CategoriesGenel

Romatizma nedir?

Romatizma ortalama 200 hastalığın oluşturduğu genel bir terimdir. Eklemde şişlik, ağrı, ciltte döküntü gibi belirti verebilen romatizmal hastalıklar bazen hiçbir işaret de vermeyebilir. Her hastalığın birbirinden farklı olduğu romatizmal hastalıklarda önemli olan hastalığa yakalanmadan sağlıklı bir yaşam sürmek, spor yapmak ve vücut direncini artırmaktır. Çünkü herhangi bir romatizmal hastalığa yakalanıldığında sağlıklı bir yaşam tarzının faydaları belirgin olarak görülebilmektedir. Memorial Antalya Hastanesi Romatoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Edal Gilgil, romatizma hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.

Romatizma nedir?


Romatizma tek bir hastalık değildir. Eklem ağrılarına verilen genel bir isimdir ve romatizma adı altında 200 civarı hastalık vardır.

Bunların hepsinin tedavisi birbirinden farklıdır. Bir kısmı iltihaplıdır bir kısmı dejeneratiftir. Kireçlenme tarzı hastalıklar romatizmanın içinde yer alırken, iltihapsız hastalıklar da bu grupta mevcuttur. Nedeni belli olan romatizma sayısı çok azdır. Nedeni belli olan, mikroplarla ilişkili ortaya çıkan reaktif artiritler bunlardan biridir. Ayrıca ürik asitle ilişkili olduğu bilinen, ürik asit veya bir mikroorganizmanın mikrobun doğrudan ekleme yerleşerek oluşturduğu septikartitler vardır. Bunların dışındaki romatizma başlığı altındaki hastalıkların nedeni çok bilinmemektedir.

Romatizma kimlerde görülür?

Romatizma her yaşta görülebilir. Halk arasında yaşlı hastalığı gibi bilinse de çocukluk çağı romatizmaları da vardır. Romaztizma hastalığı genel olarak kadınlarda fazla görülür ama gut, ankilozan spondilit gibi bazı hastalıklara erkeklerde daha fazla rastlanır. Çocukluk çağında Beta mikrobu gibi mikroorganizmalar sonucuyla ortaya çıkan hastalıkların sonrasında akut romatizmal ateşler görülür. Bu da çocuklarda görülen romatizmal hastalıklara örnektir.

Romatizmanın belirtileri nelerdir?

Romatizma belirtileri eklem ağrıları ile varlığını gösterir, eklem tutulum şekli önemlidir. Tek eklemde veya çok eklemde ya da küçük veya büyük eklemde tutulum olup olmadığına göre farklı hastalıklar ortaya çıkabilir. Kişilerde eklemde şişlik, ağrı, ciltte döküntü gibi belirtiler varsa bunlar ciddi hastalıkların belirtisi olabilir. Bu gibi belirtiler söz konusu olduğunda zaman kaybetmeden bir doktora başvurmak gerekir.

Eklem ağrılarına ek olarak bazı hastalarda kas ağrıları da gelişebilir veya bazen ilk belirtilerde hiç ağrı olmaz sadece halsizlik, ateş gibi belirtiler görülebilir.

Romatizmada çok çeşitli hastalıklar olduğu için bazı romatizmal eklem hastalıkları ataklar halinde gelir. Örneğin ailesel akdeniz ateşi gibi bazı romatizmal hastalıklarda, zaman zaman alevlenmeler olur zaman zaman gerilemeler olur ama romatoid artrit gibi hastalıklarda hastalık tedavisiz kalırsa ilerleme meyillidir. Ağrı sürekli kronik ve ilerleyicidir.

Romatoid artrit,  gut, sedef romatizmasında eklemde şişlik, ağrı bunun yanı sıra ciltte döküntüler görülebilir.

İltihaplı olmayan hastalıklar içerisinde en çok görülen fibromiyaljidir. Fibromiyaljide yaygın ağrı ve doku bozukluklukları görülğr. Fibromiyalji ilerleyici bir hastalık değildir ama hastanın günlük yaşantısını ve konforunu çok etkiler. Romatoloji uzmanı takibinde olmaları önemlidir.

İleri yaşta en çok görülen hastalık osteoartrit yani kireçlenmedir. Genelde ilerleyici bir karakter gösterir ve çok etkili tedavisi yoktur. Kireçlenmede fizik tedavi, kas güçlendirme egzersizleri, ağrıyı kesici tedaviler ve protez gibi cerrahi uygulamalar gerekli olabilir.

Romatizmada tanı nasıl konur?

Romatizmada tanı her hastalığın gidişatı farklı olduğu için ortaya çıkış şekline göre değişebilir. Belirtiler, hastanın şikayetleri, fizik muayene sonucuna göre laboratuvar testlerine başvurulabilir.  Ancak her hastalıkta her zaman laboratuvar testleri bir sonuç vermeyebilir. İltihaplı romatizmal hastalıkların çoğunda iltihabı gösteren sedimentasyon ve CRP gibi tetkikler yüksek görülür ama bunlar spesifik değildir.

Hangi hastalık olduğunu kan testleri belirtmez bu nedenle klinik muayene, hastanın kendi şikayetlerini anlatması, gidiş sürecini anlatması doktor için daha faydalı olabilir. Hatta bazen hastanın öyküsü ve muayene bilgileri ile laboratuvara gerek olmaksızın tanı konabilir. Yine de bazı hastalıklarda laboratuvarın önemli yeri vardır. Mesela bağ dokusu hastalıklarında kan testleri belirtici olmaktadır.

Romatizmal hastalıkların tedavisi nasıl planlanır?

Romatizma başlığı altında 200 kadar hastalık olduğu için her birisinin tedavisi diğerinden farklıdır.

Romatizmal hastalıklarda hastalık meydana gelmeden hastalığın önlenmesi mümkün olmamaktadır. Burada önemli olan herkesin sağlıklı bir hayat sürmesi için yapılması gerekenlere uymasıdır. Örneğin egzersiz yapmak nasıl sağlıklı bir yaşam için gerekliyse romatizmal hastalık başladıktan sonra da büyük önem taşımaktadır. Hastanın dayanıklılığını ve ağrıya toleransını artırdığı gibi bazı şikayetleri geciktirebilir.

Gut gibi bazı romatizmal hastalıkların diyetle ilişkisi vardır. Mesela gut hastalığında pürin içeren gıdaların hastalığı tetiklediğini bilinir. Bazı spondilopati diye adlandırılan hastalıklarda bağırsak florasının bozulması yani bağırsaktaki yararlı mikroorganizmaların dengesinin bozulması hastalığı tetikleyici etki gösterebilir. Bu hastaların çoğunda bağırsakta bir iltihap olduğunu bilinir. Çölyak hastalığında zaten glutenle ilişkilidir. Ancak gluteni bütün romatizmal hastalıklarla ilişkilendirmek mümkün değildir. Son zamanlarda gluteni tamamen kesmek gibi bir algı oluşmuştur. Glutenle alakası olmayan bir hastalık söz konusu olduğunda ancak glutenin kesilmesi son derece yanlış bir yaklaşımdır.

 

Siz de genel sağlığınızı korumak istiyorsanız Memorial Evde Sağlık paketlerinden faydalanarak gerekli testleri evinizin konforunda yaptırabilirsiniz.

https://evdesaglik.memorial.com.tr/urun-ve-hizmetler/laboratuvar-paketleri-c/genel-saglik-c8/

CategoriesGenel

Kulak temizleme nedir? Evde Kulak Temizleme Nasıl olmalıdır?

Kulakta aşırı kulak kiri birikmesi, çoğu insanın hayatlarının bir noktasında mücadele ettiği nispeten yaygın bir sağlık sorunudur. Genellikle kulak için zararlı bir durum teşkil etmemesine rağmen, bazı durumlarda yüksek derecede rahatsız edici de olabilir. Bu durumun tedavisi, yeterince basit olsa da, yanlış yapılan bir uygulama kulağa ciddi zarar verebilir. Aslında kulakların kendi kendini temizleme özelliği vardır. Bu yüzden onları temizlemenize gerek yoktur. Kulak kiri kulak açıklığına ulaştığında, genellikle kurur ve kendiliğinden düşer. Kulak kiri, kulaklar için doğal bir temizleyicidir. İç kulak kanalındaki kiri, kılları ve ölü deri hücrelerini toplayıp dışarıya doğru hareket ettirerek kulaklarınızın temiz kalmasını sağlar.

Kulak Kiri Nedir?

Kulak kiri tıkanıklığının tıbbi karşılığı kulak zarı tıkanmasıdır. Genellikle kulaklarınız kulak kanalını sudan ve enfeksiyondan korumaya yetecek kadar kulak kiri yapar. Bazen kulaklarınızın normalden daha fazla kulak kiri üretmesi mümkündür. Vücudun aşırı kulak kiri üretmesi ve kulak kanalını oluşturmasına ve tıkamasına izin vermesine neden olur. Kulak kirinin kulak kanalına daha fazla itebilecek bir pamuklu çubuk kullanılarak temizlenmesi kulakta bir tıkanıklığa yol açabilir. Aslında kulak kirinin kendi kendini temizleme mekanizması olarak bilinen koruyucu bir işlevi söz konusudur. Buna ek olarak kulak kanallarını nemli tutarak, kurumasını ve kaşınmasını engeller. Bununla birlikte, bazı durumlarda kulak kiri üretimi kontrolden çıkabilir.

 Kulak Kiri Oluşumunun Nedenleri

Yüksek seviyede kulak kiri oluşmasının farklı nedenleri bulunur. Bu nedenler arasında;

  • Kulak içi kulaklıkların veya kulaklıkların çok fazla kullanılması,
  • Evde uygun olmayan şekilde kulak kirinin çıkarılması,
  • Yüzerken kulağa su kaçması,
  • Yanlış temizlenmiş işitme cihazlarının kullanılması,
  • Dar kanallar, egzama ve lupus gibi genetik faktörler,
  • Kulak enfeksiyonları sayılabilir.

Bu nedenlerden dolan oluşan kulak kiri tıkanıklığını tespit edebilmeniz için bazı belirtiler bulunur. Bu belirtiler arasında; kulakta dolgunluk hissi, kulak sızıntısı, kısmi işitme kaybı, aşırı derecede kaşıntı, kulak çınlaması ve baş dönmesi bulunur.

Kulakları Evde Temizlemenin Yolları Nelerdir?

Kulak kiri çeşitli nedenlerden dolayı rahatsızlık verebilir. İnsanlar genellikle bu durumu evde basit ev ürünleri kullanarak tedavi edebilirler. Bu tarz yöntemler şu şekilde listelenebilir:

  • Kulak kiri temizliği için solüsyon ve damlalar kullanılabilir. Bu tarz sıvılar özel yapılarıyla kulak kirini yumuşatır. İçinde bulunan hidrojen peroksit kulakta biriken kirin kendi kendine dağılmasını sağlar.
  • Pamuklu çubuk ve çeşitli uzun aksesuarların kulağı temizleyebileceği düşünülür. Ancak bunların hiçbiri doğru değil. Kulağınıza yabancı bir nesne sokmak kulak kirini kulağa daha fazla itebilir ve zarar verebilir. Bu durum ise işitme bozukluklarına ve farklı ciddi rahatsızlıklara neden olabilir.
  • Yumuşak bir bez ve biraz ılık su kullanarak, kulak kiri birikimini gidermek için kulağınızın dışını nazikçe kurulayın ve silin. Kulak kanalınıza zarar vermemek için su sıcaklığının ılık olduğundan emin olun. Bir bezi bu ılık sui le nemlendirerek dış kulağınızın kıvrımlarını temizlemek için parmağınızı hafifçe kullanabilirsiniz. Unutmayın, zarar verme riskiniz olabileceğinden asla parmağınızı veya herhangi bir yabancı cismi kulak kanalının içine sokmamalısınız.
  • Bir kulak sulama kiti kullanarak kulak kanalınıza ılık su veya tuzlu su solüsyonu akıtın ve kulak kiri yumuşayana ve dış kulaktan akabilene kadar birkaç dakika bekletin. Bunu yapmanın en basit yolu, duş alırken kulak kanalınıza biraz ılık su damlatmaktır.

Kulak Kiri Temizleme Kiti Nasıl Kullanılır?

Kulak kiri temizleme kitleri veya sulama sistemleri, aktif bileşenlere ve kullanılan tam cihaza bağlı olarak biraz değişebilir. Kişi, kiti kullanmadan önce kutudaki ve doktorunun verdiği tüm talimatları izlemelidir. Evde kulak kiri temizleme kitini uygularken yapmanız gereken şunlardır: Kişi dik oturmak için rahat bir sandalye bulmalı ve başını yana eğmelidir. Daha sonra birkaç damla ılık su, tuzlu su, hidrojen peroksit veya kit içinde verilen solüsyon kulağa damlatılmalıdır. Ardından baş yana eğik olarak yaklaşık 15 ila 30 dakika oturmak gerekir. Çözelti kulak kiri içine ıslandıktan sonra, kişi çözeltiyi ampulün içine emmek veya kulak kirini kulaktan temizlemek için verilen cihazı dikkatli bir şekilde kullanmalıdır. Eğer denediğiniz bu yöntemlere rağmen kulak kirini temizleyemezseniz doktor özel aletlerle veya vakumla çekerek kulağınızı temizleyebilir.

 Kulakların Ne Sıklıkla Temizlenmesi Gerekir?

Normal şartlarda kulak kanallarının temizlenmesi gerekmez, ancak kendinizi taze hissetmek için kulaklarınızın dışını her gün nazikçe temizleyebilirsiniz. Kulaklarınızı çok sık temizlemenin enfeksiyona neden olabileceğini ve hatta kulak kiri sıkışması olasılığını artırabileceğini bilmenizde fayda var. Kulak kiri birikmesi işitme duyunuzla mücadele etmenize neden oluyorsa veya kaşıntı, kulak çınlaması, baş dönmesi veya ağrı gibi belirtiler yaşıyorsanız kulaklarınızı temizlemelisiniz. Yanlış tavsiyelere uymak işitme duyunuza kalıcı olarak zarar verebilir, bu nedenle kulaklarınızı evde temizlemeye karar verirseniz uygun özeni göstermeniz önemlidir. Ayrıca işitme cihazı kullanıyorsanız muhtemelen işitme cihazınızın kulak kirini tıkaması ve kulağınızdan çıkmasını engellemesi nedeniyle bir tıkanıklık yaşayabilirsiniz. Benzer şekilde, kulak kiri havalandırma deliklerine ve alıcılara girdiği için işitme cihazlarınıza zarar verebilir ve düzgün çalışmasını engelleyebilir. Bu nedenle gereksiz hasarları önlemek için cihazınızı veya cihazlarınızı düzenli olarak temizlemeniz oldukça önemlidir. Kulakta biriken aşırı miktarda kulak kiri şunları yapabilir:

  • İşitme zorluğuna neden olabilir,
  • Kulakta içinde uğultu, akıntı, çınlama veya kaşıntıya neden olabilir,
  • Bakterileri yakalayarak enfeksiyonlara yol açabilir.

Kulaklarınızda ağrı, işitme kaybı veya rahatsızlık hissederseniz vakit kaybetmeden bir kulak burun boğaz uzmanına danışmanızda fayda var. Çünkü bu durum, kulak kiri birikmesinden daha fazlası ve altta yatan acil bir tıbbi durumun göstergesi de olabilir.

CategoriesGenel

Kan Testi Nasıl Yapılır?

Kan testi kişinin sağlık durumunu, iç ve dış organların işleyişini ve tedavilerin gidişatlarını takip etmek için kullanılır. Kan tahlili ayrıca gebelik gibi durumların kontrol süreci için işlevseldir. Kan testi yapmadan evvel değerlerin ani değişimler göstermemesi adına midenin boş olması gerekir. Kan örneği hastanın iç kol bölgesinden açılan damar yolu aracılığıyla tek kullanımlık enjektör ile alınır. Kan örneği tüplere bölüştürülerek laboratuvarda incelenir. Kan inceleme için kullanılan cihazlar test sürecince işler ve sonuçları rapor halinde dokümana dönüştürür. Bu raporlar ilgili hekim tarafından incelenerek yorumlanır. Hastanın durumuna göre teşhis koyabilir veya başka bölümlere ait testler talep edebilir. Erken teşhis için hekimin tavsiyelerini dikkate almak önemlidir.

Kan Testi Verecek Kişi Nelere Dikkat Etmelidir?

Hastanın kan testi yapılmadan önceki günlerde, kan değerlerinde ciddi değişimlere sebep olacak bir tarzda beslenmemesi önemlidir. Test sonuçlarını etkileyecek gıda tüketimi neticesinde bulgular olağan dışı görünerek teşhis sürecini zorlaştırabilir. Hekimi ve hastayı yanıltabilir ve bu durum tedavi sürecini de geciktirebilir. Kan örneği alınacak hastanın en az yirmi dakikadır istirahat halinde olması test sonucunun güvenilirliğini de arttırır.

Kan Testi Neden Yapılır?

Kan testi hekimin teşhis koyabilmek adına mevcut durumu görebilmesi için yapılır. Fiziki muayene sonucu ile birlikte değerlendirilmesi önem arz eder. Kan testleri cinsiyete, yaş aralığına, kronik hastalığın varlığına ve türüne, hava koşullarına ve gün saatlerine göre farklılık yaratabilir. Bu sebeple fiziki muayenenin önce yapılması önemlidir. Test için alınan kan örneğinin birkaç tüpe bölünmesinin sebebi birden fazla değerin analiz edilmesi ve örneklerin farklı işlemlerden geçirilmesidir.

Kan Testi Türleri Nelerdir?

Muayene sonrasında yapılan kan testi hematoloji, biyokimya, seroloji olmak üzere 3 başlıkta incelenebilir. Hematoloji testi lösemi teşhisi, anemi ve enfeksiyon varlığı, kanda pıhtılaşma artışı durumlarını tespit için kullanılır. Biyokimya testi karaciğer, şeker ve kolesterol durumunu, hormon dengesini, tiroid hastalıklarını ve adet düzensizliğini saptamada kullanılır. Seroloji testi bulguları diğer iki testin bazı bulguları ile kesişebilir. Hepatit B, hepatit C ve HIV virüsü gibi önem derecesi yüksek saptamalar için kullanılır.

Hematoloji Testi Nerede Yapılır?

Hematoloji testi, hematoloji laboratuvarında yapılır. Steril bir ortam gerektiren bir testtir. Kan örneği enjektörle alınır. Tek kullanımlık steril enjektör yardımıyla alınan kan örneği tüplere bölüştürülür. Tüplerdeki örnekler test türüne göre bilgi etiketi taşır. Kan örneği tüpleri, testin yapılacağı laboratuvara gönderilir.

Kan Testi Yaptırmak İçin Hangi Bölümden Randevu Alınır?

Testin kandaki hangi değerin ölçümü için kullanılacağı ve hangi hastalıktan şüphe edildiği önemlidir. Genel tarama için dahiliye bölümünden randevu talep etmeniz daha doğru olur. Dahiliye uzmanı bir hekime danışıp onun yönlendirmesine uyarak test yaptırmanız daha güvenilir sonuçlara yol açar. Kan testinin detaylı incelendiği bölüm hematolojidir. Hematoloji halk arasında yaygın bilinen bir bölüm değildir. Hematoloji dahiliye bölümüne bağlıdır. Dahiliye ise temel tıbbi branşlardan biridir ve iç hastalıkları bölümü olarak bilinir. İç organların işleyişi ve olası aksaklıkları takip ve tedavi etmek bu bölümün sorumluluğundadır. Daha detaylı açıklamak gerekirse hematoloji kan yapıcı organları, kanın yapısını ve durumunu inceleyen bilim dalıdır. Lenf bezleri de bu bölüme dahil bir gözlem alanıdır.

Kan Testini Kimler Yapar?

Kan testini hematoloji alanında çalışan hekimler ve laboratuvar ekibi yapar. Bu hekimler hematolog olarak anılır. Hematologlar aynı zamanda kan ile ilişkili hastalıklarda teşhis, takip ve tedavi aşamalarını üstlenerek hastalar ile ilgilenir.

Kan Testi Sonucu Ne Kadar Zamanda Çıkar?

Kan tahlili sonucu ortalama bir gün içinde çıkabilir. Kan testleri hızlı dönüş alınan tahlillerdir. Dolayısıyla hasta sayısına göre birimin yoğunluk durumu ve onun size dönüşü değişebilir. Bir sorun oluşmadığı takdirde kan testi sonucu aynı gün içinde de size ve hekiminize ulaşabilir ve incelenebilir.

Kan Testi Sonucu Hangi Bulguları Ortaya Koyabilir?

Kan testi kendi başına bir hastalığın habercisi olamayabilir. Hekim genel fiziki muayene akabinde hastanın durumuna göre kan tahlili yapılmasını ister. Bunun yanı sıra ek testlerde isteyebilir. Kan testi hekimin özellikle şüphelendiği duruma göre raporlanır. Demir değerlerini incelemek isterse rapor bu değeri içerir. Bu yüzden tek bir kan tahlili tüm durumları bir arada açıklayamaz. Kansızlığın varlığı ve türü, kan üretim miktarı ve iltihap varlığı, pıhtılaşma durumu, kemik iliği hastalığının varlığı, lösemi varlığı bu test ile öğrenilebilir. Kolestrol ve şeker ölçümüne, karaciğer fonksiyonlarının durumuna, B12 ve folik asit miktarına bu test ile bakılabilir. Ayrıca hemofili, gut hastalığı ve lenf kanseri varlığı irdelenebilir. Bağışıklık sisteminin ürettiği proteinlerin miktarı da incelenebilir.

Kan Testi ile Hangi Değerler Ölçülebilir?

Kan testi yapılarak hemoglobin, hematokrit, lökosit miktarı( WBC), eritosit miktarı( RBC), kan hücresindeki ortalama hemoglobin miktarı( MCH ) değerleri görülebilir. Ayrıca bu test ile ortalama kan hücresi hemoglobin konsantrasyonuna( MCHC ), ortalama kan hücresi hacmine( MCV), trombosit sayımı ve hacmine bakılabilir.

Kan Testi Sonucu Kime Verilmelidir?

Kan testi sonuçları testi talep eden hekime verilir. Testi gerekli gören hekim sonuçları inceler. Sonuçları yorumlayarak sorun olup olmadığını var ise sorunun ne olduğuna dair bir değerlendirme yapar. Eğer tahlili talep eden hekim bir hermatolog ise onlar doğrudan test sonucunu inceleyerek yorumlayacaktır. Böyle durumlarda testin verildiği yer hermatolojidir.

CategoriesGenel

Evde Pansuman Nasıl Yapılır?

Günlük hayatta oluşan ufak tefek düşme, çarpma gibi bazı kazalar nedeniyle vücudumuzun çeşitli yerlerinde yaralar meydana gelebilir. Yaralar bazen dikiş atılarak bazen de dikişsiz bir şekilde tedavi edilirken evde pansuman yapılması gerekebilir. Yaraların mikrop kapmaması ve enfeksiyon oluşmasını önlemek amacıyla mutlaka pansuman yapılmalıdır. Özellikle deri altında ortaya çıkan açılmalarda pansumana ihtiyaç duyulur. Bu gibi durumlarda evde pansuman yaparken eksiksiz ve doğru şekilde yapılması oldukça önemlidir. Oluşan yaranın sterilize edilmesi amacıyla yapılan pansuman, alanında uzman bir hemşire ya da sağlık görevlisi tarafından belirli aralıklarla tekrarlanmalıdır. Hastanede ya da evde pansuman konusunda dikkat edilmesi gereken en önemli nokta malzemelerin ve ortamın steril olmasıdır.

Pansuman Nedir?

Yaraları dış etkenlerden, mikroptan ve iltihap oluşmasından koruyan, etrafına basınç uygulamasını sağlayan, yaradan gelen kanın emilmesini veya üzerine sürülen ilacın kolay bir şekilde uygulanmasını sağlayan yara bakım işlemine pansuman denilir. Pansuman sayesinde yara hem daha çabuk iyileşir hem de daha az iz bırakır.

Evde Pansuman Yapmak İçin Gerekli Malzemeler Nelerdir?

Evde pansuman yapabilmek için; oksijenli su, gazlı bez, yapışkanlı bant, sıvı antiseptik, makas temelde ihtiyaç duyulan malzemelerdir. Pansuman işlemi hijyenik ellerle yapılması gerektiği için eldiven de pansuman yaparken lazım olan malzemeler listesine eklenebilir.

Pansumandan Önce Yapılması Gerekenler Nelerdir?

Evde pansuman yapmadan önce ortamın ve malzemelerin hazır olması gerekir. Malzemeler temiz bir sehpanın üzerine yerleştirilir ki pansuman sırasında rahatça ulaşılabilsin. Uygulamanın kolaylıkla yapılabilmesi için hastanın uzanmış olması gerekir. Pansuman yapan kişi hastaya yaranın temizliğini ve neler yapacağını anlatmalıdır. Bu sayede hem hastanın hem de pansuman işlemini yapanın işi kolaylaşır. Uygulamayı yapacak olan kişinin ellerinin temiz olması ve eldiven giymesi gerekir.

Pansuman Nasıl Yapılmalıdır?

Çoğu insanın bildiği pansuman işleminin klasik uygulaması, içerisinde iyot bileşikleri olan tentürdiyodu yara üzerine direkt temas ettirilerek yapılır. Fakat bu uygulama şekli oldukça yanlıştır. Yaraların durumuna göre pansumanın uygulama şekli ve gerekliliği farklılık gösterir. Bu yüzden bilinçsiz yapılan pansumanlar sakıncalı olabilir. Bu nedenle evde pansuman için konunun uzmanı bir sağlık personeli ya da hemşire tarafından yapılması en risksiz yöntemdir. Doğru yara pansumanında ilk adım yarayı akan su altına tutmaktır. Bu sayede üzerindeki yabancı cisimlerin ve partiküllerin temizlenmesi sağlanır. Daha sonra derinin açılan kısmının etrafına iyot içeren sıvı özenli bir şekilde sürülmelidir. İyot içeren bu sıvı sayesinde temas edilen yüzeydeki bakteriler ölür. Bu yüzden yaranın etrafındaki sağlıklı olan derisine iyot içeren sıvı, yaranın kendisine yani içerisine ise sadece antibiyotik olan merhemler sürülür. Bu aşamalar tamamladıktan sonra kuru ve temiz olan pansuman bezi yarayı kapatacak şekilde yapıştırılmalıdır. Yaranın iyileşme süresi tamamlanana kadar pansuman işlemi her gün düzenli olarak devam etmelidir. Bu sayede iyileşme süresi boyunca yaranın çevresel faktörlerden korunması da sağlanmış olur. Özellikle mikrobik iltihaplanmaları önlemek için pansuman oldukça önemlidir.

Hangi Durumlarda Evde Pansuman Yapılmalıdır?

  • Yara üzerinde oluşan akıntının giderilmesinde,
  • Yaranın olduğu yeri nemli tutarak kurumasını önlemede,
  • Yaranın mikrobik ve çevresel faktörlerden korunması gerektiğinde,
  • Kanamanın önüne geçilmesinde,
  • Yaranın etrafındaki dokuların tahriş olmasını önlemede,
  • Ağrıları dindirmede,
  • Herhangi bir sıcaklık kaybını engellemede evde pansuman en tesirli tedavilerden birisidir.

Özelliklerine Göre Pansuman Çeşitleri Nelerdir?

  • Koruyucu pansuman; Yarada kanamanın ve akıntının olmadığı zamanlarda yapılır. Bu sayede yara çevresel faktörlerden korunmuş olur.
  • Emici pansuman ise; yaraların akıntısının emilmesi için tercih edilen pansuman çeşididir. Yaradan kaynaklanan akıntının önüne geçilir.
  • Bir diğer pansuman ise basınçlı yapılır. Bu durumda yaradaki şişlik ve kanama azaltılır.

Nemlilik derecesine göre pansumanlar ise ikiye ayrılır. Bunlardan ilki kuru pansumandır.

  • Kuru pansuman; genelde yara üzerine pansuman materyalinin kuru bir şekilde uygulanmasıdır. Koruyucu pansuman ismi de verilir. Kuru karşıtı pansuman ise yaş pansumandır.
  • Yaş pansuman; iltihaplı yaralarda çok daha etkilidir. Yara üzerinde kabuk oluşumunu engellemek için yara yüzeyinin nemli ortamda kalması sağlamada yardımcı olur.
  • Yara yüzeyinin örtülüp örtülmediği durumlarda da farklı pansumanlar uygulanır. Açık pansuman; yaranın üstünde kabuk oluşumunu sağlamak için yaranın açık kaldığı yöntemdir. Hangi tarz yaraya hangi pansuman yapılacağı konusunda uzman sağlık görevlisi ya da hemşireden destek almak gerekir. İyi bir uygulama yapılabilmesi için malzemeleri tanımak ve hangi durumda hangisinin kullanılacağı bilinmesi gerekir. Bu sayede evde pansuman işlemi kolaylıkla yapılabilir. Hekimin yönlendirmesiyle alanında uzman bir sağlık personelinden de destek alınarak evde pansuman yapılabilir. Açık yara ya da dikişli yara gibi çeşitli yaralanmalarda kullanılacak ürün ve aksesuarlar birbirlerinden farklı olabilir. Özellikle gazlı bez seçimi yaranın durumuna göre belirlenir. Bu nedenle risk almamak için uzman personelden yardım alınması gerekir.

Dikişli Yaraların Evde Pansumanı Nasıl Yapılmalıdır?

Evde pansuman için hemşire ya da sağlıkçı personel tercih edilmelidir. Bu gibi durumlarda pansuman öncesi yapılması gereken şartlar sağlanır. Evde pansuman yapılması zahmetsiz olan yara tipidir, dikişli yaralar. Bu durumda;

  • Yara üzerinde olan eski bant yavaş bir şekilde sökülür,
  • Steril gazlı bez açılarak, dört köşesi orta kısmına dokunmadan katlanıp tutulur, temas etmeden steril gazlı bezin orta kısmana sıvı antiseptik dökülür, dikişler ve yaranın etrafı özenli bir şekilde silinir.
  • Yaralı bölgeyi sıvı antiseptik silip temizledikten sonra yaradan büyük ve yarayı kapatabilecek boyutta steril gazlı bez konur ve yapışkanlı bant ile kapatılır. Bu işlem için farklı boyutlarda gazlı bez bulunan steril yapışkanlı bantlar da vardır. Evde pansuman yaparken bu gibi kullanışlı olan malzemeler hem kolaylık hem de zamandan tasarruf etmenizi sağlar.

 

CategoriesGenel

Erkeklerde kısırlık belirtileri

Erkek kısırlığına; düşük sperm üretimi, anormal sperm fonksiyonu veya spermin verilmesini engelleyen tıkanıklıklar neden olabilmektedir. Çeşitli hastalıklar, yaralanmalar, kronik sağlık sorunları, yaşam tarzı seçimleri ve diğer faktörler de erkek kısırlığında rol oynayabilmektedir. Erkek kısırlığı konusunda uzman doktorlar tarafından yapılacak kapsamlı değerlendirme ve doğru tedavi planlaması çok önemlidir. Memorial Antalya Hastanesi Üroloji Bölümü’nden Op. Dr. Egemen İşgören, erkeklerde kısırlık belirtileri ve dikkat edilmesi gerekenler hakkında bilgi verdi.

 

Erkeklerde kısırlık nedir?

 

Dünya Sağlık Örgütü kısırlığı “Cinsel olarak aktif, herhangi bir korunma yöntemi kullanmayan çiftlerin en az bir yıllık düzenli cinsel ilişki ile normal yollardan çocuk sahibi olamaması” olarak tanımlamaktadır. Gebeliğe engel herhangi bir sorun olmaması durumunda dahi 1. ayın sonunda 100 çiftin 25’i, 1. yılın sonunda 100 çiftin 85’i, 2. yılın sonunda ise 100 çiftin 90’ı gebe kalabilmektedir.

 

Erkeklerde kısırlık neden olur?

Günümüz verilerine göre sağlıklı çiftlerin %15’i çocuk sahibi olamamaktadır ve bu çiftlerin yaklaşık %50’sinde erkeğe bağlı sorunlar bulunmaktadır. %10’unda ise açıklanamayan kısırlık söz konusudur. Erkek partner kaynaklı kısırlığın bir kısmı, doğurganlığı normal kadın partner tarafından telafi edilebilir, yani kısırlık her iki çiftte de doğurganlıkta azalma var ise ortaya çıkar.

 

Genel olarak erkeğe ait nedenler ve kadına ait nedenler olarak iki başlık altında sıralanabilir.

 

Erkeğe ait nedenler ana başlık olarak sağlıklı sperm hücrelerinin üretiminin olmaması,  üretilen sperm hücrelerinin meni içine taşınamaması, yeterli miktarda meni ve yeterli sayıda sperm hücresi bulunmaması, sperm hücrelerinin işlevsel ve hareketli olmaması olarak sıralanabilir.

 

Kadına ait nedenler ise rahim ağzı kaynaklı, rahim kaynaklı, tüp kaynaklı, yumurtalık kaynaklı ve karın zarı kaynaklı nedenler olarak sıralanabilir.

Erkeklerde kısırlık belirtileri nelerdir?

Kısırlığın başlıca belirtisi düzenli, korunmasız cinsel ilişki ile çocuk sahibi olamamaktır. Belirgin başka şikayete neden olmaz ya da belirtisi yoktur. Bazı durumlarda, kalıtımsal bozukluklar, hormonal düzensizlikler, testis damarlarında belirginleşme gibi altta yatan problemlerin şikayet ve belirtileri olabilir.

 

Nadiren, baba tarafı erkek akrabalarda benzer sorunlar olması üzerine şüphelenilebilir.

 

Erkeklerde kısırlık daha çok kimlerde görülür?

Sigara içen, sağlıklı beslenme alışkanlığı olmayan, düzensiz uyku alışkanlıkları bulunan, stresli bireylerde kısırlık riski artmaktadır. En sık karşılaşılan nedenler arasında varikosel adı verilen testis damar hastalığı yer alır.

 

Erkeklerde başlıca kısırlık nedenleri şu şekildedir;

  • Doğumda testislerin yerinde olmadığı erkeklerde
  • Çocukluk çağında sık ateşli hastalık geçiren erkeklerde
  • Ergenlikte testislerin de etkilendiği kabakulak hastalığı geçiren erkeklerde
  • Cinsel yolla bulaşan enfeksiyon öyküsü olan erkeklerde
  • Sertleşme ve erken boşalma gibi cinsel işlev bozukluğu olan erkeklerde
  • Yoğun sigara ve alkol tüketimi olan erkelerde
  • Kanser tedavisi gören erkeklerde kısırlık daha sık görülür.

 

Erkeklerde kısırlıkta risk faktörleri nelerdir?

  • Tütün ve tütün ürünleri tüketmek
  • Yoğun alkol kullanımı
  • Uyuşturucu madde kullanmak
  • Aşırı kilolu olmak
  • Toksinlere maruz kalmak
  • Testislerin aşırı ısınması
  • Testislerde travma yaşamış olmak
  • Daha önce vazektomi ya da büyük karın içi cerrahi müdahaleler geçirmek
  • İnmemiş testis
  • Bazı kalıtsal hastalıklar
  • Tümörler ve orak hücre hastalığı gibi kronik hastalıklar dahil olmak üzere belirli tıbbi durumlara sahip olmak
  • Kanser tedavisinde kullanılan cerrahi veya radyasyon gibi belirli ilaçları almak veya tıbbi tedavi görmek

Erkeklerde kısırlıkta tanısı tanı konulur?

Erkek kısırlığının tanısında ilk başvurulan test sperm sayımıdır. Ancak tek bir sperm sayım testi kesin tanı için yeterli olmaz. Avrupa Üroloji Derneği tanı için en az 1 ay ara ile yapılmış ardışık 3 sperm sayım testi önerirken, Amerikan Üreme Tıbbı Derneği ise en az ardışık 2 sperm sayım testi yapılmasını önermektedir.

Sperm sayım testlerinde bir anormallik tespit edildiğinde ise durumun ciddiyetine göre testis renkli utrasonografisi, hormon testler ve genetik testler yapılarak tanı kesinleştirilir.

Erkeklerde kısırlık tedavisi nasıl gerçekleştirilir?

Ilımlı sperm sayı ve hareket sorunlarında; sigarayı bırakmak, sağlıklı beslenmek, ideal kiloya ulaşmak, düzenli egzersiz yeterli olabilmektedir. Daha ciddi kısırlık sorunlarda varikosel ameliyatı, hormon düzensizliklerinin giderilmesi amacıyla tedavi planlanması, sperm kanal tıkanıklıklarını düzeltici cerrahiler gerekebilir. Meni içerisinde sperm hücresi bulunmayan uygun hastalarda mikro TESE, PESA, TESA gibi yöntemler ile testis içerisinden cerrahi yollarla sperm elde edilerek yardımcı üreme teknikleri kullanılabilir.

 

 

Eğer siz de üreme sağlığınız ve hormonlarınız konusunda bilgi almak istiyorsanız, Memorial Evde Sağlık Erkek Sağlığı paketlerinden ya da diğer hormon testi paketlerimizden faydalanarak gerekli testleri evinizin konforunda yapabilirsiniz.

 

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/erkek-sagligi-tarama-detayli-paket-check-up/

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/erkek-sagligi-tarama-temel-paket-check-up/

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/erkek-hormon-test-paketi/

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/testosteron-ve-kortizol-kontrol-testleri/

 

CategoriesGenel

AKCİĞER KANSERİ

Toplumsal sağlık sorunlarından biri olan akciğer kanserinin görülme sıklığı gün geçtikçe artış göstermektedir. Kanser kaynaklı ölümlerin birinci nedeni olan akciğer kanseri hem kadınlarda hem de erkeklerde görülmektedir. Sigara kullanımının başlıca neden olduğu akciğer kanserinde risk çevresel ve genetik faktörlerle de artmaktadır. Sessizce ilerleyebilen akciğer kanserinde erken tanı büyük önem taşır. Hastalığın tedavisi ise tümörün tipi, evresi ve hastaya göre planlanır. Memorial Ankara Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Selda Kaya, akciğer kanseri ile ilgili bilgi verdi.

Akciğer kanseri nedir?

Normal akciğer dokusu içinde bazı hücrelerin kontrol dışı çoğalarak akciğer içinde kitle oluşturması akciğer kanseri olarak tanımlanır. İlk önce akciğer içinde büyüme gösteren kitle, hastalığın ilerlemesi ile birlikte çevre dokulara veya dolaşım yoluyla diğer organlara yayılabilir. Dünyada tüm yaşlarda en sık görülen ve kanser kaynaklı ölümlerin birinci nedeni olan akciğer kanseri her iki cinsiyette de görülmektedir. Akciğer kanseri nedeniyle gerçekleşen ölümlerin %62,5’i 65 yaş altında gerçekleşmektedir.

Akciğer kanserinin türleri nelerdir?

Akciğer kanseri küçük hücreli (KHAK) ve küçük hücreli dışı (KHDAK) olarak iki temel grubu ayrılır.  Skuamöz hücreli karsinom, adenokarsinom ve büyük hücreli karsinom küçük hücreli dışı akciğer kanseri grubunda yer alır. Akciğer kanserinin yaklaşık yüzde 80’ini küçük hücreli dışı grup oluşturur.  Ülkemizde KHDAK sıklığı yüzde 85, KHAK ise yüzde 15 oranında kabul edilirken, adenokarsinomlar ise tüm akciğer kanserlerinin yüzde 35-40’ını oluşturur. Ülkemizde görülme oranı ise yüzde 32,3’tür. Skuamöz hücreli karsinomlar akciğer karsinomlarının yüzde 25-30’unu oluşturur ve yüzde 90 oranında sigara kullanımı ile ilişkili olarak ortaya çıkar.

Akciğer kanseri evreleri nelerdir?

Akciğer kanserinin evresinin saptanması tedavi şeklini belirlemede, hastalığın ağırlığını tespit etmek açısından önemlidir. Hastalığın başka organlara yayılıp yayılmadığı, hastanın efor kapasitesi ve günlük yaşam içindeki hareketliliği de evreleme kadar tedavi başarısını etkiler. Evrelemede ise Uluslararası Akciğer Kanseri Çalışma Grubu’nun – IASLC) TNM sistemi kullanılır (T: primer tümör, N: bölgesel lenf bezleri, M: uzak metastaz). Evrelemede akciğerlerde var olan tümörün lenf bezleri ya da sistemik dolaşım yoluyla diğer organlara yayılıp yayılmadığının tespiti her hastada yapılmalıdır.

Evrelemenin yapılması, hastaya uygulanacak tedavinin planlanmasında ve hastalığın seyrinin tespit edilmesinde önem taşır. Bununla birlikte aynı hastalığı yaşayan hastaların gruplandırması, hastalığın görülme sıklığının belirlenmesi ve buna tekabül eden tedavi yöntemlerinin tespit edilmesi için de gereklidir.

Akciğer kanserinin nedenleri nelerdir?

Akciğer kanserinin nedenleri aşağıdaki şekilde sıralanabilir:

-Sigara (tütün) kullanımı: Sigara kullanımı akciğer kanseri gelişiminde etkisi ispatlanmış en önemli risk faktörünü oluşturmaktadır. Akciğer kanserlerinin yüzde 90’nı sigara kaynaklı ortaya çıkar. Sigara dumanında 4 binden fazla kimyasal madde bulunur ve bunların da 50’den fazlası kansere yol açar. Sigara kullanımı akciğer kanserinin bilinen en önemli nedenidir. Günümüzde bu hastalığın bu kadar çok görülmesinin sebebini özellikle tütün sektörünün gelişmesi ve yaygınlaşması oluşturmaktadır. Dünya genelinde 1,2 milyar kişinin sigara kullandığı ve bugünkü eğilimin devam etmesi halinde 2030 yılında yaklaşık 2 milyar kişinin sigara içicisi olacağı tahmin edilmektedir. Sigara dumanında bulunan polivinil hidrokarbonlar, vinil klorid, nikel, aldehidler, peroksitler, nitrozaminler ve benzopiren tanımlanmış olan karsinojenlerden birkaçını oluşturur.

Sosyoekonomik düzeyi yüksek olan ve belirli bir gelişmişlik seviyesine ulaşan ülkelerde sigara kullanımının önlenmesi, bu ülkelerde akciğer kanseri görülme sıklığının giderek azalmasını sağlamaktadır. Ancak maalesef ülkemizde sigara kullanım oranı çok yüksek olmakta; Türkiye İstatistik Kurumu 2016 yılı verilerine göre; ülkemizde 15 yaş üzeri nüfusun yüzde 26,5’inin her gün bir tütün ürünü kullandığı ortaya konulmaktadır.

-Pasif sigara içimi: sigara içmediği halde, sigara içilen ortamda kalanlar veya çalışanlar da akciğer kanseri riski taşır. Özellikle kapalı ortamlarda sigara içilmemesi bu riski düşüren uygulamalardan birini oluşturmaktadır.

-Fibröz mineraller (asbest ve erionit): Hem mesleki hem de yaşam ortamı açısından asbest ve erionit gibi maddelere maruz kalanlarda kanser riski artış gösterir. Madenlerde, tersanelerde, yalıtım malzemesi yapımı gibi sektörlerde çalışanlar asbeste maruz kalır. Bununla birlikte çevresel olarak ise ülkemizde bazı kırsal yörelerde “ak toprak” diye adlandırılan ve evlerin duvarlarını sıvamada kullanılan malzemenin içinde bulunan asbest maddesi ve Kapadokya bölgesinde bulunan asbest benzeri erionit maddesi yıllar içinde nefes yolu ile akciğer ve zarına yerleşip kanser oluşturabilir.

-Radon (radyasyon):  Radon gazının akciğer kanserine yol açtığı yapılan çalışmalarla ortaya konulmuştur. Toprakta doğal olarak bulunan, kokusuz radyoaktif bir gaz olan radon, özellikle uranyum madenlerinde olmak üzere bazen ev ortamlarında da bulunabilir.

-Ailesel yatkınlık: Aile öyküsünde akciğer kanseri olan kişilerde bu hastalığa yakalanma riski iki kat artış göstermektedir. Normalde akciğer kanseri kalıtsal bir hastalık olmamakla birlikte, yakınlarında akciğer kanserinin olması kişiler için bu riski artırır. Özellikle sigara içimi, benzer davranışsal kişilik özellikleri göstermek gibi sebepler bu riski yükseltmektedir. Bu nedenle akciğer kanseri olan kişilerin çocukları ve yakın akrabaları diğer risk faktörlerinden (özellikle sigaradan) uzak durmalı, yakınma ve yaşam stillerine göre periyodik kontrol muayenelerini ihmal etmemelidirler.

Akciğer kanserinin tanısı nasıl konulur?

Akciğer kanserinin tanısı için öncelikle göğüs hastalıkları konusunda uzman bir hekim tarafından fiziki muayene gerçekleştirilir. Muayene ile birlikte öncelikle bir akciğer röntgeni istenir. Akciğer filminde normal olmayan gölgelenmelerin görülmesi durumunda tanıyı doğrulamak için farklı testler istenebilir. Bu testler şöyle sıralanabilir:

Bilgisayarlı tomografi: Uygun hastalarda çekilen bilgisayarlı tomografi sonucu ortaya çıkan görüntüler ile hastalığın daha iyi görülmesi ve kitleye nasıl ulaşılması gerektiği ortaya konulabilir.

Balgam sitolojisi: Balgam sitolojisi, balgamda kanser hücreleri aranması yöntemidir.

Bronkoskopi: Ucunda kamera ve ışık olan optik bir cihaz olan bronkoskop ile hastanın ağız veya burun deliklerinden girilip, bronşlara ulaşılması ve böylece akciğerin çeşitli bölgelerinin görüntülenmesi ve aynı zamanda örnek alınması sağlanır. İşlem genellikle sedasyon altında gerçekleştirilir. Acı vermeyen bu işlem tümörde ilerleme veya yayılma gibi bir etkiye neden olmaz. Kanserin tanısı ve tipi bu işlemde alınan örneğin patolojik incelemesi sonucunda konulur.

İnce iğne aspirasyonu:  görüntüleme yöntemleri rehberliğinde hastanın göğüs duvarından özel iğneler ile girilerek tümörden örnek alınması işlemidir.

Torasentez: Akciğerleri çevreleyen zarın içinde sıvı birikmesi durumunda bir iğne ile göğüs duvarından girilerek örnek alınıp incelenmesi işlemidir.

Torakoskopi: İki kaburga kemiği arasından göğüs boşluğuna ucu ışıklı bir boru yardımıyla girilip örnek elde edilmesi işlemidir. Torakoskopi video eşliğinde uygulanırsa buna videotorakoskopi ya da kısaltılmış şekliyle VATS adı verilir. VATS işlemi sırasında akciğer ve zarları yanı sıra lenf bezlerinden de örnekler alınabilir.

Torakotomi: Kanseri tanımak için tümörden bir parça almak amacıyla göğüs kafesinin cerrahi müdahale ile açılması işlemidir.

Akciğer kanserinin tedavisi nasıl uygulanır?

Hastanın sağ kalım süresini uzatmak ve yaşam kalitesini arttırmaya çalışmak akciğer kanseri tedavisinin temelini oluşturmaktadır. Bunun için göğüs hastalıkları, göğüs cerrahisi ve tıbbi onkoloji bölümlerinin multidisipliner bir yaklaşımla kişiye özel tedaviler uygulanması gerekmektedir. Akciğer kanseri tedavisinde en önemli nokta tanı konulduktan sonra hastanın doğru tedavi yöntemine ulaşabilmesidir. Bu hastalıkta uygulanacak tedaviler özel kemoterapötik ajanlar, cerrahi tedaviler ve immünoterapilerdir. Her tedavi ile ilgili hasta ve ailesi eğitilmeli ve bilgilendirilmelidir. Bununla birlikte kişiye ve ailesine psikolojik destek, palyatif bakım, beslenme eğitimi ve desteği verilmesi tedavinin diğer önemli komponentleridir.

Takip süreci akciğer kanserinin en önemli noktalarından birini oluşturur. Bu takipler ile hastalığın tedavi sürecinde ve özellikle cerrahi uygulama sonrasında tekrarlama veya ilerleme durumları tespit edilir. Bu süreçte hastalar ve hasta yakınları psikolojik destek sürecine ve tedavi akışına dahil edilmelidir.

Akciğer kanserinin risk faktörleri nelerdir?

Akciğer kanseri için genel risk faktörleri; sigara, radyasyon maruziyeti, çevresel toksinler ( asbest arsenik radon vb ) , pulmoner fibrozis veya akciğerde sekel bırakan hastalık geçirme, HIV, genetik faktörler ve alkoldür.

Akciğer kanseri kimlerde daha çok görülür?

Erken evrede tanı alan akciğer kanseri hastalarında sağ kalım oranı ortalama yüzde 70’tir. İleri evre kanserde ise bu oran düşmektedir. Tüm tedavi yöntemlerine rağmen, akciğer kanseri hastalarının yüzde 86’sı tanıyı takip eden beş yıl içinde ölmektedir. Bu sebeple akciğer kanserinde tanının erken evrede yapılabilmesi oldukça kritiktir.

Hiç sigara içmeyenler veya sigara içmeyi bırakmış olanlara göre, mevcut sigara içen kişilerde yeni akciğer kanseri vakası görülme oranı daha yüksektir. Sigarayı bıraktıktan 10 yıl sonra, akciğer kanseri riskinin yüzde 50 oranında azaldığı gözlemlenmiştir. Sigara içimi yaygınlığı açısından ülkemizde akciğer kanseri görülme oranlarında halen erkek cinsiyet ön plandadır.

Akciğer kanseri açısından yüksek risk grupları şu şekildedir:

– Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanmış olduğu üzere, ülkemizde görülen akciğer kanserlerinin yüzde 90’ı sigara kullanımına bağlı ortaya çıkmaktadır. Etkin bir tütün kontrolü sağlandığında, akciğer kanserleri dahil olmak üzere tütün kullanımına bağlı her yıl yaklaşık 110 bin ölüm önlenebilecektir.

-Erkek cinsiyet ön planda görülmesine karşın son yıllarda kadınlar arasında sigara içiminin yaygınlaşması sonucu cinsiyet farkı azalmaktadır. Akciğer kanseri; ülkemizde her iki cinsiyet için yıllık yüz binde 61,2 görülme sıklığına sahiptir

– Ailede akciğer kanseri hastası olması, toplumdaki diğer bireylere göre akciğer kanseri olma riskini artırır.

– Mesleki veya çevresel anlamda kimyasal madde maruziyet öyküsü, aile öyküsü de akciğer kanseri olan kişilerde riski iki kat artırmaktadır. Bununla birlikte, çevresel radyasyon kaynaklı radon gazı maruziyetinde yüzde 8-11, asbest maruziyetinde 1,5-5,4 kat oranında risk artışı bulunmaktadır. Radon gazı, akciğer kanserinde sigaradan sonra en önemli etken olup, akciğer kanserinin yüzde 3 ile 15’inden sorumludur.

– Kanserleşme açısından tüberküloz, pulmoner fibrozis veya KOAH gibi yüksek risk grubunda yer alabilecek hastalıklara sahip olunması akciğer kanseri riskini artırır.

Akciğer kanserinden kurtulma şansı var mıdır?

Belirlenen risk faktörlerinden en önemlisi sigara ve diğer tütün ürünleri olduğuna göre en önemli aşama tütün ve tütün ürünleri ile mücadeledir. Sigaranın bırakılması, tedaviye yanıt ve yaşam kalitesi açısından çok önemlidir. Erken tanı akciğer kanserinde hayat kurtarıcıdır. Bu nedenle risk taşıyan kişilerin tarama yöntemleri açısından en uygun olan tetkik ile takibi erken tanı şansını artırır. Ancak ne yazık ki halen akciğer kanserinin erken tanısında kullanılabilen kesin bir metot yoktur. Tanı sonrası kanserin evre ve yaygınlığına göre bu hastalıktan tamamen kurtulma şansı vardır. Son yıllarda geliştirilen yeni tedavi metotlarıyla da yaşam sürelerinde artış sağlanabilmektedir.

Kaç yıl sigara içen akciğer kanseri olur?

Günde içilen sigara miktarı ve içilen yıl sayısı artıkça risk artmaktadır. Uzun süre (ortalama 30 yıl ) sigara içenlerin yaklaşık 1/7’sinde akciğer kanseri gelişir. Ancak sigaranın bırakılmasını takip eden 10 yıl içinde akciğer kanseri gelişme riski normal popülasyona göre yüzde 50 azalmaktadır. İçilen sigara miktarı ve süreden bağımsız olarak da kişisel farklılıklar nedeniyle bazı kişiler süre ve dozdan bağımsız olarak kanser olma riski taşıyabilir.

Akciğerden biri alınırsa ne olur?

Akciğerlerden birinin tamamı ya da kısmen alınması durumunda, alınan dokunun fonksiyonlarını ve görevlerini kalan akciğer dokusu büyüyerek ve kapasitesini artırarak üstlenir. Ancak bu  bir kısım hastada yaşam standardını belli bir aşamada idame ettirecek kadar kısıtlı kalabilir. Bazen de hastada hiç fonksiyonel yönden kayıp oluşturmaz ve  tama yakın iyileşme gerçekleşir. Ancak burada en önemli konu kalan akciğer dokusunun temel fonksiyonlarını etkilemeyecek bir yaşam tarzı benimsenmesidir. (Örneğin sigara içilmemesi gibi)

Akciğer kanseri kendiliğinden geçer mi?

Akciğer kanseri normal dokuda gerçekleşen büyüme, bölünme faaliyetinin kontrolsüz bir şekilde artması yani otonomi kazanması durumudur. O nedenle bu olayın kontrol altına alınması için tedavi ve yaşam tarzı değişiklikleri gerekir. Dokudaki çoğalma otonomi kazandıktan sonra yani kanserleşme süreci başladıktan sonra olayın geri dönüşü mümkün olmaz. Hastalık teşhis edildikten sonra mutlaka  tedavi ve  takip  gerektirir.

Akciğer kanseri olanların nelere dikkat etmesi gerekir?

Sigara içilmemesi ve bilinen diğer risk faktörlerinden uzaklaşılması, sağlıklı ve dengeli beslenme, kişiye uygun spor ve egzersiz programı, düzenli doktor kontrolleri, tedavi planlarına uyum, kanser tanısı aldıktan sonraki tüm süreçlerin sağlıklı yürütülebilmesi için psikososyal destek alınması önemlidir.

Akciğer kanserinden korunma yolları nelerdir? Akciğer kanserinden korunmak için neler yapılması gerekir?

Akciğer kanserinden korunmak için sigara ve tütün kullanımı bırakılmalı, sağlıklı yaşamı destekleyen beslenme programı uygulanmalı, egzersiz yapılmalı, gerekli görülen koşullarda doktor kontrolü ve özellikle aktif sigara içen ve ailesinde kanser öyküsü olan kişiler erken teşhis ve tarama programlarına dahil olmalıdır.

Siz de genel sağlığınızdan emin olmak istiyorsanız, Evde Sağlık “Genel Sağlık Tarama Paketi” kapsamındaki testleri bulunduğunuz adreste yaptırmak için linke tıklayabilirsiniz.

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/genel-saglik-tarama-paketi/

CategoriesGenel

Pozisyon Verme Talimatı Nasıl Olmalıdır?

Yaşı nüfusun artmasıyla birlikte yaşa bağlı olarak görülen hastalıklar da artar. Bu hastalıklar arasında alzheimer, demans ve kemik erimesi gibi hastalıklar öne çıkar. Yaşam kalitesini düşüren bu tarz hastalıklarla mücadele eden yaş almış kişilerin bakımı hastane ya da sağlık merkezinde değil daha çok evde gerçekleşir. Uzman sağlık görevlisi ya da hasta yakını tarafından gerçekleştirilen bu tarz evde bakım uygulamalarında bazı kritik detaylar öne çıkar.

Yaşlı Bakımı Nedir?

Yaşlı bakımı için her ne kadar huzurevleri, bakım evleri, yaşlı bakımını meslek edinen kişilerden yardım alınsa da temelde yaşlı bireyin ait olduğu aile bireylerinin de yaşlı bakımı konusunda bilgi sahibi olmaları önemlidir. Yaşlı bakımı sadece yaşlı bireyin beslenmesi, kişisel temizliği, hastalıklarının takip altında olmasını içermez. Aynı zamanda bireyin kalan yaşam süresini mümkün olduğunca huzurlu, mutlu bir şekilde geçirmesi için gerekli olan koşulların, davranışların sağlanması hususunu içerir. Kronik hastalığı olan, tekerlekli sandalyeye ya da yatağa bağımlı olan yaşlı bireylerin bakımında öne çıkan konular vardır. Kişinin ev konforunun iyileştirilmesi, evde kullanılması gereken medikal cihazların tespit edilerek temin edilmesi, yatalak yaşlı bireylerde banyo, kişisel temizlik gibi konularda yardımcı ev ürünlerinin temin edilmesi, ev eşyalarının bireyin kolayca ulaşması ve kullanmasını sağlayacak şekilde düzenlenmesi öne çıkan konular arasında yer alır. Bireyin daha konforlu ve huzurlu şekilde kalan yaşamını sürdürebilmesi için bu öncelikler hayata geçirilmelidir.

Yaşlı Bakımı Sırasında Nelere Dikkat Etmek Gerekir?

Yaşlı bakımında, öncelikle evde temizliği, düzeni, havalandırılmış ortamı sağlamak önemlidir. Bireyin yaşamını zorlaştıran eşyaların yerine sade, kolay ulaşılır eşyaları evinde bulundurmak sağlıklı olacaktır. Yaşlı bakımında en önemli konu, bireyin kişisel temizliğinin kişinin sağlığını koruyacak, iyiliğine katkı sağlayacak şekilde yapılmasıdır. Yaşlı bireyin haftada en az bir kere uygun banyo malzemeleriyle yıkanması gerekir. Bireye mümkün olduğunca rahat, pamuklu, teri emen kıyafetler giydirmek önemlidir. Yaşlı bireyin günlük, ağız, diş, kulak, göz, genital bölge, makat temizliğini yapmasını sağlamak gerekir. Bedensel kısıtı varsa bakıcı yardımıyla günlük kişisel temizliğinin 7-8 saatlik periyotlarda yapılması sağlanır. Bireyin hareket imkanı vücut kısıtları nedeniyle azaldığından, kemiklerin zayıflaması, kasların giderek erimesi söz konusudur. Bu nedenle yaşlı bireyin açık havada veya evde kısa süreli yürüyüş yapması sağlanmalıdır. Bireyin fiziksel kısıtı bulunuyorsa o zaman oturduğu yerde hafif kol hareketleri, boyun hareketleri, bacak egzersizi mutlaka yaptırılmalıdır. Tamamen yatağa bağlı yaşlılarda bacak kas kütlesi hareketsizlik nedeniyle azalır. Ayrıca hareketsiz bacaklar nedeniyle belli iç organlara pıhtı atma riski artar. Bunları engellemek için kişinin bacaklarına dairesel hareketlerle kaslarını harekete geçirecek şekilde masaj yapılmalıdır.

Yatağa Bağımlı Yaşlı Bakımında Önemli Hususlar Nelerdir?

Yatağa bağımlı yaşlı bakımında günlük kişisel temizlik konusu ön plandadır. Kendi kendine bu ihtiyaçlarını yerine getiremeyen bireye aile bireylerinden birinin ya da profesyonel bir bakıcının desteği şarttır. Yaşlı bireyin banyosu haftada bir kez mutlaka yaptırılmalıdır. Banyo için uygun sandalye, ya da yatakta banyoyu sağlayan ürünlerin desteğiyle kişiye ilave yük getirmeden, fiziksel zarara neden olmadan banyo yaptırılmalıdır. Ayrıca yaşlı bireylerde ağız temizliği için diş fırçalanması, gazlı bezle ağız salgılarının fazlasının alınması gibi zaruri ihtiyaçlar giderilmelidir. Tuvalet ihtiyacı genelde bu hastalarda en çok zorlanılan konu olup, bu konuda son yıllarda geliştirilen teknolojik ürünlerden faydalanılmalıdır. Cilde zarar vermeyen ıslak mendiller makat ve genital temizlikte kullanılabilir. Ayrıca bu bireylerde yatmaktan kaynaklı kuruluk ve bası nedeniyle ciltte yara oluşumu fazlaca olur. Cilt yaralarını engellemek için günlük 2-3 kez temiz cilt uygun kremlerle nemlendirilmeli, yaşlı hastanın bedeninde bası yaraları olmasın diye yatak pozisyonu sık sık değiştirilmelidir.

Yatağa Bağımlı Yaşlı Bireye Pozisyon Verme Nedir?

Yatağa bağımlı yaşlı bireylerde sürekli yatmaktan kaynaklı yatakla vücudun arasında kalan boşluklu bölgelerde yer çekiminin de etkisiyle sürekli baskı oluşur. Yeterli su alımı yoksa kuruyan ciltle beraber bu bölgelerde öncesinde kızaran cilt üzerinde sonrasında yaralar açılır. Açılan yaralar kolayca enfeksiyon kaptığından, vücutta enfeksiyon artışının ölüme kadar giden etkileri olur. Bu nedenle yatağa bağımlı hastanın yatak pozisyonu 20 dakikayı bulmayan sürelerde değiştirilmelidir. Hasta hiç hareket edemiyorsa 2 saatte bir mutlaka pozisyon değiştirilmelidir. Bunun için öncelikle pozisyon verme talimatı konusunda bilgi sahibi olan uzman sağlık personelinin tavsiyesi ile belirli pozisyonlar belirlenmesi gerekir.

Yatağa Bağımlı Yaşlı Bireye Pozisyon Verme Nasıl Yapılır?

Hastaya pozisyon değişiminde ekstra yük gelmemesi, cildinde tahriş olmaması, pozisyon değiştirirken uzuvların zarar görmemesi için yatağında mutlaka ara çarşafı denilen yatak çarşafı dışında çarşaf olmalıdır. Ara çarşafı yardımıyla hastaya pozisyon verilmelidir. Ayrıca yaşlı hastanın yatağında irili ufaklı ebatlarda yastıklar olmalıdır. Yatan kişinin vücut bölgesinde yatağa değmeyen diz, bel, boyun, dirsek boşlukları baş yastığıyla desteklenmeli, uzun süreli yer çekimi etkisinden korunmalıdır. Yan pozisyonda yatırılan hastalarda yumuşak yastıklarla diğer kol ve bacağın yatılan taraftaki kol ve bacağa yük olması engellenmelidir. Yan pozisyonda yatırılan hastanın avuç içine top tutar gibi küçük rulo yastıklar yerleştirilmelidir. Yatağa bağımlı yaşlılarda sağ yan yatış pozisyonu, sol yan yatış pozisyonu, sırt üstü yatış pozisyonu, yüz üstü yatış pozisyonu, yüz üstü hafif yan yatış pozisyonu, yarı oturur pozisyon, oturur pozisyon şeklinde yatak pozisyonları vardır. Bu pozisyonların her birinde yaşlı bireyin vücudunun boşta kalan bölgelerinin irili ufaklı yastıklarla desteklenmesi önemlidir. Bunu yaparken ilgili vücut bölümlerinin yumuşak yastıkla yeterince desteklendiğinden emin olunmalıdır. Mümkünse 20 dakikada bir yatış pozisyonu ufak değişikliklerle başka pozisyona dönüştürülmelidir. Ellerde avuç içine, ayak tabanlarına uygun küçük rulo yastıklarla destek yapılması unutulmamalıdır. Hastanın yatış pozisyon değişikliği ne kadar bilinçli yapılırsa vücudunun basınçtan daha az etkileneceği ve bası yaralarının engelleneceği bilinmelidir.

 

CategoriesGenel

Venöz ülser nedir? Venöz yetmezlik yaraları nasıl olur?

Venöz ülser, bacak toplardamarındaki yetmezlik sonucu ayak bileği ve çevresinde meydana gelen yaralardır. Varis yarası olarak da adlandırılan bu hastalık, çeşitli nedenlere bağlı olarak ortaya çıkar. Tedavi edilmeyen varis ve kronik venöz yetmezliği sık görülen nedenlerdir. Toplardamar içerisinde bulunan basıncın artarak bacakta yaralar, deride bozulmalar, şişlikler ya da varisler oluşur. Bacakta yaralar kendiliğinden açılarak akıntı ve enfeksiyon görülmeye başlar. Dokuda oluşan hücre kaybı, ilerleyen aşamalarda deri ve doku kaybına kadar gidebilir.

Venöz Ülser Nasıl Oluşur?

Venöz ülser sorunu, ayakta ve bacakta yaralar şeklinde görülür. Bu hastalığın oluşum şekilleri;

  • Toplardamar içerisinde akımın ters yöne akıp yerçekimi etkisi ile dolaşım sisteminin aksine bacakta birikmesidir. Toplardamardaki kapakçıkların görevini yerine getirememesi sonucu, bacakta deri bütünlüğü bozulmaya başlar.
  • Toplardamarda bulunan tıkanıklıklar, kanın ayak ve bacakta göllenmesine neden olur. Pıhtı gibi durumlar, bacakta yaraların açılmasına önemli ölçüde etki eder.

Her iki durumda da, basınç arttığı için damar yapısı bozulur. Zarar gören dokular bu varis yarası ile sonuçlanır. Bu yaralar; şişlik, renk değişimi ve deride kalınlaşma gibi sorunların ilerlemesi ile meydana gelir. Uygun tedaviler sonucunda, uzun bir süreç ile birlikte iyileşir.

 

Venöz Ülserin Aşamaları Nelerdir?

Bacakta yaralar oluşmadan önce hastalık bazı aşamalardan geçer. Birinci aşama; kızarık ve ödemli bir cilt bölgesi oluşur. Genellikle, böcek sokması ve kaşıntı hissedildiği için hastalar tarafından önemsenmeyebilir. İkinci aşamada, bu bölgeden hafif bir akıntı akar. Bu durum kızarık, kuru ve çatlak bir cilt bölgesini de beraberinde getirir. Üçüncü aşama, bu bölgedeki dokunun ölmesiyle başlar. Sonrasında, bacakta yaraların iyileşmeye başladığı görülse de, bir süre sonra tekrar açılabilir. Dördüncü yani son aşamada, bacakta yaralar net bir şekilde gözükerek rahatsız edici bir görünüm oluşturur. Kendi kendine iyileşmeyen bu yaralar, tedavi edilerek geçirilir. Temizliğin önemli olduğu bu hastalıkta, doktorunuzdan yara bakımı ile ilgili bilgiler alarak hareket edebilirsiniz. Hayat kalitenizi artırarak, sağlıklı yaşayarak ve kan dolaşımınız ile ilgili bir sorun yaşadığınız zaman doktora giderek bu riski azaltabilir ve erken teşhis ile tedavi ettirebilirsiniz.

Venöz Ülserin Belirtileri Nelerdir?

Venöz ülser olan hastalarda ağrı, kaşıntı ve damarların belirginleşmesi gibi durumlar gözlemlenir. Genellikle, hastalığın ilk belirtisi ayak bileğinin iç ve ön yüzünde oluşan ödemdir. Kaşıntı ve damar genişlemesi ile devam eden bu hastalık, bacakta yaralar ile sonuçlanır. Venöz ülserin belirtileri arasında;

  • Bölgenin çevresindeki cilt yapısında kalınlaşma ve kahverengi bir görünüm,
  • Nadiren kepeklenme,
  • Bacakta sık varis oluşumu,
  • Bacakta kramplar
  • Bacakta yaralarda yeşil ve kırmızı renge yakın akıntılar,
  • Yaraların ağrıması,
  • Yorgun ve ağır bir bacak,
  • Genellikle geceleri yaşanan bir huzursuzluk,
  • Ağrıdan kaynaklı hareket kıstlığı yer alır.

Hastalığın Nedenleri Ve Risk Faktörleri Nelerdir?

Venöz ülser, toplardamar sağlığını korumakla önlenir. Potansiyel risk faktörlerini bilmek, bu hastalıktan kurtulmanıza yardımcı olur. Venöz ülser görülme sıklığının arttığı durumlar;

  • İleri yaş,
  • Obezite,
  • Hipertansiyon,
  • Diyabet,
  • Sigara içmek,
  • Genetik yatkınlık,
  • Kalp veya böbrek yetmezliği,
  • Sosyoekonomik yetersizlik,
  • Fiziksel aktivite yetersizliği,
  • Variköz Venler,
  • Önceden geçirilmiş bacak tramvaları,
  • Hamilelik,
  • Venöz Tromboz geçirmek.

Hastalığın Tanısı Nasıl Konur?

Venöz ülser teşhisinde doktor yönlendirmesi önemli bir rol oynar. Yara şekli, ağrı şiddeti ve sıklığı, nabız ve varis sorunu olup olmadığı, genetik faktörler ve önceden toplardamarda herhangi bir rahatsızlığın yaşanıp yaşanmadığı gibi bilgiler, hastalığın tanısında faydalı olur. Hastanın sağlık sorunları teşhis sürecini doğrudan etkiler. Muayene ayakta ya da oturarak yapılır. Bacakta yaralar oluşmadan önce doktora gidilerek tanı ve tedavi sürecine başlanabilir. Bu süreçte kullanılan teşhis yöntemleri;

  • Toplardamardaki ters akımı ve tıkanıklıkları belirleyen Renkli Doppler Ultrasonografi,
  • Karın içinde bulunan toplardamarda tıkanıklık, incelme veya sıkışmanın değerlendirilmesini sağlayan Bilgisayarlı Tomografi Venografi,
  • Ultasonografiden sonra istenen Manyetik Rezonans Görüntüleme,
  • Damarların genel görüntüsüne bakılan Venografi veya diğer ismiyle Anjiyo,
  • Damarların içinin üç boyutlu görüntüsünün alındığı Damar İçi Ultrason.

Venöz Ülser Hastalığının Gelişmesi Nasıl Önlenir?

Risk faktörlerini taşıyan hastalar, bacakta yaraların oluşma evresine kadar önlem alabilir. Gelişmesini engelleyerek sağlıklarını koruyabilir. Venöz ülserin gelişme ve semptom gösteren hastaların komplikasyon riskini en aza indirmenizi sağlayan önlemler;

  • Ayak ve bacaklarınızı olağandışı renk değişimleri ve yaralar için incelemek,
  • Uzun süre oturmak veya ayakta kalmaktan kaçınmak,
  • Bacaklarınızı düzenli aralıklarla yüksek bir yere kaldırmak,
  • Ayak ve bacakta yaralar oluşmamasına dikkat etmek,
  • Otururken bacak bacak üstüne atmaktan kaçınmak,
  • Sigara içmemek,
  • Aşırı sıcakta kalmamak,
  • Mümkün olduğu kadar sık egzersiz yapmak.

Venöz Ülserin Tedavisi Nasıl Yapılır?

Hastalığın tedavisi, kalp ve damar cerrahları tarafından yapılır. Ülserin durumu, tedavi planı sürecinde belirleyici bir rol oynar. Bu hastalığı yaratan damarların tespit edilmesi ile başlar. Bacakta yaraların komplike olup olmadığı belirlenerek tedavi edilir. Yara kapatılarak yarayı oluşturan nedenler de iyileştirilir. Belirli aşamalarda oluşan yaralar için yara bakım krem ve örtüleri, antibiyotikler, doku beslenmesini artıran ilaçlar ile varis çorapları gibi yöntemler kullanılır. İlerleyen aşamalarda, alanında uzman doktorlar invaziv, skleroterapi, bypass, kapak rekonstrüksiyon ve PRP gibi teknikler önerebilir. Bacakta yaralar tedavi edilerek hastaya yaşamında yapabileceği değişiklikler ile ilgili tavsiyelerde bulunur. Sigara kullanımını azaltmak, stresi minimuma indirmek ve belli aralıklarla egzersiz yapmak sayılabilir.

Bacakta Yaralar Tedavi Edilmezse Ne Olur?

Bacakta yaralar kapansa da, tedavi edilmediği taktirde tekrar açılma riski vardır. Kapanmayacak hale gelen yaralar, yaygın enfeksiyonlar ile lenfatik drenajın bozulmasına neden olur. Enfeksiyonlar derinleşip kemik rahatsızlıkları ve akıntıları meydana getirir. Bu durum, fiziksel rahatlıklara yol açarak yaşam kalitesini etkiler. Aynı zamanda, ağrılar ilaçla geçmeyerek dayanılmaz hale gelir. Hastanın günlük yaşamı yara alır.

CategoriesGenel

Hasta Transferi Nasıl Olur?

Hasta transferi; yoğun bakımlar arasında, farklı bir ameliyathaneye ve hastanede bölümler arasında gerçekleşir. Bu işlemin yapılacağı kurumlar arasındaki mesafe ve hastanın gereksinimleri doğrultusunda transfer sürecindeki ihtiyaçlar belirlenir. Bu süreçteki ihtiyaçlar ve sürecin nasıl gerçekleşmesi gerektiği hakkında bazı resmi, bazıları da hasta ihtiyaç durumuna göre çeşitli uygulamalar bulunur.

Hasta Transferi Nasıl Yapılır?

Hastanın bir hastaneden transfer sürecinde dikkat edilecek en önemli nokta hastanın iyi tanınmasıdır. Hastalığın iyi bilinmesi ve taşınma esnasında gereksinimlerin iyi belirlenmesi gerekir. Örneğin fiziki kırık, çıkık gibi rahatsızlıkları olan bir kişiye farklı bir koruma gerçekleştirilirken; yenidoğan, psikiyatri, diyaliz hastalarında bu koruma yolu daha değişik izlenir. Hastanın tüm gereksinimleri belirlendikten sonra yapılacak adım ise; hasta transferi sürecinde yardımcı olacak ekibin kriterlerinin belirlenmesidir. Bu ekipte hastalığa göre doktor, acil tıp teknisyeni ve şoför bulunmalıdır. Ayrıca hastanın kilosu ve taşınacağı yönteme göre de hasta taşıma görevlisi ekibe dahil olabilir.

Yatan Hastaların Transferi

Yatan hastaların transferi yoğun bakım, ameliyathane ve bölümler arasında yapılır. Her durumda taşınma esnasında dikkat edilmesi gereken ayrı hususlar bulunur. Duruma göre gereklilik ve dikkat edilmesi gereken noktalar şu şekilde listelenebilir:

  • Yoğun bakıma transfer: Bu transfer türü hem yoğun bakım hastalarında hem de entübe hasta transferinde uygulanır. Hasta ilgili doktor tarafından değerlendirildikten sonra yoğun bakım kriterlerine göre bir transfer kararı verilir. Transfer edilecek yerdeki hemşire/doktora hasta hakkındaki tüm detaylar ve gereksinimler aktarıldıktan sonra ilgili birimde hastaya yönelik eksiklikler giderilir. Hasta transfer sürecinde meydana gelebilecek tüm durumlar göz önünde bulundurularak gerekli donanımlar hazırlanır. Hasta güvenli bir şekilde sedyeye yerleştirilerek gerekli tüm belgeleriyle taşıyacak ekibe teslim edilir ve ilgili birime götürülür.
  • Ameliyathaneye transfer: Ameliyathane hasta transferinde götürülecek ameliyathaneye haber verilerek onay alınır. Sonrasında ameliyat listesi doğrultusunda hasta çağrılır. Hasta personeller tarafından Güvenli Cerrahi Kontrol Listesi Formu ile ameliyathaneye teslim edilir.
  • Bölümler arası transfer: Bölümler arası transferde teslim edilecek birimin sorumlu hemşiresi hasta hakkında bilgilendirilir. Bu bilgilendirme sonucunda transfer edilecek bölümde hastaya yönelik tüm hazırlıklar yapılır. Hasta ve hasta yakınlarına transport hakkında bilgi verilir. Bulunduğu bölümdeki hemşire tarafından tüm kontrolleri yapılan ve bilgileri Hemşire Gözlem Formuna kaydedilen hasta devir notuyla devredilir.

Özel Durumu Olan Hastaların Transferi

Diyaliz, yenidoğan ve psikiyatri hastalarına yatan hastalardan daha farklı bir hasta transferi yöntemi uygulanır. Diyaliz hastalarında süreç hastanın özel diyaliz arabası ile evden alınıp diyalizden sonra tekrardan eve bırakılması ile sonuçlanır. Psikiyatri hastalarında da doktorun isteği üzerine hastaya yönelik uygun şartlar oluşturulur. Saldırganlığı olan hastalar için emniyet önlemleri amaçlı kolluk kuvveti desteği alınarak güvenli bir şekilde transfer gerçekleştirilir. Özel durum olarak sayılan yenidoğan hastaların transferinde ise nakil; Yenidoğan Ambulansı ile yapılır.

Transfer Sürecinde Kullanılacak Hasta Taşıma Araçları ve Kullanımları

Transfer sürecinde kullanılan birçok hasta transferi aracı vardır. Bu araçların sağlıklı kullanılması için gerekli olan en önemli nokta sürecin iş birliği içinde yürütülmesidir. Hastanın bilinci açıksa hem hastanın hem de hasta taşıma görevlisi ekibinin iletişimi sayesinde başarılı bir transfer gerçekleşir. Transferde kullanılan araçların neler olduğunu ve hangi yöntemlerle kullanıldığı şu şekilde listelenebilir:

  • Sedye ile Hasta Transferi: Görevliler tarafından hastanın kimliği ve durumu belirlenir. Gerekli durumlarda doktor desteği de alınır ve bilinci açık bir hasta ise hasta bilgilendirilir ve iş birliği içinde taşıma işlemi başlar. Sedye yatağın yanına getirilir ve hastanın ayakları sedyeye yerleştirilir. Sonrasında ekibin komutuyla hastanın vücudu dikkatli bir şekilde sedyeye geçirilir. Bu aşamada hastanın üzeri örtülür ve mahremiyete önem verilir. Ardından emniyet kenarlıkları sedyenin kenarlarına sabitlenir ve hasta ekip çalışmasıyla taşınır.
  • Kaşık Sedye Kullanarak Hasta Transferi: Kaşık sedye kullanarak yapılan transferde sedye üzerine temiz bir örtü yerleştirildikten sonra hasta bilgilendirilir. Sedyenin etrafı; işlemin en rahat gerçekleştirileceği hale getirilir. Kaşık sedye ortadan ikiye ayrılarak hastanın altına dikkatlice yerleştirilir ve sedye birleştirilir. Kaşık tarzı sedyenin iki ucundan tutulup yerleştirme işlemi yapılır.
  • Tekerlekli Sandalye Kullanılarak Hasta Transferi: Tekerlekli sandalye yatağın yanına getirilir ve frenleri kilitlenir. Hasta bilgilendirildikten sonra yatakta dik bir şekilde oturtulur. Sandalyenin ayak gelecek olan bölümü yanlara doğru açılır ve kolay oturulabilecek gibi hazırlanır. Destek gerekiyorsa hasta destekle ayağa kaldırılarak sandalyeye oturtulur. Emniyet oluşturulur ve sandalyenin frenleri açılarak transfer başlatılır.

Hastanın dikkatlice sedyeye veya yatağa alınması kadar önemli olan diğer bir nokta da; hasta taşıma asansörü kullanımıdır. Hastanelerde özel olarak tasarlanmış ve normal asansörlerden bir çok farklı özelliği olan bu asansörlerin kullanımı, güvenli hasta transferi sürecinde yardımcı olur. Normal asansörlere göre daha az sarsıntılı olan ; büyüklüğü yanı sıra içinde farklı durumlara karşı acil ilk yardımların yapılabileceği hasta asansörlerinin kullanımı sürecin sağlıklı yürütülmesinde destek olur.

Yurt Dışı Hasta Transferi Nasıl Yapılır?

Yurt dışı hasta transferi uygulamalarının nasıl ve hangi yöntemle yapılacağı birçok farklı kriterle belirlenir. Taşıma rotası, hastanın sağlık durumu, transferin acilliği gibi noktalar belirlenerek hasta için en uygun olan yöntem uygulanır. Bu nakil işlemi çoğunlukla hava yoluyla yapılmak üzere hastanın durumuna göre ambulans uçağı, helikopter, yolcu uçağı kullanılır. Ülkeler arası transferde ambulans hasta için uzun saatler sebebiyle yıpratıcı olmasından dolayı tıbbi açıdan tercih edilmez. Fakat kısa süren yolculuklar için ambulans da tıbbi bir sakınca görülmediği takdirde transferde tercih edilebilecek yollar arasındadır. Tüm yurtdışı hasta transferlerinde hastanın bakımı ve gözetiminin her an sağlanması için bu yolculukların, bir tıbbi refakatçi ile gerçekleşmesi oldukça önemli olan başka bir husustur.

 

CategoriesGenel

E Vitamini Nedir? E Vitamininin Faydaları Nelerdir?

E vitamini, insan vücudunun bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlayan bir takviyedir. Dört tokoferol, dört tocotrienol olmak üzere sekiz farklı bileşenden meydana gelir. Antioksidan özelliklere sahip olup yağda çözülür. Her insanın tüketmesi gereken bu vitamin, birçok gıdada bulunur. Ancak, dışarıdan alınan destekler ile de vücuttaki oranı artırılabilir. Böbrek, kalp, karaciğer, kas ve böbrek üstü bezlerinde depolanarak kullanıcıların sağlığını korur. Göz ve cilt sağlığı, hormonal düzen, beyin, dolaşım sistemine olumlu yönde etki eder. Düzenli olarak alınan E vitamini, önemli bir destektir.

E Vitamini Nedir?

Vücudun günlük fonksiyonlarını yerin getirmesini sağlayan E vitamini, besinlerle alındıktan sonra ince bağırsakta emilir. Sekiz formu bulunsa da, insan vücudunda alfa tokoferol türü kullanılır. Bitkisel yağ ve gıdalarda bulunup ısı ve pişirmeye karşı direnç gösterir. Kızartma ve tahılların öğütülme işlemi sırasında yapısı bozularak tahrip olur. Vücuda giren serbest radikallere karşı tolere edilerek hastalık riskini en aza indirir. Eksikliği ve fazlalığının yol açtığı hastalıklara karşı doktor kontrolünde alınması gerekir. Düzenli kullanımda, vücuda ve metabolizmaya pek çok açıdan faydası bulunan bir vitamin türüdür.

E Vitamini Eksikliği Ne Yapar?

E vitamini eksikliği, genellikle yağın sindirilme sürecinde yaşanan bir sorun nedeniyle ortaya çıkar. Çocuk ve yetişkinler alması gereken dozu tüketmediği ya da vücut tarafından emilmediği zaman bazı sorunlara yol açar. Önemli ölçüde vitamin eksikliği yaşayan kişilerde;

  • Sinir sistemine etki ettiği için oksidatif stresi ortaya çıkarıp kas güçsüzlüğü veya yorgunluğuna,
  • Kas kütle kaybına,
  • Uzun süreli eksiklik durumlarında, karaciğer ve böbrek sorunlarına,
  • Bozulan nöronlar sinyal verme yetkisini kaybederek koordinasyon ve yürüme bozukluklarına,
  • Sinir lifleri zarar görerek sinyallerin doğru iletilmesine engel olarak vücutta uyuşukluk ve karıncalanmaya,
  • Retinada bulunan ışık reseptörleri ve gözde bulunan diğer hücrelere zarar vererek görme yetisinde bozulmalara,
  • E vitamini eksilen orta yaşın üzerindeki kişilerin bağışıklık sisteminin doğru çalışmayıp bazı sorunlara neden olur.

Vitamin Eksikliğinin Yarattığı Hastalıklar Nelerdir?

E vitamini, vücudun mikrop, bakteri ve virüsler ile mücadele etmesine yardımcı olur. Doğal veya dışarından alınan destekler ile hastalanma seviyenizi en aza indirir. E vitamini eksikliğinin yol açtığı hastalık türleri;

  • Kronik Pankreatit: Pankreasın sürekli olarak iltihaplanmasıdır. Bölgedeki hücreleri tahrip eden bu durum, ilerleyen aşamalarda yara dokuları oluşturur.
  • Kolestaz: Safra salgısının safra yolundan ince bağırsağa uzanan yolculuğunda ortaya çıkan sorunlardır.
  • Kistik Fibroz: Solunum, üreme ve sindirim sistemlerinde yer alan mukus ve ter bezlerini etkileyen bir hastalıktır.
  • Çölyak Hastalığı: Besin emiliminin bozulması sonucu meydana gelen bu hastalık, kalıtsaldır.
  • Crohn Hastalığı: Bir çeşit bağırsak iltihabı hastalığıdır.
  • Spinoserebellar Ataksi: Beynin hareket kontrolü veya omurilik kısmında oluşan dejeneratif değişikliklere neden olan genetik bir hastalıktır.

E Vitamini Fazlalığının Neden Olduğu Durumlar Nelerdir?

İnsan vücudunun ihtiyaç duyduğu vitaminler, belirlenen dozlarda alındığı zaman faydalı olur. Bilinçsiz bir şekilde kullanıldığı zaman çeşitli hastalıklara yol açar. E vitamini fazlalığının belirtileri, hafif ve ağır olmak üzere 2 gruba ayrılır. Hafif belirtiler; ishal, bulantı, baş ve mide ağrısı ile halsizlik olarak görülür. Bazı kişilerde 2 tanesi görülebilirken bazılarında sadece bir belirti de olabilir. E vitamini fazlalığından dolayı ortaya çıkan diğer durumlar ise;

  • Vücutta bulunan kanın sulanması,
  • Tiroid gibi hastalıkların ortaya çıkması,
  • Felç kalmak,
  • Gereğinden fazla duygu değişiminin yaşanması,
  • Sindirim sistemi düzensizliklerinin olması,
  • Damar içi pıhtılaşmadan kaynaklanan iltihaplanma.

E Vitamininin Vücuda Faydaları Nelerdir?

Kalp ve damar sağlığı, hormonal düzen, sinir sistemi ile beyin fonksiyonlarını koruyan bir vitamindir. Vücutta genetik hasarların oluşumunu önleyip kanser gibi birçok hastalıkla mücadele etmenizi sağlar. Bağışıklık sistemini güçlendirerek vücudu enfeksiyonlara karşı korur. E vitamini, büyüme çağındaki çocukların sağlıklı bir şekilde gelişmesine destek olur. Göz ve iç organları sorunsuz bir şekilde geliştirir. E vitamininin sağladığı diğer faydalar;

  • Cildi nemlendirip yumuşatır. Yara ve yanık izlerinin hızlı bir şekilde iyileşmesini, kırışıklık, kaşıntı, iltihaplanma ve diğer sorunların çözülmesini sağlar.
  • Nem oranını artırarak egzama ve sedef gibi cilt hastalıklarına engel olur.
  • Saçların sağlıklı uzamasına yardımcı olarak kırılma ve kopmaya karşı güçlendirir. Tırnakların rengini koruyup kırılmasını önler.
  • Kolesterolü dengeler.
  • PMS, alerji, kilo alımı ve idrar yolu enfeksiyonlarından dolayı bozulan hormonları düzenler.
  • PMS döneminde kramp, endişe ve ağrı şiddeti yaşayan kişilerin şikayetlerini azaltır.
  • Menopoz dönemindeki kadınların bu dönemi atlatmasına yardımcı olur.
  • Göz ameliyatı geçiren hastalarda E vitamini ile iyileşme görülür.
  • Kandaki alyuvarların oluşumunu, dolaşımı ve pıhtılaşmayı düzenler.
  • Damar sertleşmesi ve tıkanıklığı önler.
  • Yüksek tansiyonun düşmesine yardımcı olur.
  • Kanser tedavisinin tıbbi etkilerini artırır.
  • Nörodejeneratif hastalıkların olumsuz etkilerinin azalmasına destek olur.
  • Fiziksel dayanıklılığı ve gücü artırır.
  • Hücrelerin yenilenmesini sağlar.
  • Vücudu alınan toksinlere karşı korur.
  • Çocukların büyüme ve gelişimini etkiler.

E Vitamini Hangi Besinlerde Bulunur?

E vitamini, vücudun her bölümüne faydası olan bir destek türüdür. Günlük alımı, bazı besinler ile sağlayabilirsiniz. Aynı zamanda, beslenme düzenine de dikkat etmeniz gerekir. E vitamini badem, ay çekirdeği, fındık ve ceviz gibi kuruyemişler, bitkisel yağlar, ıspanak, marul, tere, lahana, brokoli, balkabağı, kereviz gibi yeşil yapraklı sebzeler, domates, patates, muz, kivi, mango, avokado, somon, sardalya, ton balığı, kümes hayvanları, lifli besinler, kırmızı et, yumurta, tahıl, tereyağı gibi birçok gıdada yer alır. E vitamini, kadın ve erkek, çocuk ve yetişkine göre farklı dozlarda tüketilir. Bu vitaminin alınması gereken günlük dozu yaşa bağlı olarak da değişir. 0-6 ay kadın ve erkek çocuklarda 4, 6-12 ayda 5, 1-3 yaşta 6, 4-8 yaşta 7, 9-13 yaşta 11, 14 ve üzerinde ise 15 mg olarak alınır. Ancak, hasta veya gebe kişilerin dozları değişkenlik gösterir. Bu yüzden, E vitamini doktor kontrolünde tüketilmesi önerilir.

 

Kapat
Add to cart
Görüşmeyi Başlat
Canlı Destek
Canlı Destek - Evde Sağlık
Merhaba,
Size nasıl yardımcı olabiliriz?