyesi almak ve yeterli miktarda protein ve demir içeren bir diyet uygulamak yer alır. Doğal saçkıran tedavisi için kullanılan ve evde uygulanabilecek diğer yöntemler arasında hintyağı, sarımsak ve soğan suyu gibi bileşenlerin kullanımı da yer alabilir.

Sarımsak Saçkırana (Alopesi Areata) İyi Gelir Mi?

Saçkıran sarımsak tedavisi ile de çözülebilir. Bu tarz tedavi için kullanılan doğal bir çözümdür. Sarımsağın saç dökülmesi sorununu çözmedeki etkinliği, içerdiği yüksek miktarda sülfür ve antioksidanlar ile açıklanabilir. Sarımsak, saç derisini besleyerek, kan dolaşımını artırarak ve saç foliküllerinin uyarılmasına yardımcı olarak saç büyümesini teşvik edebilir. Ayrıca, sarımsak antimikrobiyal özelliklere sahiptir ve saç derisindeki enfeksiyonları önleyebilir. Bununla birlikte sarımsak, saçkıran hastalığını tamamen tedavi etmek için yeterli değildir. Ancak, sarımsak yağı veya sarımsak suyu gibi doğal sarımsak bileşenlerinin tedaviye yardımcı olabileceği ve saçların sağlıklı bir şekilde büyümesine katkıda bulunabileceği düşünülür.

Sarımsak Saçkıran Tedavisinde Nasıl Uygulanır?

Saçkıran için tedavi sırasında sarımsak kullanılabilir. Sarımsak yağı, sarımsak suyu veya doğranmış sarımsak kullanarak tedavi yöntemleri mevcuttur. Sarımsak yağı, saç derisine doğrudan uygulanabilir veya birkaç damla şampuan veya saç kremi ile karıştırılarak kullanılabilir. Sarımsak suyu, saç derisine uygulanarak hafifçe masaj yapılır ve yaklaşık 20-30 dakika bekletilir. Daha sonra saçlar ılık suyla yıkanabilir. Doğranmış sarımsak ise, saç derisine doğrudan uygulanabilir veya saf zeytinyağı ile karıştırılarak saç derisine masaj yapılır ve yaklaşık bir saat bekletilir. Bu tedavi yöntemleri haftada birkaç kez uygulanabilir.

Saçkıran (Alopesi Areata) Hastalığında Aloe Vera İyi Gelir Mi?

Saçkıran tedavisinde farklı bitkiler kullanılabilir. Saçkıran aloe vera desteği ile de atlatılabilir. Aloe vera, anti-inflamatuar ve antibakteriyel özellikleri ile bilinir ve saç derisindeki enfeksiyonların önlenmesine yardımcı olabilir. Ayrıca, saç derisini nemlendirerek saçların daha sağlıklı büyümesine katkıda bulunabilir. Aloe vera, tedavide doğrudan saç derisine uygulanarak kullanılabilir. Aloe vera yapraklarından elde edilen jeli, saç derisine uygulanarak masaj yapılabilir ve yaklaşık 20-30 dakika bekletilebilir. Daha sonra saçlar ılık suyla yıkanabilir.

Aloe Vera Saçkıran Tedavisinde Nasıl Uygulanır?

Aloe vera, saçkıran tedavisinde kullanılabilecek doğal bir bitkidir ve farklı şekillerde uygulanabilir. Aloe vera yaprağından elde edilen jel, saç derisine doğrudan uygulanarak kullanılabilir. Aloe vera jeli, saç derisindeki enfeksiyonları önlemeye yardımcı olabilir ve saç derisini nemlendirerek saçların daha sağlıklı büyümesine katkıda bulunabilir. Aloe vera jeli, saç derisine uygulandıktan sonra hafifçe masaj yapılır ve yaklaşık 20-30 dakika bekletilir. Daha sonra saçlar ılık suyla yıkanabilir. Aloe vera yaprağından elde edilen jel, saf formuyla da saç derisine uygulanabilir veya şampuan veya saç kremi ile karıştırılarak kullanılabilir. Aloe vera kullanımı, haftada birkaç kez uygulanabilir.

Saçkıran Hastalığı (Alopesi Areata) Çocuklarda Da Görülür Mü?

Saçkıran hastalığı (Alopesi Areata), her yaşta görülebilen bir otoimmün hastalıktır ve çocuklarda da görülebilir. Hastalık, vücudun kendi saç köklerine saldırması sonucu saç dökülmesine neden olur. Saç dökülmeleri genellikle yuvarlak veya oval şekillerde olur ve saçsız bölgelerin sınırında kırılmış saçlar görülebilir. Hastalık genellikle belirli bir neden olmaksızın ortaya çıkar, ancak bazen stres, enfeksiyonlar veya diğer hastalıklarla ilişkilendirilebilir. Çocuklar genellikle yetişkinlerden daha fazla risk altındadır, ancak hastalık nadirdir ve çoğu çocukta saç yeniden büyür. Saçkıran hastalığının tedavisi için birçok seçenek mevcuttur, ancak her durum farklıdır ve en uygun tedavi yöntemi bireysel olarak belirlenmelidir.

Çocuklarda ve Bebeklerde Saçkıran (Alopesi Areata) Nasıl Geçer?

Saçkıran hastalığı (Alopesi Areata), çocuklar için oldukça endişe verici bir durum olabilir ancak çoğu çocukta saçlar zamanla yeniden çıkar. Tedaviye ihtiyaç duyulduğunda, tedavi seçenekleri arasında kortikosteroidler, immünomodülatörler, topikal minoksidil ve deri grefti gibi yöntemler yer alır. Bu tedavilerin etkinliği bireysel olarak değişebilir ve doktorunuzun tedavi seçenekleri hakkında tavsiyeleri, tedavi planını belirlemeye yardımcı olabilir. Ek olarak, stresin hastalığa neden olabileceği düşünüldüğünden, çocukların stresten korunması ve rahatlatıcı aktivitelere yönlendirilmesi de önemlidir. Genel olarak, çocuklarda ve bebeklerde saçkıran hastalığı tedavi edilebilir bir durumdur ve çoğu çocukta saçlar zamanla yeniden çıkar.

Saçkıran (Alopesi Areata) Hastalığının Geçtiği Nasıl Anlaşılır?

Saçkıran (Alopesi Areata) hastalığının geçtiği, saçların yeniden çıkması ile anlaşılır. Saçkıran hastalığı kendiliğinden iyileşebilir ve çoğu insanın saçları zamanla yeniden çıkar. Ancak iyileşme süreci bireysel olarak değişiklik gösterebilir.

Evde Saçkıran (Alopesi Areata) Tedavi Yöntemleri Başarılı Olmazsa Ne Yapılmalıdır?

Evde uygulanan saçkıran tedavi yöntemleri başarılı olmazsa, mutlaka dermatoloji alanında uzman bir hekime başvurulmalıdır. Bu hastalığın tedavisi, hastalığı geçiren kişinin durumuna göre farklılık gösterebilir. Kişinin yaşı ve genel sağlık durumu da tedavi sürecinde önemlidir. Dermatologlar, kortikosteroidler, immünomodülatörler, topikal minoksidil, deri grefti gibi yöntemleri kullanarak bu hastalığın tedavisini yönetirler. Ayrıca, hastanın sağlık durumuna göre, bazı ilaçların kullanımı gerekebilir.

Evde sağlık çözümü kapsamında evde doktor hizmetini kullanıp, dermatoloji muayenesi ve sonrasında sürecin uzman dermatolog tarafından takip edilmesi ile tedavinizin planlanmasını sağlayabilirsiniz.

CategoriesGenel

Evde Uyuz Tedavisi Nasıl Yapılır?

Uyuz, ciltte kaşıntıya neden olan bir parazit kaynaklı bir hastalıktır ve tedavi edilmediği takdirde yayılabilir. Bu hastalık, evlerde ve toplu yaşam alanlarında kolayca bulaşabilir ve etkilenen kişilerde büyük rahatsızlıklara yol açabilir. Evde uyuz tedavisi için çeşitli yöntemler mevcuttur ve erken teşhis ve tedavi, hastalığın kontrol altına alınmasında önemlidir.

Evde Uyuz Nasıl Geçer?

Uyuz, cildin üst tabakasına yerleşen parazitlerin neden olduğu kaşıntılı bir döküntüdür. Uyuz, birçok kişi tarafından utanç verici bir durum olarak algılanabilir ve çoğu zaman hastalar uygun tedaviye erişmekten çekinebilir. Evde uyuz tedavisi için birçok doğal yöntem mevcuttur. İlk adım, etkilenen kişinin temizliğini sağlamaktır. Hastanın yatağı, çarşafları, kıyafetleri ve diğer kişisel eşyaları yüksek sıcaklıkta yıkanmalı ve kurutulmalıdır. Bu yöntem, parazitlerin öldürülmesine ve bulaş riskinin azaltılmasına yardımcı olur. Ayrıca, uyuz kaşıntısını hafifletmek için birçok doğal uyuz tedavisi yöntemi vardır. Örneğin, aloe vera, lavanta yağı, çay ağacı yağı ve neem yaprakları ciltteki kaşıntıyı azaltmaya yardımcı olabilir. Bu doğal ürünler, kaşıntılı ciltteki parazitleri öldürmek için kullanılabilen antiparazit özellikler içerebilir. Bununla birlikte, evde uyuz tedavisi sırasında, uzman bir dermatolog hekimin yardımı gerekebilir. Uzman bir doktor, uygun bir ilaç tedavisi reçete edebilir ve cildin daha hızlı iyileşmesini sağlayabilir. En etkili uyuz ilacı, krem veya losyon şeklinde olabilir ve cildin hassasiyetine ve uyuzun şiddetine göre değişebilir. Sonuç olarak, evde uyuz tedavisi mümkün olmakla birlikte, bu konuda uzman bir doktorun önerilerine uyulması önemlidir. Cildin sağlıklı kalması için temizlik, hijyen ve doğru tedavi yöntemleri kullanılmalıdır. Ayrıca, hastalığın yayılmasını önlemek için hijyenik koşullara dikkat etmek ve uyuzun belirtilerini gösteren kişilerle teması sınırlandırmak da önemlidir.

Sirke Kullanımı Uyuza İyi Gelir Mi?

Uyuzun tedavisinde birçok doğal yöntem kullanılır. Bunlardan biri de sirke kullanımıdır. Sirke, asetik asit içeren doğal bir asitik sıvıdır. Sirke, uyuzun neden olduğu kaşıntılı cilt döküntüsünün tedavisinde doğal bir çare olarak kullanılabilir. Sirke, uyuz parazitlerinin yok edilmesine yardımcı olabilen asetik asit içerir. Sirke, uyuz parazitlerinin cildin yüzeyinde ve yüzey altında bulunduğu yerlere nüfuz edebilir ve parazitleri öldürür. Sirke kullanarak evde uyuz tedavisi yapmak için, bir bardak sirkeyi bir kaba dökün ve aynı miktarda su ile karıştırın. Karışımı temiz bir bezle etkilenen bölgeye uygulayın. Karışımı cildinizde en az 15 dakika boyunca bekletin ve ardından ılık su ile durulayın. Bu işlemi günde iki kez tekrarlayabilirsiniz. Ancak, uyuz tedavisinde sirke kullanımı ile ilgili bazı yan etkiler de göz önünde bulundurulmalıdır. Sirke, cildi tahriş edebilir ve hatta cildin yanmasına neden olabilir. Bu nedenle, sirke tedavisi için kullanılan karışımın yeterince seyreltilmiş olması önemlidir. Ayrıca, sirke tedavisinden sonra cildin nemlendirilmesi de gereklidir.

Uyuz Tedavisinde Sirke Kullanımı Kesin Çözüm Müdür?

Sirke, uyuz tedavisinde doğal bir yöntem olarak kabul edilir. Uyuz tedavisinde kullanılan sirke, genellikle elma sirkesi olup, birçok insanın evinde bulunabilir. Sirke, cildin pH dengesini düzenleyerek ve uyuz parazitlerini öldürerek cildin iyileşmesine yardımcı olur. Bununla birlikte, sirke kullanımının uyuz tedavisinde kesin bir çözüm olduğu iddiası doğru değildir. Sirke kullanımı, uyuzun neden olduğu belirtileri hafifletmek için geçici bir çözüm olarak kabul edilir. Sirke, uyuz parazitlerinin öldürülmesine yardımcı olsa da, sirke tek başına uyuz tedavisinde yeterli değildir. Bu nedenle, sirke tedavisinin etkinliği birçok faktöre bağlıdır ve herhangi bir yan etki veya reaksiyon durumunda bir dermatoloğa danışılması önerilir. Uyuz tedavisi için en etkili yöntem, bir doktorun reçete ettiği ilaçlarla tedavi edilmektir. Bu ilaçlar uyuz parazitlerini öldürür ve cildin yeniden sağlıklı bir hal almasına yardımcı olur. Sirke kullanımı, uyuz belirtilerini hafifletmek için ek bir tedavi yöntemi olarak kullanılabilir. Ancak, sirke tedavisi yalnızca doktorun önerdiği tedaviye ek bir destek olarak kullanılmalıdır.

Uyuz Tedavisinde Beyaz Sirke Nasıl Kullanılır?

Uyuz, özellikle enfekte insanlarla temas yoluyla bulaşabilen ve şiddetli kaşıntı, ciltte döküntü ve kızarıklık gibi semptomlara neden olan bir cilt hastalığıdır. Uyuzun tedavisi için birçok farklı yöntem mevcuttur, ancak beyaz sirke kullanımı son zamanlarda popüler bir seçenek haline gelmiştir. Beyaz sirke, yüksek asit içeriği sayesinde uyuzun tedavisinde etkili olabilir. Aşağıda, uyuz tedavisinde beyaz sirkenin nasıl kullanılacağı hakkında bazı ipuçları verilmiştir:

  • İlk olarak, uyuzun olduğu bölgeyi temizlemelisiniz. Bu, cildinizi uyuzdan arındırmak için önemlidir ve ayrıca sirke uygulamasının daha etkili olmasını sağlar.
  • Bir kapta, beyaz sirke ve suyu 1:1 oranında karıştırıp, bu karışımı, bir pamuklu çubuk yardımıyla enfekte bölgeye uygulamalısınız.
  • Enfekte bölgeyi kaplayacak kadar pamuklu çubukları kullanın ve uygulamadan önce çubukları iyice sıkmalısınız. Aşırı nemli bir pamuklu çubuk, cildinizin tahriş olmasına neden olabilir.
  • Uygulamadan sonra, 30 dakika kadar bekleyip ardından karışımı ılık suyla durulamalısınız.
  • Bu işlemi günde iki kez yapın ve yaklaşık bir hafta boyunca devam etmelisiniz.

Beyaz sirke uyuz tedavisinde kullanılabilen bir seçenek olsa da, bazı insanların cildinde tahrişe veya alerjik reaksiyonlara neden olabilir. Bu nedenle, sirke kullanmadan önce cildinizin bir bölgesinde deneme yapmanız önerilir. Ayrıca, tedavi süresince cildinizde herhangi bir olumsuz reaksiyon fark ederseniz, hemen doktorunuza danışabilirsiniz.

Uyuz Tedavisinde Elma Sirkesi Nasıl Kullanılır?

Elma sirkesi, antimikrobiyal özellikleri sayesinde uyuz parazitlerini öldürmeye yardımcı olabilir. Bununla birlikte, uyuz tedavisinde elma sirkesi kullanmadan önce bir dermatolog veya sağlık uzmanı ile görüşmek önemlidir. Elma sirkesi uygulamak için, bir pamuklu çubuğu veya pamuklu bir bezi elma sirkesine batırarak uyuz lezyonlarına uygulayabilirsiniz. Sirke, uyuz parazitlerinin ölmesine yardımcı olacak ve kaşıntıyı hafifletecektir. Ancak, elma sirkesi cildi kurutabilir, bu nedenle sadece uyuz lezyonlarına uygulanmalı ve sağlıklı cilt alanlarından kaçınılmalıdır. Elma sirkesi uyuz tedavisinde kullanılabilir, ancak bu yöntemin diğer tedavi seçenekleri ile birlikte kullanılması daha etkili olabilir. Uyuz tedavisi için dermatoloğunuzun önerdiği ilaçları kullanmak, cildi nemlendirmek ve temizlemek de çok önemlidir. Ayrıca, enfeksiyonun yayılmasını önlemek için yataklar, giysiler ve diğer kişisel eşyalar sık sık yıkanmalıdır.

Uyuz Şampuanı Kullanımı

Uyuz hastalığı tedavisi için evde uygulayabileceğiniz bir diğer tedavi yöntemi de uyuz hastalığına iyi gelen şampuan kullanımıdır. Bu şampuanlar, uyuzun neden olduğu kaşıntı, kızarıklık ve döküntüleri azaltmaya yardımcı olur. Uyuz şampuanı, içerisinde uyuz tedavisinde kullanılan özel bir bileşen olan permetrin barındırır. Bu bileşen, uyuzun neden olduğu kaşıntı ve döküntüleri azaltır. Ayrıca uyuz şampuanları, uyuzlu böceklerin ölmesine ve tedavinin daha hızlı sonuçlanmasına yardımcı olur. Uyuz şampuanlarının kullanımı oldukça basittir. İlk olarak, etkilenen bölgeleri temizleyip kurulamanız gerekir. Daha sonra, uyuz şampuanını etkilenen bölgelere uygulayıp en az 10-15 dakika bekletmelisiniz. Ardından, şampuanı iyice durulayıp kurulamalısınız. Bu işlem haftada bir veya uzman hekimin önerdiği sıklıkta tekrarlanmalıdır.

Uyuz Hastalığı İçin Tuz Tedavisi

Tuz tedavisi, uyuz hastalığının alternatif bir tedavi yöntemidir ve bazı insanlar tarafından tercih edilir. Tuz tedavisi, uyuz parazitlerinin öldürülmesine yardımcı olan bir yöntemdir. Bu yöntemde, tuzlu suyun uyuzlu bölgeye uygulanması gerekmektedir. İlk adım, ılık suyun içine tuz eklemektir. Karışım iyice karıştırıldıktan sonra, uyuzlu bölgeye uygulanabilir. Bölge, 20 dakika boyunca tuzlu suyla ıslatılmalıdır. Daha sonra, bölge temiz suyla yıkanarak durulanır. Bu işlem birkaç gün boyunca tekrarlanabilir. Tuz tedavisi, uyuz böceğinin öldürülmesine yardımcı olsa da, bu yöntemin etkililiği bilimsel olarak kanıtlanmamıştır. Ayrıca, bazı insanlar tuz tedavisinin yan etkileri yaşayabilirler. Özellikle, tuzlu su cildi kurutabilir ve kaşıntıyı daha da kötüleştirebilir.

Uyuz Tedavisinde Çay Ağacı Yağı Tedavisi

Çay ağacı yağı, antiseptik özellikleri sayesinde cilt enfeksiyonlarına karşı etkilidir. Uyuz hastalığına bitkisel çözüm olarak da bilinen çay ağacı yağı kullanımı, akarları öldürmeye yardımcı olur ve kaşıntıyı azaltır. Çay ağacı yağı, genellikle diğer yağlarla karıştırılarak kullanılır. İki ya da üç damla çay ağacı yağı, bir çay kaşığı zeytinyağı veya badem yağı ile karıştırılabilir. Bu karışım, enfekte olan bölgeye uygulanır ve masaj yapılır.

İşlemi günde iki kez tekrarlamak, uyuzun tedavisinde etkili olabilir. Çay ağacı yağı, cilt hassasiyeti olan kişilerde yan etkilere neden olabilir. Bu nedenle, özellikle ilk kullanımdan önce cildin küçük bir bölgesinde test edilmelidir. Eğer kızarıklık, şişlik, kaşıntı veya yanma gibi reaksiyonlar görülürse, çay ağacı yağı tedavisi durdurulmalıdır.

Kolonya Uyuza İyi Gelir Mi?

Kolonya içerisindeki etil alkol, antibakteriyel özellikleri ile cildi temizleyebilir ve uyuz hastalığına sebep olan sarcoptes scabiei adlı parazitlerin öldürülmesine yardımcı olabilir. Ancak kolonya kullanımı tek başına uyuz tedavisinde yeterli olmayabilir. Kolonyanın uyuz tedavisinde kullanımı için, temiz bir pamuklu bezi kolonya ile ıslatıp, uyuzlu olan bölgelerin üzerine hafifçe sürmek gereklidir. Bu işlem cildi temizleyerek parazitlerin ölmesine yardımcı olabilir. Ancak, uyuz tedavisi için doktor tavsiyesi almak önemlidir ve sadece kolonya kullanımı uygun görülürse kullanılmalıdır.

Uyuz Hastalığı Evde Kendiliğinden Geçer Mi?

Uyuz tedavisi, hastalığın ciddiyetine ve kişinin bağışıklık sistemi durumuna bağlı olarak değişebilir. Ancak, bazı insanlar uyuzun kendiliğinden geçeceğine inanırlar. Uyuz hastalığı kendiliğinden geçmez ve mutlaka tedavi edilmelidir. Uyuz hastalığı olan bir kişi, hastalığı bir başkasına bulaştırmamak için izolasyona alınmalı ve derhal tedaviye başlamalıdır. Uyuzun kendiliğinden geçmediği için, tedavi edilmeden önce semptomlar giderek kötüleşebilir. Kaşıntı şiddetlenebilir ve daha fazla döküntü görülebilir. Uyuz hastalığı kendiliğinden geçmez ve tedavi edilmeden semptomlar kötüleşebilir. Dolayısıyla, bir kişi uyuz semptomlarından şüphelenirse hemen bir sağlık uzmanına başvurmalıdır. Uyuz tedavisi, genellikle etkili ve kolaydır ve hastalığın ciddi sonuçlarını önlemek için erken teşhis ve tedavi önemlidir.

Evde Uyuz Hastalığının Geçtiği Nasıl Anlaşılır?

Uyuz hastalığı oldukça bulaşıcı bir cilt rahatsızlığıdır ve enfekte kişilerin yakın temastan kaçınmaları gerekir. Tedavi edilmediğinde, semptomlar devam eder ve enfeksiyon kolayca yayılabilir. Ancak, uyuz tedavisi uygulandıktan sonra semptomlar hızla azalmalı ve enfeksiyon yayılmamalıdır. Uyuzun en belirgin semptomlarından biri kaşıntıdır. Tedavi sonrası kaşıntı azalmalı ve sonunda yok olmalıdır. Evde uyuz hastalığının geçtiğini belirten bu işaretlerden biri de ciltteki döküntülerin zamanla azalmasıdır. Uyuz tedavisi sonrası semptomların kaybolması ortalama 2-3 hafta sürer. Tedaviden sonra, ciltteki döküntüler hafifleyecektir. Doktorunuz uyuz tedavisi sonrası size tekrar muayene yapacaktır. Muayene sonrası doktorunuz ciltteki semptomların tamamen ortadan kalktığını söylerse, uyuz hastalığının geçtiğini anlayabilirsiniz.

Evde uygulanan uyuz tedavisi yöntemleri genellikle başarılı olur, ancak bazı durumlarda tedavi yetersiz kalabilir. Bu durumda, yapılması gereken birkaç şey vardır. İlk olarak, özellikle belirtiler devam ediyorsa, bir sağlık uzmanına danışmak önemlidir. Bunun için evde doktor hizmetini kullanarak, uzmanın size etkili bir tedavi planı önermesini sağlayabilir ve hastalığın yayılmasını önlemek için gerekli tedbirleri birlikte alabilirsiniz. İkinci olarak, uyuzun yayılmasını önlemek için temizlik ve hijyen kurallarına özen göstermek gerekmektedir. Hastanın kullandığı tüm giysiler, çarşaf, yastık kılıfı, havlu vb. eşyalar sıcak su ve deterjanla yıkanmalıdır. Ayrıca, eşyaların ütülenmesi de önerilir. Hastalığın yayılmasını önlemek için aynı evi paylaşan kişiler de uyuz tedavisi görmelidir. Son olarak, uyuz tedavisinde evde kullanılan yöntemlerin başarısız olması durumunda, daha güçlü ilaçlar ve tedavi seçenekleri de mevcuttur. Bu nedenle, hastalığın yayılmasını önlemek ve daha etkili bir tedavi planı için bir sağlık uzmanıyla iletişim kurmak önemlidir.

CategoriesGenel

Magnezyum Eksikliği Nedir, Nasıl Önlenir

Vücudun yaşamsal fonksiyonlarını sürdürebilmesi için gerekli bir mineral olan magnezyum, kimyasal olarak alkali toprak metallerin sınıfında yer alan bir elementtir. İnsan vücudunda oldukça önemli olan 11 mineralden biri olan element; kas hareketlerine, protein oluşumuna, enerji üretimine, gen bakımına ve sinir sisteminin düzelmesine yardımcı olur. İnsan vücudundan en çok bulunan 4. katyon olan magnezyum, hücrelerin çalışabilmesi için gereklidir. Vücuttaki magnezyumun yaklaşık %60’ı kemikte bulunur. Geri kalan miktar ise kaslarda, yumuşak dokularda ve sıvılarda bulunur. Hücrelerin büyümesi ve yenilenmesi sürecinde önemli bir rol oynayan element, enzimlerin çalışabilmesi için gerekli bir mineraldir. İnsan vücudu kendisi üretemediğinde besin ya da ilaç yoluyla yeterdi dozda alması gerekir. Aksi takdirde magnezyum eksikliği duygu bozuklukları, migren, kalp hastalığı, tip 2 diyabet gibi pek çok sağlık sorununa neden olabilir.

Magnezyum Eksikliği Nedir, Nasıl Önlenir?

İnsan vücudunun sağlığı için gereksinim duyduğu miktarda magnezyuma sahip olmaması olarak tanımlanan magnezyum eksikliği, hipomagnezemi olarak da bilinir. Kas ve kemikler için oldukça önemli olan element, vücutta eksik olduğunda pek çok soruna yol açabilir. Magnezyum eksikliğinin sebepleri değişebilir. Dengesiz ve düzensiz beslenme en önemli neden olduğu gibi böbrek çalışmasında aksama da nedenler arasında yer alır. Eksikliği durumunda sağlık sorunlarının ilerlememesi için kısa sürede teşhis konulmalıdır. Hipomagnezemi tanısı için uzman bir hekim gözetiminde kan testi ya da idrar testinin yapılması gerekir. Klinik bulgular doğrultusunda yapılan testler ile değeri belirlenir. Ortaya çıkan sonuçlar doğrultusunda kişilerin tedavi alması önem taşır.

Magnezyum Eksikliğine Neden Olan Faktörler

Magnezyum eksikliğinin nedenleri şu şekilde sıralanabilir:

  • Kronik ishal,
  • Böbrek ve karaciğer hastalıkları,
  • Aşırı terleme,
  • Yetersiz beslenme,
  • Kullanılan ilaç nedeniyle azalma
  • Sık ve aşırı adet,
  • Çeşitli bağırsak parazitleri,
  • Uzun süreli ya da yoğun stres altında olma,
  • Sigara tüketimi,
  • İdrar söktürücü başta olmak üzere çeşitli ilaçların fazla kullanılması,
  • Yaşlılık,
  • Aşırı kahve, tuz ve soğuk içecek tüketimi,
  • Crohn hastalığı,
  • Çölyak hastalığı.

Magnezyum Eksikliği Belirtileri Nelerdir?

Magnezyum eksikliğinin belirtileri fizyolojik, psikolojik ve biyolojik olarak üçe ayrılır.

  • Fizyolojik belirtiler; mide ve bağırsaklarda kramplar meydana gelmesi, kas spazmı, kalp çarpıntısı, kusma, kabızlık, saç dökülmesi ve kardiyak aritmiler olarak sıralanabilir.
  • Psikolojik belirtileri ise sinirlilik, unutkanlık, konsantrasyon bozukluğu, stresle baş edememe hali, uyuşukluk hali, öğrenme güçlüğü, çocuklarda hiperaktivite, dikkat dağınıklığı, depresyon ve çocuklarda dikkat eksikliği olarak sıralanabilir.
  • Biyolojik belirtileri arasında ise oksidatif stresi, insülin direncinin artması, yaşlanma belirtilerinde belirginlik, serotonin hormonu eksikliği, tip 2 diyabet riskinin artması ve hücre aktivasyonunda azalmadır.

Magnezyum Eksikliğinin Yol Açtığı Sağlık Sorunları

Magnezyum eksikliğinin yol açtığı bazı sağlık sorunları vardır:

  • Huzursuz bacak sendromu,
  • Migren semptomlarında artış,
  • Kemik erimesi (Osteoporoz),
  • Hipertansiyon,
  • Kalp rahatsızlıkları,
  • Astım ataklarında şiddetlenme,
  • Tip 2 Diyabet,
  • Solunum rahatsızlıkları,
  • Depresyon,
  • Hipoglisemi

Magnezyum eksikliğinden dolayı bazı insanlar risk grubundadır. Öncelikle börek sorunları çeken kişiler bu risk gurubunda yer alır. İlerlemiş yaşta bulunanlar ve aşırı alkollü içki kullanan kişiler de risklidir. Bir diğer risk grubu ise Crohn hastalığı ya da sindirimi etkileyen rahatsızlığı olanlar, diyabet ve kanser için belli ilaçlar kullananlardır.

Magnezyum İçeren Besinler Nelerdir?

Bitkisel ve hayvansal kaynaklı besinlerde, yetişkin bir bireyin gereksinim duyduğu miktar, cinsiyete ve yaşa bağlı olarak değişkenlik gösterir. Genel olarak ihtiyaç 31 ile 420 miligram arasında seyreder. Balık, et, tavuk, yağlı tohumlar, koyu yeşil yapraklı sebzeler, tahıllar ve kabuklu kuruyemiş gibi besinler magnezyum minareli açısından oldukça zengindir. Magnezyum içeriği yüksek doğal besinleri günlük beslenme rutininize ekleyebilirsiniz:

  • Kuruyemişler: Brezilya fıstığı, kaju fıstığı, badem, fındık, fıstık ve ceviz tercih edilebilir.
  • Yağlı balıklar: Pisi balığı, uskumru ve somon da dahil olmak üzere pek çok balık türü yüksek miktarda içerir.
  • Baklagiller: Yeşil mercimek, nohut ve kuru fasulye.
  • Tohumlar: Chia, bal kabağı ve keten tohumları dahil olmak üzere tohumların pek çoğu magnezyum minerali açısından oldukça zengindir.
  • Muz: 37 mg magnezyum içeren muz, kan basıncını düşürebilmesi, kalp rahatsızlığı riskinin azalmasıyla bağlantılı yüksek potasyum içermesinin yanı sıra magnezyum açısından da oldukça zengindir.
  • Tofu: Yüksek protein içeren tofu, soya peyniri olarak bilinir. Vejetaryen diyetlerde temel besini olan tofu, insan vücudunun günlük magnezyum gereksiniminin yüzde %13’ünü karşılar.
  • Avokado: Lif kaynağı, K vitamini ve B vitaminleri bakımından zengin olan avokado, 58 mg magnezyum içerir.
  • Yapraklı yeşiller: Semizotu, roka, maydanoz, lahana, şalgam, karalahana ve ıspanak ve hardal yeşillikleri önemli miktarda magnezyum içerir.
  • Tam tahıllar: Kuru buğday gibi tahıllar.
  • Kuru üzüm.

Magnezyum Eksikliği Nasıl Tedavi Edilir?

Magnezyum eksikliği diğer pek çok rahatsızlık gibi tedavi edilebilir. Eksikliğin tedavi süreci şiddetine ve türüne göre değişkenlik gösterir. Tedavi için ilk olarak hipomagnezeminin uzman bir doktor tarafından teşhis edilmesi gerekir. Hipomagnezeminin tedavisinde multi-vitaminler ve ilaçlar kullanılır. Bunun yanında doktor tarafından önerilen özel ilaçlar da düzenli olarak tüketilebilir. Uzman hekim tavsiyesi kullanılan magnezyum takviyesinin dozu önemlidir. Eksiklik durumunun giderilmesinde doz aşımı yapılmamalıdır.

Herkesin sahip olduğu seviye aynı değildir. Bu sebeple bir başkasına verilen ilaçların kullanılmaması gerekir. Magnezyum eksikliğinin çok yüksek seyrettiği durumlarda ise damar yoluyla takviye yapılabilir. Tedavi sürecinin doğal yöntemleri arasında ise sigara ve alkolü bırakmak, beslenme disiplinine uymak gerekir. Magnezyum açısından zengin besinleri dengeli bir şekilde beslenme rutinine dahil etmek de tedavi süreci açısından oldukça önemlidir. Ancak bu tarz müdahaleler için öncelikle uzman doktordan onay almak gerekebilir. Uzmanlar tarafından yapılan testler sonucunda eksiklik durumunun tespit edilmesi ve bünyenizin ihtiyacı olan takviyenin yapılması gerekir.

CategoriesGenel

Hamilelikte Kilo Alımı Süreci

Hamilelikte yeterli kilo alımı, hem anne adayının sağlıklı bir gebelik süreci geçirmesi hem de sağlıklı bir bebek gelişimi için önemlidir. Anne adayının boyu ve kilosunun oranına göre alması gereken ideal kilo aralığı değişir. Vücut kitle indeksine bağlı olarak anne adayının alması gereken kilo aralığı belirtilir. Bu aralığın altında kilo alma yani yetersiz beslenme sonucu bebek yeterince gelişemeyebilir. Tam tersi bir şekilde ideal aralığın üzerinde kilo alınması da bebekte ve annede çeşitli hastalık risklerini artırır. Gebeliğin ilk haftalarında bulantı ve kusmadan kaynaklı çoğu anne adayında kilo kaybı olabilir. İlk haftalarda bebeğin çok fazla besine ihtiyacı olmadığı için bu süreç kritik değildir. Ancak ilerleyen dönemlerde yeterli kilo alınmaz ise bebeğin yetersiz beslenmesi söz konusu olabilir. Yetersiz beslenen anne adayları düşük ya da erken doğum riskleri taşıyabilir.

Hamilelikte Ne Kadar Kilo Alınmalı?

Vücut kitle indeksi normal olan kadınlar için gebelikte ideal olan toplamda 11 ile 13 kilo arasında almaktır. Anne adayının yeterince kilo almaması, yani 9 kilo altında kilo alımı gebelikte bebeğin gelişim geriliği riski taşıması anlamına gelebilir. Benzer şeklide 15 kilo üstünde kilo alınması da gebelik zehirlenmesi, gebelik tansiyonu veya gebelik şekeri riskini artırır. Bu nedenle ideal olan kilo aralığında hamilelikte kilo alımı son derece mühimdir. İdeal kilonun altında ya da üstünde kilo alıyorsanız doktorunuzla görüşmeniz gerekir.

İlk üç aylık sürede anne adayının fazla kilo almasına gerek yoktur. Eğer ideal kiloda hamileliğe başladıysanız, hamileliğinizin ilk aylarında 1 ile 1,5 kilo arasında almanız yeterlidir. Her gün fazladan 200 kalori alarak bir iki ayda kilo almanız mümkündür. Normalden biraz daha düşük bir kiloda hamile kaldıysanız hamileliğin ikinci ve üçüncü aylarında istikrarlı bir şekilde kilo almanız önerilir. Yani doğuma kadar aylık ortalama 1,4 ile 1,8 kilogram arasında kilo almanız gerekir. Normalin altında bir kiloda hamile kaldıysanız doktorunuzun size önerdiği diyet listesini takip ederek düzenli kilo alabilirsiniz.

Hamilelikte Kilo Takibi Nasıl Yapılır?

Hamilelikte kilo alımı süreci son derece kritik bir öneme sahiptir. Hem anne hem de bebeğin sağlıklı bir süreç geçirmesi için, gebelikte kilo alımı aylık ya da haftalık olarak takip edilmelidir. Genellikle ilk 3 ay içerisinde yaklaşık 1 kilo alınması yeterli görülürken sonraki aylarda aylık 1,5 kilo alınması gereklidir. Haftalık ölçümlerle takip edilmesi gereken kilo alımı, haftalık olarak 400 gramı aşmamalıdır. Karbonhidrat ve yağ dengesine dikkat edilmeli ve anne adayı kilo alımında aşırıya kaçmamalıdır. Protein, karbonhidrat ve yağ dengeli bir şekilde beslenmelidir. Aşırı yağlı beslenmek de zararlıdır. Fazla kilo alımı tespit edildiyse günlük yürüyüşlerle kalori harcaması yapılması önerilir

Çok Kilolu Ya Da Zayıf Kişilerde Hamilelikte Kilo Alımı

Hamileliğin başlarında çok zayıf olan anne adaylarının gebelik boyunca 12 ile 18 kilo arasında kilo alması normaldir. Çok zayıf kilolu kişiden kasıt 18 kilodan daha düşük vücut kitle indeksine sahip kişilerdir. Tam tersi hamilelik başında fazla kilolu olan anne adaylarının gebelik süresince 5 ile 9 kilo arasında kilo almaları yeterli olabilir. Fazla kiloludan kasıt obez kategorisinde gösterilen, vücut kütle indeksi 30 ve üzeri kişilerdir. Ancak vücut kitle indeksiniz normalin üzerinde yani 25 ile 29,9 arasında ise 7 ile 11 kilo arasında almanız idealdir. Öte yandan eğer ikiz veya daha fazla bebek taşıyorsanız daha fazla kilo almanız normaldir. Vücut kitle indeksi 18,5 ile 24,9 arasında bir anne adayı iseniz ortalama 17 ile 25 kilo arasında alabilirsiniz. Bu değer kaç çocuk taşıdığınıza bağlı olarak artabilir ya da azalabilir. Genel olarak, vücut kitle indeksiniz arttıkça almanız gereken kilo miktarı azalır.

Hamilelikte Kilo Alımı Nasıl Dağılır?

Hamilelikte kilo alımı süreci bebek için son derece önemlidir ancak tüm kilo bebeğe gitmez. 3 ile 3,6 kilo arasında bebek dünyaya getirmiş bir annenin aldığı kilo genel olarak şu şekilde dağılım gösterir:

  • Hamilelik boyunca irileşen göğüsler yaklaşık 1 kilogram alır.
  • Hamilelik boyunca büyüyen rahim yaklaşık olarak 1 kilogram alır.
  • Bebek yaklaşık 3 ile 3,6 kilogram arasında doğmuştur.
  • Amniyon sıvı yaklaşık 1 kilogramdır.
  • Plasenta yaklaşık olarak 0,7 kilogramdır.
  • Artan sıvı ve kan hacminin her biri 1,4 ile 1,8 kilogram arasındadır.
  • Vücut yaklaşık 2,7 ile 3,6 kilogram arasında yağ depolar.

Hamilelikte Sağlıklı Kilo Alımı İçin Neler Yenmeli?

Hamilelikte kilo alımı süreci bazı anne adayları için oldukça zorlayıcı olabilmektedir. Kilo alırken sağlığını kaybetmek ya da formunu bozmak istemeyen annelerin tüketebileceği bazı besinler şunlardır:

  • Makarna ya da beyaz ekmek yerine tam tahıllı ekmekleri tercih edebilirsiniz
  • Patates kızartması, hamburger, pizza gibi fast food ürünleri yerine az yağlı salata ya da zeytinli salataları seçebilirsiniz.
  • Bol unlu ya da şerbetli tatlılar yerine bol meyve ve hafif, sütlü tatlı tüketebilirsiniz.
  • Hazır meyve suları yerine evde hazırlanmış kalsiyum ve diğer besin ögeleriyle zenginleştirilmiş meyve sularını içebilirsiniz. Taze sıkılmış mandalina, portakal, greyfurt, kayısı suları önerilir. Ayrıca her meyve ve sebzeyi mevsiminde tüketmeniz ve GDO’lu gıdalardan kaçınmanız tavsiye edilir.
  • Hangi kiloda olursanız olun anne adayı iseniz her sabah kahvaltı yapmanız gereklidir. Ayrıca yemekler arasında yoğurt, kalsiyum, mineral, kuru meyveler tüketmelisiniz.
  • Her öğünde normalde yediğinizde fazla yemeye çaba gösterebilirsiniz.
  • Paketli gıda tüketimi azaltılmalı ve gerekli vitamin desteği yapılmalıdır. Hangi vitaminlere ihtiyacınız olduğunu doktorunuzla görüşerek, gerekli testler sonucunda öğrenebilirsiniz. Doktorunuz C vitamini gibi bazı vitaminleri almanız için reçete yazabilir ya da size diyet listesi hazırlayabilir veya bir diyetisyenle iş birliği yapabilir.
CategoriesGenel

Hamilelikte Kullanılan Vitaminler

Vücudun ihtiyaç duyduğu mineral ve vitaminleri almanın en doğru yolu sağlıklı beslenmektir. Diğer taraftan, bazen her ne kadar sağlıklı besleniyor olsanız bile oldukça önemli kimi besin ögelerinden mahrum kalabilirsiniz. Özellikle hamile olan ya da gebe kalmak için uğraşan kadınların vitamin takviyesi alması gerekli olabilir. Doğum öncesi vitaminler yetişkinler için üretilen standart vitaminlerden farklı olarak daha fazla demir ve folik asit içerir.

Hamilelikte Kullanılan Vitaminler Diğer Vitaminlerden Farklı Mıdır?

Hamilelikte vitamin takviyesi için tercih edilen vitaminler, diğer yetişkin vitaminlerine göre daha fazla folik asit ve demir içerir. Bu durumun birkaç nedeni vardır. Öncelikle folik asit, ciddi omurilik ve beyin anomalileri olan nöral tüp defektlerinin önlenmesine yardımcı olur. Demir ise bebeğin büyümesini ve gelişimini destekler. Aynı zamanda demir kansızlığı önlemeye yardımcı olur. Ayrıca, kimi araştırmalar doğum öncesi vitaminlerinin düşük riskini azalttığını ortaya koyar.

Mutlaka Kullanılması Gereken Vitaminler Neler?

Hamilelikte besinlerle alınması tavsiye edilen belli başlı vitaminler vardır. Hamilelikte vitamin takviyesi için üretilen ürünler, eczanelerden reçetesiz temin edilebilir. Anne adaylarının mutlaka kullanması gereken tek vitamin folik asittir. Folik asit kullanımına henüz hamile kalmadan, hamilelik planlanırken başlanması tavsiye edilir. Hamilelikten 3 ay önce başlanması önerilen folik asit, diğer vitaminlerden farklı olarak takviye de edilmelidir. Annenin ciddi bir vitamin eksikliği söz konusu değilse bahsi geçen diğer tüm vitaminler besinler yoluyla vücuda alınabilir. Ancak, annenin ve bebeğin folik asit ihtiyacı besinlerle karşılanamayacak kadar fazla olacağından folik asit takviyesi yapılmalıdır. Doktor önerisi doğrultusunda mümkünse hamile kalmadan önce folik asit kullanımına başlamak gerekir. Hamilelik bitene kadar folik asit tüketimine devam edilmelidir.

Folik Asit Ne Kadar Kullanılmalı?

İlacın marka ve içeriğine bağlı olarak günde kaç defa alınması gerektiği değişir. Hamilelikte vitamin ya da hamilelik öncesi vitamin takviyesi için uzman hekimin doz ve sıklık bilgilendirmesi yapması gerekir. Genellikle, günlük 0.4 mg folik asit alınması tavsiye edilmektedir. Fakat anne adayının öyküsü folik asit kullanımının tespitinde önemlidir. Eğer anne daha önce, anomalili bir bebek dünyaya getirdiyse ya da insülin ilaçları kullanıyorsa folik asit dozu doktor kontrolünde arttırılabilir.

Folik Asit Dışında Hamilelikte Vitamin Takviyeleri Nelerdir?

Demir: Hamilelikte kullanılan vitaminler arasında olmazsa olmazlardan biri de demirdir. Anneden bebeğe plasenta aracılığıyla devamlı demir akışı olur. Bu nedenle, zamanla annenin demir depoları bebeğin demir ihtiyacını karşılamakta yetersiz kalır. Böylece, annenin hemoglobin değeri düşmeye başlar. Sorunun çözümü için annenin demir takviyesi alması önemlidir. Alınması gerekli olan doz mutlaka anne adayının hekimi tarafından belirlenmelidir.

C vitamini: C vitamini kullanımı gebeler için oldukça önemlidir. C vitamini, amniyotik kesenin oluşumunu desteklerken bebeğin gelişimine yardımcı olur. Aynı zamanda C vitamini gebelik zehirlenmesini önlemede etkilidir. Hücreleri korur ve gelişimini destekler. En çok C vitamini içeren besinler arasında turunçgiller, kivi, biber, bezelye, çilek, üzüm, elma, muz, patates ve havuç gibi besinler vardır.

Kalsiyum: Annelerin kalsiyum içerikli gıdaları gebelik süresince çok fazla tüketmeleri gerekir. Yumurta, süt, yoğurt, peynir gibi kalsiyum içeren besinlerin sıklıkla tüketilmesine dikkat edilmelidir. Aksi bir durumda, bebeğin kalsiyum ihtiyacı annenin kalsiyum depolarından karşılanır. Bu nedenle, anne adayı kalsiyum eksikliğinin sonucu olarak dişini kaybedebilir ya da kemik erimesi gibi tedavisi zor hastalıklarla karşı karşıya kalabilir.

D vitamini: Güneşten alındığı halde, çoğu insanda D vitamini eksikliği vardır. Hamilelerde D vitamini eksikliğinin sezaryen, diyabet ya da gebelik zehirlenmesi gibi ciddi sonuçları olabilir. Bebekte ise iskelet gelişimi ve kemik sağlığını tehdit eder. Uzman hekimler tarafından her anne adayının D vitamini takviyesi alması genellikle önerilir.

Magnezyum: Bazı anne adaylarının hamilelik süresince magnezyum takviyesi alması gerekebilir. Kramp, kasılma gibi problemler yaşayan hamilelerde magnezyum eksikliği söz konusu olabilir. Doktor kontrolü eşliğinde alınması tavsiye edilen magnezyum, bebeğin diş ve kemik gelişimi için gereklidir.

Omega-3: Bilinen pek çok faydası olan Omega-3 hamilelik süresince hem anne hem de bebeği için de vazgeçilmezdir. Balık ve cevizde bolca bulunan Omega-3, hamilelerin doğum sonrası depresyona girme riskini büyük oranda azaltır. Gebelerin, Omega-3’ten mahrum kalmamaları için haftada iki porsiyon balık yemeleri önerilir. İçerisinde en fazla Omega-3 bulunan balık çeşidi somondur. Balık tüketmeyi sevmeyen annelerin Omega-3 takviyesi almaları gerekir.

A vitamini: A vitaminin hamilelikte doktor kontrolünde alınmasında fayda vardır. Aşırı miktarda tüketilen A vitamini, bebekte doğumsal anomali gibi ciddi problemlere yol açabilir.

B vitamini: Anne adaylarının alması gereken bir vitamin de suda çözündüğü için depolanamayan B vitaminidir. B vitamini yönünden zengin gıdaları tüketerek B vitamini alınabilir. B vitaminin B1, B,2, B3, B5, B6, B7, B9 ve B12 olmak üzere birçok türü vardır. Genel olarak B vitaminleri et, süt, balık, tahıl ürünleri ve yumurtada yer alır. Özellikle vegan ya da vejetaryen anneler, B12 yönünden riskli bir gruptadır. B12 genellikle büyükbaş hayvan karaciğeri, karides, yumurta ve kimi balıklarda bulunur. Bu nedenle et ağırlıklı beslenmeyen ya da hiç et tüketmeyen annelerin bu vitamini dışarıdan takviye etmeleri için doktorlarıyla görüşmeleri gerekir.

Çinko: Hamilelikte kullanılan vitaminler arasında çinko da yer alır. Çinko ile desteklenmiş tahıl, mısır, müsli gibi gevrekleri tüketmek fayda sağlayabilir.

İyot: Hem doğum öncesi hem de sonrasında bebek ve annenin sağlığı açısından iyot tüketimi önemlidir. İyot eksikliğinin zekâ geriliğine sebep olduğu araştırmalarla kanıtlanmıştır. Gebelikte annenin yeterli iyot alması için diğer tuzların yerine iyotlu tuz tüketmesi önerilir. Ayrıca doktorunuz tarafından söylenmedikçe tuz kısıtlaması yapmamanızda fayda var.

Hamilelikte Vitamin Kullanmaya Ne Zaman Başlanmalı?

Hamilelikte diğer vitaminlerin besin yoluyla vücuda alınması önerilir ancak folik asit ilaç olarak da kullanılır. Önerilen, gebe kalmadan yaklaşık 3 ay önce folik asit takviyesine başlamaktır. Gebelik sona erene kadar folik asit takviyesi almaya devam etmek gerekir. Yani, yaklaşık bir sene folik asit takviyesine devam etmek önerilir. Bu nedenle, eğer hamilelik planlayan biriyseniz folik asit takviyesi almaya doktor kontrolünde başlayabilirsiniz. Folik asit haricindeki vitaminlerin hamilelik süresince rutin kullanılması gerekli değildir. Ancak kişiden kişiye ihtiyaç duyulan vitaminler değişebilir. Bu nedenle, doktorunuzun önerdiği bir vitamin varsa alabilirsiniz. Annede ciddi bir beslenme bozukluğu yoksa ya da vitamin eksikliği mevcut değilse, genelde vitaminlerin besinlerden karşılanması önerilir. Takviye yalnıza ciddi vitamin eksikliği bulunması durumunda tercih edilir. A vitamini gibi bazı vitaminlerin yoğun kullanımı bebeğe ciddi zararlar verebilir. Yetişkinler için üretilmiş standart A vitamininde dozaj yüksektir. Bu tarz bir takviye için uzman hekim tavsiyesi gerekebilir.

CategoriesGenel

Fizyoterapi Nedir Neden Önemlidir?

Fizyoterapi tedavisi gören hastaların kontrollü olarak aktivite yapması önerilir. Fizyoterapistler, fizik tedavinin önemini belirterek düzenli yapılan egzersizlerin ağrılara oldukça iyi geldiğine değinirler. En büyük ameliyat ve hastalıklarda dahil olmak üzere önemli olan hastanın en erken şekilde ayağa kaldırılması ve hareket etmesinin sağlanmasıdır. Hareket etmek, düzenli spor yapmak her yaşta kişi için önerilir.

Fizyoterapi Nedir?

Fizyoterapi, fizik tedavi ve rehabilitasyon anlamına gelir. Fizyoterapi, kişilerin günlük yaşamında fonksiyonel aktivitelerini rahat bir şekilde yerine getirebilmesi amacıyla yapılan bilim dalına verilen bir isimdir. Kişilerin günlük yaşamda fonksiyonel aktivitelerini rahat bir şekilde yapmalarını sınırlayan, yeteneklerini engelleyen hastalık ve yaralanmaları düzeltme amaçlı yapılan tedavi yöntemidir. Fizyoterapi tedavi süreci fiziksel yöntemler kullanılarak yapılan bir uygulamadır. Fizyoterapi sürecinde kişiye özgü bir uygulama yönetim planı oluşturulmaktadır. Bunun için hastanın fiziki muayene sonuçları, tıbbi geçmişi, BT taraması, röntgen çekimi, MR görüntüleri gibi bulgular değerlendirilir. Bunun yanı sıra laboratuvar testleri, görüntüleme çalışmaları da dikkate alınır. Bazı hastalarda sinir iletim hız testi, EMG testi gibi testler de yapılabilir. Fizyoterapi yönetim süreci genellikle traksiyon, elektrik, özel egzersiz, ses dalgaları, manipülasyon, radyasyon, protezler, yardımcı cihazlar ve bunun gibi yöntemleri içeren elektro fiziksel yöntemleri kapsar.

Fizyoterapist Kime Denir?

Fizyoterapiyi hastalara uygulayan uzman doktorları fizyoterapist denir. Kişilerin daha aktif bir yaşam tarzı ve sağlıklı yaşam tarzı için fizyoterapistler sağlıklı ve zinde yaşama odaklı programlar geliştirir. Kişiye özgü programlar hazırlarlar. Fizyoterapistlerin uygulamış olduğu bu programlar hem toplumların hem de bireylerin işlev ve hareket yeteneklerini geliştirmek, bunu sürdürmek ya da eski haline getirmek için yapılan hizmetleri sağlar. Bununla birlikte, fizik tedavi yönteminde hastanın günlük hareket kaybının ortaya çıkmaması için ve bunu önlemek amacıyla da çalışma programı yapılır. Hastalık, yaralanma, yaşlanma ya da çevresel faktörler ile hareket işlevselliği tehdit edildiği durumlarda gerekli ve doğru tedaviyi uygulamayı amaçlayan çalışmaya fizyoterapi çalışması denir.

Fizyoterapi Ne İçin Kullanılır?

Her yaş grubundan kişiler fizik tedavi uygulamasından yararlanarak çeşitli sağlık problemleri tedavi edilir. Kişinin günlük işlemlerini yapmasını engelleyecek yaralanması, travması ya da hastalığı varsa doktoru fizyoterapi tedavisini önerebilir. Fizyoterapi tedavisi kişinin hissettiği ağrıları hafifletmek amacıyla yapılmaktadır. Ayrıca kişinin daha iyi hareket etmesine, daha iyi çalışmasına ve yaşamasına olanak sağlayan bir bakımdır. Fizyoterapi uygulaması ile kişilerde yeni yetenekler ortaya çıkabileceği gibi kaybedilen yeteneklerin de eski durumuna getirilmesini de sağlamaktadır. Atel destek sağlayacağı ile yaşamak, var olan ağrıyı hafifletmek, mesane, bağırsakları kontrol altına almak, spor yaralanmalarını iyileştirmek ya da önlemek, diyabet ve artrit kalp hastalıkları gibi çeşitli kronik hastalıkları doğru bir şekilde yönetmek, ameliyat durumunu ortadan kaldırmak, engellilik durumunun ortaya çıkmasını engellemek, hareket kabiliyeti kazandırmak, doğum yaptıktan sonra iyileşmek, hareket kabiliyetini geliştirmek, yaralanma kaza, inme, felç gibi durumlardan sonra rehabilitasyon, düşme ve kaymayı önlemek için denge çalışması yapmak, baston, yürüteç gibi ya da bir uzva uyum sağlayacak yapay cihazları kullanmayı öğrenmek amacıyla yapılan uygulamalardır.

Fizyoterapide Hangi Yöntemler Uygulanır?

Öncelikle fizyoterapist hastaların ihtiyacını inceleyip değerlendirme yapar ve kişilerin eğer ağrısı ya da semptomları varsa günlük işlerini yapma yeteneği, hareket etme yeteneği, tıbbi geçmişi hakkında bilgiler edilir. Fizyoterapistin amacı kişinin durumunun tam olarak belirlenmesi ve teşhisi sonucunda ortaya çıkan bozuklukların detaylı bir şekilde belirlenmesidir. Fizyoterapist kişiye özgü bir bakım planı geliştirir. Fizyoterapist seansları sırasında esnemeler, egzersizler yapılır. Kas spazmları ve ağrıları hafifletmek amacıyla sıcak ya da soğuk terapi, masaj, ılık su terapisi ya da ultrason terapisi gibi yöntemler kullanılmaktadır. Bununla birlikte, hastanın yapay bir uzvu kullanmayı öğrenmesi amacıyla buna yardımcı olmak için rehabilitasyon eğitimi de verilir. Hastanın dengede kalmasını ve kolay bir şekilde hareket etmesini sağlayacak yürüteç, baston ile ilgili eğitimler verilir. Fizyoterapist hastayı izleyerek tedaviyi hastanın gelişimine göre planlar ve ayarlar. Fizyoterapistin öğretmiş olduğu egzersizler evde de kolaylıkla yapılan egzersizlerdir. Böylece kişiler doğru iyileşme yöntemi ile hızlı bir şekilde iyileşebilirler ve kondisyonu kendiliğinden gelişir.

Fizyoterapinin Çeşitleri Nelerdir?

Fizyoterapi, hastalıktan ya da yaralanmalardan sonra hastanın hareket gücünü yeniden kazanmasını sağlamak amacıyla yapılır. Hastanın durumuna göre fizyoterapi yöntemleri çeşitlidir. Fizyoterapinin fiziksel yöntemleri şunlardır:

  • Ortopedik fizik tedavi,
  • Geriatrik fizik tedavi,
  • Nörolojik fizik tedavi,
  • Pediatrik fizik tedavi,
  • Yara bakımı tedavisi,
  • Vestibüler fizik tedavi,
  • Dekonjestif tedavi,
  • Pelvik taban rehabilitasyonu.

Ortopedik fizik tedavi yöntemi ile bağları, kemikleri, kasları içeren kas ve iskelet sistemi yaralanmaları tedavi edilir. Burkulma, kırık, kronik tıbbi problemler, tendinit, ortopedik cerrahi rehabilitasyon gibi tıbbi durumlar için uygulanan bir yöntemdir. Ortopedik fizik tedavi yöntemi ile hastalar manuel terapi, eklem mobilizasyonları, hareketlilik eğitimi, kuvvet antrenmanı gibi çeşitli yöntemlerle tedavi görürler. Geriatrik fizik tedavi yöntemi ise alzheimer hastalığı, artrit hastalığı, eklem kalça replasmanı, osteoporoz, denge bozuklukları gibi hastalıklara sahip olan hastaların fiziksel işlevlerini, hareketlerini etkileyen durumlarda ve ileri yaştaki bireylere yardımcı olmak amacıyla yapılan uygulamalardır. Hareketliliği geri kazanmaya yönelik ve fiziksel uygunluk seviyesini arttırmaya yönelik tedaviler uygulanır. Nörolojik fizik tedavi, beyin hasarı, alzheimer hastalığı, parkinson hastalığı, felç, omurilik yaralanması, nörolojik bozuklukları gibi durumlarda yardımcı olan tedavidir. Pediatrik fizik tedavi gelişimsel gecikmeler, kas ve iskelet sistemini etkileyen diğer durumlarda çocukları, gençleri, bebekleri etkileyen durumları teşhis etmek amacıyla uygulanan yöntemlerdir.

Yara bakım tedavisi, iyileşme sürecinde olan bir hastanın yarasının olduğu bölgedeki dolaşımın iyileştirilmesi amacıyla yeterli seviyede kan ve oksijen almasına yardımcı olan tedavileri içerir. Kompresyon tedavi, manuel terapi, elektrik simülasyonu, yara bakımı gibi tedavileri barındırır. Vestibüler fizyoterapi, iç kulak rahatsızlıklarından ortaya çıkan denge problemlerini tedavi etmeyi amaçlayan bir uygulamadır. Dekonjestif tedavi, sıvı birikimi gibi durumlarda bu sıvının boşaltılmasına yardımcı olan tedavi yöntemidir. Pelvik taban rehabilitasyonu ise cerrahi müdahaleler, yaralanmalar gibi durumlarda kadın ve erkeklerde ortaya çıkabilen idrar yapamama, idrar kaçırma, pelvik ağrısının tedavisi için yapılmaktadır.

CategoriesGenel

Yüksek Riskli Gebelik Nedir?

Hamilelik ya da diğer adı ile gebelik, yaşamın doğal ve normal bir sürecidir. Kimi durumlarda anne adayının gebelik öncesinde sahip olduğu rahatsızlıklar yüksek riskli gebelik durumuna yol açmaktadır. Benzer şekilde hamilelikten sonra hamilelik sürecinde ortaya çıkan rahatsızlıklar pek çok riske neden olabilir.

Yüksek Riskli Gebelik Nasıl Olur?

Annenin mevcut hastalığı ya da gebelik süresince ortaya çıkan hastalık yüksek riskli gebelik yaşanmasına yol açabilir. Orta ya da yüksek ölçekte riskli gebelik, annenin olduğu kadar anne karnında bulunan bebeğin sağlığını tehdit edebilir. İleri aşama yüksek riskli gebelik hayati tehlike taşıyabilir. Ancak annenin hem kendi hem de bebeği için sakin kalması, sürecin verimliliği açısından önemlidir. Hem riskli hem de yüksek riskli gebeliklerin takibi mutlaka bir perinatolog yani riskli gebelik uzmanı tarafından takip edilmelidir. Perinatologlar tarafından yapılan gebelik takibi, normal gebelik takibine göre çok daha farklı özelliklere sahiptir.

Yüksek Riskli Gebeliğin Nedenleri Nelerdir?

Yüksek riskli gebeliğin birçok nedeni olabilir. Nedenler kişiden kişiye büyük oranda değişkenlik gösterir. Bazı yüksek riskli gebelik nedenleri şunlardır:

  • Annenin yaşının 18 yaşından küçük ya da 35 yaştan yüksek olması,
  • Annenin şeker, guatr, tansiyon, karaciğer, kalp, kolajen doku hastalıkları, damar ve diğer hastalıklar gibi hamilelik sürecinden önce var olan ciddi bir rahatsızlığının olması,
  • Anne ile baba arasında akrabalık olması,
  • Vücut kitle indeksine göre çok zayıf ya da fazla kilolu olması,
  • Annenin sigara, alkol gibi kötü alışkanlıklarının olması,
  • Annenin öyküsünde tekrarlayan düşükler olması,
  • Annenin çeşitli psikiyatrik problemler nedeniyle ilaç kullanması,

Gebelik öncesi hiçbir sorunu olmamasına rağmen gebeliğe bağlı bazı sağlık sorunlarının ortaya çıkması da mümkündür. Bu sorunlardan en bilinenleri şunlardır:

  • Gebelik zehirlenmesi,
  • Gebelik diyabeti,
  • Gebelikte suyun erken gelmesi,
  • Vajinal kanama,
  • Gebelikte servikal yetmezliği ya da diğer adıyla rahim ağzı yetmezliği,
  • Çoğul ya da ikiz gebelik süreçleri,
  • Bebeğe bağlı kimi sorunlar,
  • Erken doğum riski,
  • Bebeğin suyunun normalden az ya da fazla olması,
  • Bebekte kan uyuşmazlığı ve bazı sakatlıklar.

Yüksek Riskli Gebelik Takibinin Önemi

Pek çok hamile kadın, gebelik dönemini hiçbir sağlık sorunu ile karşılaşmadan geçirir. Tüm hamile kadınların, kadın doğum uzmanı takibi altında doğuma kadar takip edilmesi gerekir. Hamilelik süresi boyunca hiçbir rahatsızlığı olmayan bir anne, gebeliğin 6. ayında hamilelik şekerine yakalanabilir. Benzer şekilde, hamileliğinin bitmesine 1-2 ay kala anne, gebelik zehirlenmesi ile karşılaşabilir. Anneden kaynaklanmayan bebekle ilgili bazı gelişim gerilikleri hamileliğin 7. ayında aniden ortaya çıkabilir. Hem hamilelik döneminin başından itibaren riskli gebelik sınıfına giren kadınların hem de normal hamilelik süreci geçiren kadınların gebelik takibi yapılmalıdır. Ancak yüksek riskli gebeliğe sahip kadınların perinatolog tarafından takibi yapılmalıdır. Riskli gebelik doktoru, gerekli sıklıkta muayene ve incelemeler yaparak sürecin en az risk ile atlatılması için çaba sarf eder.

Yüksek Riskli Gebelik Takibi Nasıl Yapılır?

Yüksek riskli gebelik takibi tek bir hekim tarafından yapılmamaktadır. Farklı uzmanlık alanlarına sahip hekimlerin bilgi ve deneyimlerini paylaşarak yürüttükleri bir takip şeklidir.

  • Kadın doğum uzmanı, dahiliye uzmanı ya da endokrinoloji uzmanıyla beraber çalışabilir. Hastanın rahatsızlığına bağlı olarak diyetisyen, göz doktoru, fizik tedavi uzmanı gibi diğer uzmanlarla da işbirliği içerisinde olabilir.
  • Anne adayının hamile kalmadan önce bir rahatsızlığı var ise mutlaka hamile kalmadan önce branş hekimi ile görüşerek sağlık sorununun hamileliği üzerindeki risklerini öğrenmesi gerekir.
  • Doktor gerekli gördüğü hususta bazı testlerle risk tespiti yapabilir. Annenin öyküsünde tekrarlayan düşüklerin bulunması, mevcut gebeliği de yüksek riskli gebelik sınıfına sokar.
  • Mevcut gebelik öncesi düşüklerin nasıl olduğu, haftası gibi pek çok detay alınarak mevcut gebelik takibi yönetilir.
  • Düşüklerin yaşandığı haftaya bağlı olarak hangi hastalıktan kaynaklı düşük olduğu saptanabilir. Örneğin hamileliğin ilk haftalarında meydana gelen düşüklerde kromozom anormallikleri söz konusu olabilir.
  • Öte yandan, 3 ile 6 ay arasındaki düşüklerde rahim boynu yetmezliği saptanabilir. Tümör risklerinin tespiti için memede kitlenin varlığı ya da yakın zaman aralığında rahim ağzı sürüntü test yapılıp yapılmadığı araştırılmalıdır.
  • Anne adayları unutmamalıdır ki, günümüz teknolojisinde bebek hastalıklarının doğum öncesi teşhisi ve tedavisi ileri düzeydedir. Bu nedenle, doğum öncesi bebeğin tedavisi mümkün olabilir.

 Mevcut Hastalığı Olan Kadınlar Hamile Kalmalı Mı?

Anne olup olmama kararı tamamen anne adayının seçimidir, ancak anne adayı bebek için plan yapmaya başlamadan önce mevcut rahatsızlığı her ne ise mutlaka uzman bir hekim ile görüşmelidir. Mevcutta var olan diyabet, yüksek tansiyon, karaciğer ya da böbrek rahatsızlıkları, kalp damar rahatsızlıkları gibi bazı hastalıklar gebelik sürecinde daha da ağırlaşma eğilimindedir. Sağlık problemi olan bir kadının ekstrem durumlar dışında anne olmaması söz konusu değildir. Yine de anne ve bebeğin sağlıklı olması adına gebelik takibinin risk düzeyine göre belirli sıklıklarda yapılması zaruridir. Hamile kalmadan önce mevcut rahatsızlığı olan anne adayı, mutlaka riskli gebelik uzmanı ile görüşüp tüm olası riskler hakkında uzman görüşü alarak karar vermelidir. Fiziksel rahatsızlıklara ek olarak psikolojik rahatsızlıkların da anne ve bebeğin sağlığı açısından riskleri bulunabilir. Özellikle mevcutta bir rahatsızlığı olan yüksek riskli gebelik geçiren annelerin kaygı düzeyi yüksek olabilir. Bu oldukça olağan bir süreçtir. Annenin hem kendi sağlığı hem de bebeğinin sağlıklı gelişimine dair endişeleri olabilir. İlaç tedavisi olmadan çeşitli terapilerle annenin kaygı düzeyinin düşürülmesi, bebeğin hem fiziksel hem de zihinsel gelişimi için son derece önemlidir.

CategoriesGenel

Demir Eksikliği Belirtileri Nelerdir? Demir Eksikliğine Ne İyi Gelir?

Yer kabuğunun en yaygın minerallerinden olan demir elementi özellikle dünyanın çekirdeğinde yoğun olarak bulunur. Yerkürenin manyetik alanı üzerinde önemli bir etkisi olmasının yanı sıra mevcut yapısından dolayı oksitlenmeye yani oksijen tutmaya yatkın olma özelliği ile öne çıkar. Latincesi “ferrum” olan bu metal insan vücudunda element ve hücrelere oksijen taşıma görevini yerine getirir. Demir eksikliği yaşanması insan sağlığını büyük ölçüde tehdit eder.

Demirin İnsan Sağlığı İçin Önemi Nedir?

Oksitlenme yani oksijen tutma özelliğine sahip olan demir, insan vücudunda 4-6 gr. kadar bulunur. İnsan sağlığı üzerinde çok önemli işlevi olan demir eksikliği ya da fazlalığı çeşitli hastalıklara sebep olabilir. Demir kanda hemoglobin adlı protein üzerinde yer alır. Hemoglobinler kemik iliğinde üretilir ve kırmızı kan hücrelerinde depo edilir.

Hemoglobin üzerindeki demire bağlanan oksijen, gerekli hücrelere taşınarak hücrelerin oksijen ihtiyacını karşılar. Demir, kas dokularında ise miyoglobin adlı proteinlere tutunarak işlev görür. Bu proteinler demir ve oksijen bağlayıcı proteinler olup görevleri dokulara oksijen taşımak olarak özetlenebilir.

Demir eksikliği insan sağlığını tehdit ederken, demirin fazlalığı da sağlık üzerinde risk yaratır. Vücuttaki fazla demir bağırsaklarda demir emilimini arttırarak hücre içinde fazla miktarda birikmesine neden olur. İhtiyaç fazlası demir birikmesi sonucu kalp ve demir deposu olan karaciğer zarar görebilir. Demir fazlalığı için uygulanacak tedavilerin başında kişinin düzenli olarak kan vermesi gelir.

İnsan vücudunda yeterince demir olmaması durumunda hücrelere oksijen taşıyan hemoglobin görevini tam olarak yapamaz yani dokulara yeterli oksijen sağlayamaz. Oksijensiz kalan hücre ve dokular sağlıklı yapılarını kaybetmeye başlar ve beraberinde birçok hastalık ortaya çıkar. Demir eksikliği nedenleri ve belirtileri ile demir eksikliğine ne iyi gelir sorusunun yanıtı şu şekilde açıklanabilir.

Demir Eksikliği ve Anemi Nedir?

Hemoglobin proteinlerinin deposu olan kırmızı kan hücreleri (eritrositler) aynı zamanda vücuttaki en büyük demir depolarıdır. Kandaki kırmızı kan değerini belirten RBC değeri düşükse yani kanda yeterli sayıda sağlıklı kırmızı kan hücresi yoksa kansızlık diğer adıyla anemi hastalığından söz edilebilir. Anemi hastalığının en yaygın sebebi vücutta demir eksikliği olmasıdır.

Kadınlarda demir eksikliğine bağlı olarak oluşan anemi erkeklere oranla daha sık görülür. Adet sırasında yaşanan kan kaybı kadınlarda daha sık anemi görülmesine sebep olabilir. Kadınların yüzde yirmisi demir eksikliği sebebiyle anemi yaşarken erkeklerin ise yüzde üçünde anemi görülür. Hamile kadınlarda ise bu oran yüzde elliye çıkabilir. Demir eksikliği genellikle üreme çağındaki kadınlar için tehdit oluşturur.

 

Demir Eksikliği Neden Kaynaklanır?

Demir çok eski dönemlerden beri yaralıları ve hastaları güçlendirmek amacıyla kullanılır. Kullanımı bu kadar eski dönemlere dayanmasına rağmen, anemi hastalığı dünya nüfusunun yaklaşık üçte birini etkiler. Demir eksikliği anemi hastalığının en büyük sebebini oluşturur. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre Türkiye, anemi oranının yüksek olduğu bölgeler arasında yer alır. Demir eksikliği sebeplerinin başında kan kaybı gelir. Kan kaybı dışında vücutta demir eksikliğine sebep olabilecek bazı durumlar şunlardır:

  • Kalıtsal demir eksikliği yaşanması,
  • Demirin bağırsaklardan emiliminde azalma meydana gelmesi,
  • Beslenme diyetinde yeterince demir olmaması; demir yönünden zengin besinler tüketilmemesi,
  • Uzun süreli iltihabi bağırsak hastalıkları,
  • Sindirim sisteminde ülser gibi hastalıklar,
  • Mide ve bağırsakları tahriş eden ilaçların uzun süreli kullanımı gibi sebepler demir eksikliği yaşanmasına sebep olabilir.

Demir Eksikliği Belirtileri Nelerdir?

Kişilerde ortaya çıkan demir yoksunluğu yaşam kalitesini büyük ölçüde olumsuz etkiler. Zamanında tedavi edilerek demir miktarının normale çıkarılması biyolojik ve psikolojik birçok açıdan büyük önem taşır. Vücutta demir eksikliği olduğunun sinyallerini veren bazı belirtiler şunlardır:

  • Halsizlik, isteksizlik ve çabuk yorulmak,
  • Sürekli uyku hali,
  • Nefes darlığı ile kalp çarpıntısı hissi,
  • Yüksek derecede saç dökülmesi,
  • Konsantrasyon bozukluğu, dikkat eksikliği,
  • Tırnak yapısının hassaslaşması ve kolay kırılması,
  • Baş ağrısı,
  • Sinirlilik hali,
  • Cildin soluklaşması,
  • İştahsızlık,
  • Toprak yeme isteği demir eksikliğinin önemli belirtileri arasında yer alır.

Demir Eksikliği Hangi Hastalıklara Yol Açar?

Demir eksikliği tedavi edilmediği takdirde yaşam kalitesini oldukça düşürebilir, dolaylı olarak ciddi iş kayıplarına neden olabilir. Bu sağlık sorunlarından bazıları şunlardır:

  • Vücut direncinin düşmesi ve bağışıklık sisteminde zayıflama sebebiyle hastalıklara karşı daha savunmasız hale gelinebilir.
  • Kalp yetmezliği, kalp büyümesi, kalp çarpıntısı gibi kalp hastalıklarına sebep olabilir.
  • Bebek ve çocuklarda motor gelişimlerinde gerilik yaratabilir, zekâ gelişimini engelleyebilir.
  • Erken doğum riski gibi hamilelikte sorunlar yaratabilir. Bebeğin düşük kilolu doğmasına sebep olabilir,
  • Huzursuz bacak sendromuna sebep olabilir.

Demir Eksikliğinde İlaçla Tedavi Nasıl Uygulanır?

Öncelikle ilaç tedavisi için uzman bir hekimden destek almak gerekir. Hekim tavsiyesi ile hastalığın tedavisine ağızdan alınan demir ilaçları ile başlanabilir. C vitamini demirin emilimini arttırdığı ve hemoglobin yapımını hızlandırdığı için demir ilaçları ile birlikte alınması tavsiye edilebilir. İlaç tedavisi ortalama 3-6 ay sürer. Tedavi başlangıcında kemik iliği eksik kan miktarını tamamlamak için alınan demirin tümünü kullanır, hemoglobin düzeyi normale geldiğinde demiri depolamaya başlar. Bu nedenden dolayı ilaç tedavisi sürecinin başarılı sonuçlanması için tedaviye ara vermemek ya da yarıda kesmemek gerekir. Ayrıca demir eksikliği tedavisiyle eş zamanlı olarak bu soruna yol açan sebeplerin de tespit edilerek tedavi edilmesi büyük önem taşır.

Demir ilaçları bazı kişilerde mide sorunları yaratabilir. Ağız yoluyla ilaç verilemeyen kişilere ya da ilaçla tedaviden istenilen sonuç alınamadığında demir kas içine doğrudan verilebilir ya da damardan yükleme yapılabilir. Doktorlar tarafından hamile kadınlara hamilelik süresince ve emzirme döneminde genellikle demir ilacı kullanımı önerilir.

Demir Eksikliğine Ne İyi Gelir? Hangi Besinler Tüketilmelidir?

İlaç tedavisi dışında demir eksikliği için farklı yiyecekler de tüketilebilir. Demir yönünden en zengin yiyecekler şu şekilde listelenebilir:

  • Yumurta, kırmızı et, tavuk eti, hindi eti gibi hayvansal gıdalar.
  • Dalak, karaciğer gibi sakatatlar.
  • Ispanak başta olmak üzere koyu yeşil yapraklı sebzeler.
  • Patates, pancar, bezelye, börülce, soya fasulyesi, kabak gibi sebzeler.
  • Kuru baklagiller.
  • Pekmez, bal, karadut özü.
  • Kuru üzüm, kuru erik, kuru dut gibi kurutulmuş meyveler.
Kapat
Add to cart
Görüşmeyi Başlat
Canlı Destek
Canlı Destek - Evde Sağlık
Merhaba,
Size nasıl yardımcı olabiliriz?