CategoriesGenel

Hemipleji (inme)

Halk arasında inme olarak bilinen hemipleji beyin dokusunu besleyen damarların tıkanması veya yırtılmasından kaynaklanan; vücudun sağ veya sol tarafında kuvvet kaybı, duyu bozukluğu, denge bozukluğu, konuşma ve bilişsel fonksiyon kayıplarından komaya kadar gidebilen klinik tablolarla karakterize bir hastalık olarak bilinmektedir. Memorial Diyarbakır Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü’nden Uz. Dr. Tacettin Mirzaoğlu, hemipleji ve merak edilenleri hakkında yanıt verdi.

Hemipleji nedir?

Dünyada en sık karşılaşılan beyin ve sinir sitemi hastalıklarından biri olan hemipleji, sıklıkla beyin damarlarında hasar oluşumu sonrası veya tıkanıklık sonrası vücudun sağ ya da sol tarafında hareket kaybı azalımı olarak bilinmektedir. Bu durum hareket kaybı azalımının yanı sıra bazı durumlarda tamamen hareket yetisinin ortadan kaybolmasıyla sonuçlanabilmektedir. Beyin damarlarında oluşan hasarın veya tıkanıklığın büyüklüğü ve şiddeti burada temel etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Görme bozukluğu, duyusal ve algısal ciddi kayıpların yaşandığı bir sağlık sorunu olan hemipleji erken dönemde müdahalesi sağlandığında hasar payı riskini en aza indirmektedir. Tüm bu durumlara ek olarak beyin tümörü, mikrop hastalıkları ve bazı enfeksiyonlara bağlı olarak da inme yani hemipleji görülebilmektedir.

Hemipleji neden olur?

Beyin dokusunu besleyen, dolaşımı sağlayan damarlardan birinin tıkanması, yırtılması veya beyin dokusuna baskı yapan bir tümör nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Hemipleji kadınlara oranla erkeklerde daha sık görülmektedir. Ailesel özellikler, yaş, cinsiyet, ırk ve etnik köken yine aynı şekilde değiştirilemeyen risk faktörleri arasındadır. Hipertansiyon, diyabet, kalp hastalıkları, kolestrerol yüksekliği, sigara, obezite, aşırı alkol alımı, fiziksel aktivite azlığı ve madde bağımlılığı hemiplejiye neden olan hastalık ya da durumlar olarak tanımlanmaktadır.

 Hemipleji belirtileri nelerdir?

Beyin içi kanama (%15) ve damar tıkanması (%85)  olarak ve ayrıca sağ hemipleji ile sol hemipleji olarak sınıflandırılmaktadır. Hemipleji belirtileri şunları içerir;

  • Vücudun sağ veya sol tarafında, yüz kol ve bacaklarda kuvvet kaybı, uyuşukluk hissi, duyu kaybı ve azalması
  • Ayakta durma ve yürümede zorluk, denge koordinasyon bozukluğu
  • Konuşmada güçlük yaşama
  • Yutma bozuklukları
  • Hafıza kayıpları
  • Mesane ve bağırsak fonksiyon bozuklukları görülebilir.

Hemipleji sonrasında ortaya çıkabilecek bazı komplikasyonlar görülmektedir. Bunlar kısaca şu şekilde sıralanabilir;

  • Depresyon,
  • Yatak yaraları,
  • Mesane bağırsak disfonksiyonları
  • Seksüel disfonksiyon
  • Spastisite (kasılmalar )
  • Kontraktür ( eklem sertlikleri ve hareket kaybı)
  • Merkezi ağrı sendromları (nöropatik ağrı )
  • Yorgunluk ve bitkinlik
  • Uyku bozuklukları görülebilir.

 Hemipleji tanısı nasıl konur?

Klinik muayene ve radyolojik görüntülemelerle tanı konur.

  • Beyin MR: Hareketsiz kalınması gereken bu çekim esnasında raylı kızak üzerine oturulan kişi bazı aparatlar yardımıyla sabitlenir. Yaklaşık 15 ila 20 dk arasında çekim tamamlanır.
  • Difüzyon MR; Hareketli bir yatağa uzanan kişi sabit kalması gereklidir. Yatak hareket ederek mikroskop yardımı ile görüntülüme işlemini gerçekleştirmesi beklenir. Difüzyon MR yaklaşık 15 ila 20 dk arasında çekilmektedir.
  • Tomografi; İşlem öncesi aç karnına gelinmesi istenebilir. Küpe, bilezik vb. takıların çıkarılması gerekir. Kişi sedyeye yatar ve ışın tüpü etrafında dönerek görüntüleme işlemini gerçekleştirir.

Hemipleji tedavisi nasıl sağlanır?

Öncelikle beyin kanaması ya da damar tıkanmalarında nöroloji ve girişimsel radyoloji branşları tarafından ilaçlı tedavi uygulanarak hasarın önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Bu süreçte bazen kısa süreli yoğun bakım ihtiyacı da olabilmektedir.  İlaçlı tedaviyle kontrol altına alınan hasarların ardından kişilerin genel sağlık durumuna uygun olarak zaman kaybetmeden hemipleji rehabilitasyonu uygulamalarına geçilmektedir. Her sağlık sorununda olduğu gibi hemipleji tedavisinde de erken tanı oldukça önem arz eder.

Hemipleji tedavisi ne kadar sürer?

Genel olarak hastaların ve hasta yakınlarının sabırlı olması gereken zorlu bir süreç olan uygulamalara ne kadar erken başlanırsa tedavi o kadar hızlı gerçekleşmektedir. Çoğu vakada hemipleji başladıktan sonra ilk 3 ayda iyileşme görülmektedir. Bununla birlikte bazı vakalarda tam iyileşme yıllar için de de azalan oranlarda olmak üzere olmaktadır. Kişi ne kadar gençse, beyindeki lezyon küçükse, ek hastalıkları yoksa ve erken rehabilitasyona başlarsa o kadar fazla fayda görür tedavi sürecinden.

Hemipleji sıklıkla kimlerde görülür?

Dünya genelinde en sık karşılaşılan beyin ve sinir sistemi bozukluklarından biri olan inme daha çok orta yaş ve üzerinde görülse de her yaş grubu risk altındadır. 

Hemipleji tekrarlama ihtimali var mıdır?

İnme veya geçici inme geçiren kişiler inme tekrarlaması açısından risk altında bulunur. Her yıl meydana gelen inmelerin %25 i tekrarlayan inmedir. Bu nedenle koruyucu yaklaşımlar ile önlem almak gerekir. Yeni bir inmeyi önlemek için kan basıncı ve kolesterol yükseklikleri düşürülmesi önemlidir. Şeker hastalığı kontrol altına alınır, sedanter yaşam önlenir, sağlıklı beslenme ve kaliteli uykuya dikkat edilip stres minimuma indirilir, uygun hastalarda kan sulandırıcı tedaviler verilir ve varsa şah damarı hastalıkları cerrahi ya da stent ile tedavi sağlanır.

Hemipleji egzersizleri nelerdir?

Egzersiz ve rehabilitasyon programı kişiye özel olarak hazırlanır. Kasların güçlenmesini sağlayan egzersizler, solunum ve yutma rehabilitasyonu, konuşma terapisi, iş uğraşı terapisi, nörofizyolojik egzersizler, denge koordinasyon, postür, yürüme egzersizleri ve nöromusküler elektrik stimülasyonu olarak düzenlenir.

CategoriesGenel

İkiz Gebelik Nedir? Belirtileri Nelerdir?

İkiz çocuk sahibi olma fikri anne baba adaylarını heyecanlandırsa da, 2 bebeğin aynı anda idaresi ve bakımı konusunda çeşitli endişeler doğabilmektedir. İkiz gebeliklerde sağlıklı bir yaşam tarzı ve iyi bir doğum öncesi bakım, hamilelikle daha rahat başa çıkmaya ve bebeklerin sağlıkla dünyaya gelmesine yardımcı olmaktadır. Memorial Antalya Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Op. Dr. Timur Uğurlu, ikiz gebelik hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.

İkiz gebelik nedir?

Çoğul gebelik genellikle birden fazla yumurtanın döllenmesiyle olur. Aynı zamanda, bir yumurta döllendiğinde ve ardından iki veya daha fazla bebeğe dönüşen iki veya daha fazla embriyoya bölündüğünde de olabilir. En sık görülen çoğul gebelik ikiz gebeliktir. Gebeliklerin yaklaşık binde dördünde görülür. İkiz gebeliklerde tek yumurta ikizi veya çift yumurta ikizi olabilir.

Birçok yönden ikiz hamilelik, tek bebek hamileliği gibidir. Sağlıklı ikizler, büyümelerinin yavaşladığı son üç aylık döneme kadar tek bir bebek gibi gelişir. İkizler genellikle normal 40 haftalık vade tarihinden önce doğarlar. Anne için ikizleri taşımak, tek bir bebeği taşımaktan daha zor olabilir ve hamilelik sorunları için riskleri daha yüksektir. Bu nedenle doğum öncesi kontrolleri ve testleri takip etmek özellikle önemlidir.

İkiz gebeliğin belirtileri nelerdir?

Gebelik haftasına göre gebenin karnının daha büyük olması, bulantı ve kusmanın şiddetli olması ikiz gebeliklerde sıklıkla görülen durumlardır. Fakat çoğul gebeliğin kesin tanısı ultrasonla bebeklerin görülmesiyle konulur.

İkiz gebeliğin farkları nelerdir?

İkiz gebelikler çoğunlukla diğer gebeliklere benzer ancak dolaşımdaki hormon düzeyleri daha fazla olur ve ekstra kilo alımını bazı komplikasyon risklerini de beraberinde getirebilir. İkiz gebelik riskli bir durumdur.  Tek gebeliğe göre doğum daha erken haftalarda gerçekleşir.

İkiz gebeliklerde tek hamilelikte ortalama 10 kg alınması gerekirken bu rakam 20 kilolara kadar çıkar. Ayrıca çatlaklar, şişkinlik, varisli damarlar ve hemoroidler de yaygın görülür. Anne adaylarının vücutlarındaki bu değişiklikler psikolojik olarak onları olumsuz etkileyebilir.

İkiz gebeliğin riskleri nelerdir?

İkiz gebeliklerde tek gebeliğe göre düşük riski daha fazladır. Anomali ve gelişme geriliği daha sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Gebeliğe bağlı hipertansiyon riski artar.

İkiz gebeliği olan kadınların gebelik sağlık sorunları ve gestasyonel diyabet, preeklampsi, erken doğum ve kanama gibi komplikasyonları olma olasılığı daha yüksektir.

Bir plasentayı paylaşan ikizlerin ekstra komplikasyonları olabilir. Bazen kan kaynakları eşit olmayan şekilde paylaşılır, bu da her iki ikiz için sağlık sorunlarına neden olabilir. Veya plasentanın kendisi eşit olmayan bir şekilde paylaşılıyorsa, bu bir ikizin yeterli besin almadığı ve büyümediği anlamına gelebilir.

Doğum öncesi randevuları aksatılmadan komplikasyon riski azaltılabilir veya daha kötüye gitmesi önlenebilir.

İkiz gebelik anne karnında nasıl takip edilir?

İkiz gebeliğin saptanmasından itibaren olası riskler açısından titizlikle yakından takip edilmelidir. Annenin yeterli beslenmesi ve istirahati sağlanmalıdır. Erken doğum riski nedeniyle yeni doğan yoğun bakım ünitesi olan tam teşekküllü hastanede takip ve doğum yapılmalıdır çünkü ikiz gebelik anne ve bebek kayıp riskinin yüksek olduğu gebeliklerdir.

İkiz bebeklerin gelişimi nasıl olur?

İkiz bebeklerde de bir ultrason ile bebeklerin kalp atışlarını duymak mümkündür. Bebeklerin gözleri hareket edebilir. Kolları ve bacakları bükülebilir.

14 ila 18. haftalar arasında, bebeğin kafasında saçlar büyümeye başlar.

18 ila 22 hafta arasında, bebekler artık parmaklarını emebilir. Bu süre zarfında, bebeklerin hareket ettiği hissedilir. Bu, ilk başta çırpınma veya karında kelebek hissi varmış gibi olur.

  1. hafta civarında bebekler göz kapaklarını açıp kapatabilir. Ebeveyn sesine tepki verdikleri fark edilebilir. Ayrıca daha az dönme ve bükülme ve daha fazla kıvranma yaptıkları görülür.

32 haftaya kadar ikizler hızla büyür. Bu noktada, saçları ve dolgun tenleri ile gerçekten bebek gibi görünmeye başlarlar.

Yaklaşık 32 ila 34 hafta arasında ikizlerin büyüme hızı yavaşlar. Akciğerleri nefes almaya daha hazır hale gelir. Bu, erken doğan bebeklerin doğumdan sonra solunum problemleri yaşama olasılığının daha düşük olduğu bir aşamaya işaret eder.

Tek ve çift yumurta ikizleri nasıl oluşur?

Tek yumurtanın tek spermle döllenmesi ile oluşan embriyonun erken dönemde ikiye bölünmesi sayesinde tek yumurta ikizleri oluşur. İki ayrı yumurtanın ayrı iki sperm tarafından döllenmesi ile çift yumurta ikizleri oluşur.

İkiz bebek doğumu nasıl olur?

Her gebelik kendi şartlarına göre değerlendirilmelidir. Anneyi ve bebekleri riske atmadan planlı bir şekilde, doğru zamanda, yeni doğan yoğun bakım şartları hazırlanarak  sezaryenle doğum tercih edilmesi uygun olur.

 

Siz de çocuk sahibi olmayı planlıyorsanız Memorial Evde Sağlık Kadın Üreme Sağlığı Detaylı Paketten faydalanarak gerekli testlerinizi evinizin konforunda yaptırabilirsiniz.

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/kadin-ureme-sagligi-paketi-detayli/

Anne karnındaki bebeklerde görülebilecek genetik bozuklukların tespit edilmesine yardımcı olabilen bir test olan prenatal tanı testlerini yaptırmak için de linke tıklayabilirsiniz.

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/prenatal-tani-testi/

CategoriesGenel

NASIR NASIL GEÇER?

Nasır, cildin sürtünmeye veya basınca karşı kendini koruma amaçlı geliştirdiği kalın ve sert cilt katmanlarıdır. Altlarındaki cildi korumaya yardımcı olabilmek için doğal olarak gelişen nasırlar genellikle ayak, ayak parmakları, el ve el parmaklarında ortaya çıkmaktadır. Sağlıklıysanız, ağrıya neden olmadıkça veya görünüşlerini beğenmediğiniz sürece nasır ve nasır tedavisine ihtiyacınız yoktur. Çoğu insan için, sadece sürtünme veya baskı kaynağını ortadan kaldırmak, nasırların yok olmasını sağlar. Memorial Ankara Hastanesi Dermatoloji Bölümü’nden Uz. Dr. İbrahim Özcan, nasır nedir nasıl geçer sorularını yanıtladı.

Nasır türleri nelerdir?

Nasırlar üç türe ayrılmaktadır.

Sert nasırlar: Genellikle daha büyük bir kalınlaşmış cilt alanı içinde bulunan küçük, sert, yoğun cilt bölgeleridir. Sert nasırlar çoğunlukla ayak parmaklarının üstünde deriye karşı kemik basıncının gerçekleştiği bölgelerde ortaya çıkar.

Yumuşak nasırlar: Bu nasırlar beyazımsı/gridir ve daha yumuşak bir dokusu bulunmaktadır. Genellikle ayak parmakları arasında meydana gelirler.

Tohum nasırlar: Bu nasırlar küçük olmakla birlikte çoğunlukla ayak altlarında oluşur.

Nasır neden oluşur?

 Nasırın hem fizyolojik hem de çevresel nedenleri bulunmaktadır. Bu nedenler şöyle sıralanabilir:

-Uygun olmayan ayakkabıların kullanımı nasırın en yaygın nedenidir. Çok sıkı olan veya cilde sürtünen bölgeleri olan ayakkabılar, yırtılmaya, sürtünmeye ve basınca neden olur. Sıklıkla yüksek topuklu ayakkabı giyen kadınlarda, yürürken bu bölgeye yapılan aşağı doğru baskıdan dolayı genellikle ayakuçlarında nasır gelişir.

-Uzun süre ayakta durmak, yürümek veya koşmak

-Ayaklara baskıya neden olan spor aktiviteleri, fiziksel hobiler ve meslekler

– Çıplak ayakla gezmek

– Ayakkabı ile çorap giymemek.

– Ayakkabı giyerken ayağın altından kayan ve toplanan çoraplar veya ayakkabı astarlarına sahip olmak

-Yanlış duruşla yürümek – ayak içine veya dışına basmak

-Ellerde veya parmaklarda derinin bir bölgesinde tekrarlanan sürtünmeye neden olan fiziksel hobiler, spor aktiviteleri veya meslekler

– Yapısal ayak deformiteleri veya değiştirilmiş biyomekanik (çekiç parmakları, terzi bunyonları, doğumdan kaynaklanan deformiteler).

Nasır belirtileri nelerdir?

Nasır belirtileri ve semptomları arasında ciltte tekrarlanan sürtünme ve baskının olduğu alanda kalın, pürüzlü bir cilt alanı, sertleştirilmiş, yükseltilmiş bir yumru, deri altında hassasiyet veya ağrı, pul pul, kuru veya mumlu cilt görüntüsü ile kızarıklık ve kabarcıklar yer almaktadır.

Nasırın tanısı nasıl konulur?

 Nasırın tanısı fiziksel muayene ile konulabilir. Bunun için herhangi bir test gerekmez. Bu muayene, siğiller ve kistler gibi kalınlaşmış cildin diğer nedenlerini dışlamaya yardım eder.

Nasırın tedavisi nasıl uygulanır? Nasır nasıl geçer?       

Nasırın tedavisi esas olarak nasır oluşumlarına neden olan ve tekrarlayan eylemlerden kaçınmayı içerir. Uygun ayakkabı seçimi ve koruyucu ped kullanımı nasır oluşumunun önlenmesine yardımcı olur. Bu tedbirlere rağmen ortaya çıkan ve ağrılı bir duruma gelen nasırlar için tıbbı tedavi uygulanır. Tıbbi tedaviler arasında nasır bantları, kremler, kriyoterapi, elektrokoter, radyofrekans ve cerrahi tedavi yöntemleri bulunmaktadır.

Nasır bantları nasırın büyüklüğüne göre seçilir. Bandın içeriğindeki ilaçla nasırın yumuşayıp soyulması sağlanmaktadır.  Piyasada çok çeşitli ve kullanım süreleri birbirinden farklı nasır bantları bulunmaktadır. En uygun bandı seçmek için mutlaka bir uzmana danışılmalıdır.

Nasır kremlerinin ise sertleşmiş bölgeyi yumuşatma ve soyma özelliği bulunmaktadır. Çok ilerlemiş vakalarda ise nasırın alınması gerekebilir. Çok kalınlaşmış ve sertleşmiş nasırların tedavisinde önce o bölge çeşitli kremler ve ilaçlarla 7-10 gün boyunca yumuşatılmaktadır. Daha sonrasında nasır yumuşayan bölgeden alınarak temizlenir.

Kriyoterapi yönteminde ise nasır dondurularak yok edilir. Kriyoterapi -190 derecede nitrojen oksit gazı ya da sıvı azotla uygulanan bir tedavi yöntemidir. Öncesinde uygulama yapılacak bölgede herhangi bir uyuşturma yapılmamaktadır. Bu yöntem ağırlıklı olarak yumuşak nasırlara uygulanmaktadır. Yumuşak nasırlar daha çok parmak aralarında görülmektedir ve üst kısımları beyaz olmaktadır. Özellikle ayağın dördüncü parmağı ve serçe parmağı arasında oluşur. Kriyorterapi bu nasırlarda başarılı sonuçlar vermektedir. Sert nasırlara da kriyoterapi uygulanmaktadır ama öncesinde sert ve kalınlaşmış bölgenin bir takım ilaçlarla inceltilip tıraşlanması gerekmektedir.

Bazı seçilmiş vakalarda nasırın mekanik olarak koter, radyofrekans ya da cerrahi olarak tedavisi de mümkündür.

Evde nasır tedavisi yapılabilir mi?

Şeker hastalığı gibi altta yatan bir sağlık sorunu bulunmadığı takdirde nasırın tedavisine yardımcı olmak için aşağıdaki öneriler evde denenebilir:

– Eller ve ayakların ılık, sabunlu suda bekletilmesi nasırın yumuşamışını sağlar ve kalınlaşmış cildin çıkarılmasını kolaylaştırır.

– Kalınlaşmış cilt, yumuşatıldıktan sonra ponza taşı, tırnak törpüsü veya bezle ovalanabilir. Bu sertleşmiş cilt tabakasının çıkarılmasına yardımcı olur.

-Nasır oluşan alanı korumak için halka şeklinde olan köpük yastıklar ya da silikon koruyucular kullanılabilir. Böylece nasır olan bölgenin sürtünmesi engellenerek cildin daha fazla kalınlaşması önlenebilir.

-Reçetesiz satılan sıvı nasır sökücüler veya ilaçlı bantlar kullanılabilir. Ancak kullanıma dikkat etmek gerekir. Sağlıklı olan cildi de tahriş edebilen bu ürünler enfeksiyona yol açabilen salsilik asit içerir. Bu ürünleri kullanmadan önce nasır çevresine vazelin sürülerek sağlıklı cilt korunabilir.

– Cilt nemlendirilmelidir. Eller ve ayakların düzenli olarak nemlendirilmesi nasır oluşumunu azaltır.

-Rahat ayakkabılar ve çoraplar tercih edilmelidir.

-Ayak tırnaklarının kesilmesi gerekir. Uzun ayak tırnakları, ayak parmaklarını ayakkabının üst kısmına doğru iterek sürtünmeye ve artan basınca neden olabilir.

-Nasırlar asla keskin bir cisimle kesilmeye, tıraş edilmeye çalışılmamalıdır.

 Nasır önlenebilir mi? Nasır oluşumunu engellemek için neler yapılmalıdır?

 Gösterilecek dikkat ve özenle, birçok nasır oluşumu engellenebilir. Nasır oluşumunu engellemek için şu öneriler uygulanabilir.

-Rahat ve iyi oturan ayakkabılar giyilmeli, ayakkabılar ayağı desteklemeli, ayakkabının burun kısmı yeterli uzunlukta ve genişlikte olmalıdır.

-Ayakkabılar çorap ile giyilmeli, çorapların toplanmaması için çorabın gevşek olmamasına dikkat edilmelidir.

-Yastıklı tabanlık kullanılmalı, gerektiği durumlarda tabanlık için uzman hekim ile görüşülüp uygun olan tabanlık alınmalıdır.

-El ve el parmak cildine zarar verebilecek malzemelerle çalışırken veya el işi yaparken eldiven giyilmelidir.

-Ayaklar temiz tutulmalı, her gün ılık sabunlu su ile yıkanmalı ve ardından kurulanarak nemlendirilmelidir.

-Çıplak ayakla yürünmemelidir.

Nasır tekrarlar mı?

 Nasır cilde sürtünme, tahriş veya baskı sonucu oluştuğundan, nedeni düzeltilmezse her an geri gelebilirler. Başka bir deyişle, nedeni kötü oturan ayakkabılarsa ve aynı ayakkabıları giymeye devam ederseniz, nasırların geri gelmesi muhtemeldir.

Nasır için ne zaman doktora gidilmelidir?

Nasır şikayeti olan hastaların şeker hastalığı varsa uzman hekime görünmesi gerekir. Çünkü diyabetli kişilerde duygu eksikliği veya periferik nöropati durumu oluşabilir. Bu durumda olan hastalar ağrıyı hissetmeyebilir ve bu nasırın ilerlemesine, enfeksiyon kapmasına ve ayak yaralarına sebep olabilir. Bununla birlikte altta yatan farklı hastalık ve rahatsızlıkların varlığında, hassas bir cilde sahipseniz, evde yapılan tedaviler işe yaramıyorsa ya da nasırların sebebi anotomik sebeplerse, ağrı, kızarıklık, şişme gibi durumlarda bir uzman hekime başvurmak gerekmektedir.

Nasır bulaşıcı mıdır?

Nasır bulaşıcı bir rahatsızlık değildir. Nasır tamamen cildin darbeye, sürtünmeye ve basınca  maruz kalması sebebiyle oluşur.

Nasır tedavisi sonrası nelere dikkat edilmelidir?

Nasır tedavisi olduktan sonra tekrarlamaması için dar olmayan, ortopedik tabanlı uygun ayakkabılar tercih edilmelidir. Ayak bakımı ve temizliğine özen gösterilmeli sürekli temasa ve sürtünmeye maruz kalan alanlar düzenli nemlendirilmelidir. Sürtünme ve basınca uzun süreli maruz kalan bölgeler için koruyucu ekipmanlar kullanılmalıdır.

Nasır kökü nasıl çıkar?

Nasırın yerleşim yerine, büyüklüğüne ve çeşidine göre bu durum değişmekle beraber ameliyat, koter ya da radyofrekans yöntemi ile seçilmiş vakalarda nasır kökü çıkarılabilir.

Aspirin, vazelin nasır tedavisinde etkili midir?

Evet etkilidir. Belirli oranlarda aspirin, vazelin ya da salisilik asit vazelin karışımlarının nasırlı bölgeye düzenli uygulanması nasırın tedavisinde yer almaktadır.

Nasır tedavi edilmezse ne gibi sonuçları olur?

Nasır tedavi edilmediği takdirde giderek büyüyebilir. Nasırın üzerine basmakta zorlanan kişi ayaklarının farklı bölgelerine ağırlık verecek şekilde yürümeye başladığından ayağın diğer bölgelerinde de nasır oluşumu ortaya çıkabilmektedir. Özellikle diyabeti ve periferik damar hastalığı olan hastalar enfeksiyon riski açısından mutlaka uzman hekim tarafından değerlendirilmelidir. Aynı zamanda estetik açıdan da hoş bir görüntüye sahip olmayan nasırlar ağrılı olduğu için de kişinin yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir

CategoriesGenel

PANDEMİ NEDİR, PANDEMİ AŞILARI GEREKLİ Mİ?

Dünya tarihinde pandemik hastalıklar, binlerce yıldır insan nüfusunu şiddetli bir şekilde etkileyerek yüz milyonlarca ölüme neden olmuştur. COVID-19’un neden olduğu hastalık ise ilk olarak 31 Aralık 2019’da Çin’in Wuhan şehrinde ortaya çıkmış ve tüm dünyaya yayılmıştır.  Küresel salgınlarla mücadele edilebilmesi için aşıların etkin bir şekilde kullanılması insan ölümlerinin önüne geçmede hayati önem taşımaktadır. COVID-19’un etkilerinin hafifletilmesi ve hayati riskin azaltılması için de aşılar mutlaka önerilmektedir. Memorial Kayseri Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Ayşegül Ulu Kılıç, pandemi ve pandemi aşıları hakkında bilgi verdi.

Pandemi nedir? Pandemik hastalık nedir?

Salgın, bir hastalığın beklenmedik şekilde yüksek sayılarda ortaya çıkmasıdır. Salgın hastalık belli bir alanda kalabilir veya daha geniş bir alana yayılabilir. Bir salgın günler veya yıllar sürebilir. Bazen, uzmanlar tek bir  bulaşıcı hastalık vakasını  salgın olarak kabul edebilir. Bilinmeyen bir hastalıksa, bir topluluk için yeniyse veya uzun süredir bir popülasyonda yoksa tek bir vaka bile salgın kabul edilebilir.

Epidemi, bulaşıcı bir hastalığın uzmanların beklediğinden daha fazla insan geçerek hızla yayılmasıdır. Genellikle bir salgından daha geniş bir alanı etkilemektedir.

Pandemi ise ülkeler veya kıtalar arasında yayılan salgın hastalıklardır. Bir salgından daha fazla insanı etkiler ve daha fazla can alır. Örneğin Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), hastalığın şiddetli olduğu ve geniş bir alana hızla yayıldığı netleştiğinde COVID-19’u pandemi olarak ilan etmiştir.

Pandemi neden ilan edilir? Pandemi nasıl ilan edilir?

DSÖ,  pandemiyi ilan etmede tek sorumlu kuruluştur. DSÖ, dünya çapındaki ülkelerde bulunan bir merkez ağıyla hastalık aktivitesini küresel ölçekte izler ve altı aşamadan oluşan bir pandemi hazırlık planı hazırlar. Faz 1, en düşük alarm seviyesini temsil eder ve genellikle yeni ortaya çıkan veya önceden var olan bir virüsün hayvanlar arasında dolaştığını ve insanlara bulaşma riskinin düşük olduğunu belirler. Faz 6 yani pandemik faz ise bir salgının insanlar arasında küresel olarak yaygın ve sürekli hastalık bulaşması ile karakterize edildiğinde ilan edilir. 

Pandemi ilanı COVID-19’da işe yaradı mı? DSÖ’nün rolü ne oldu?

DSÖ,  COVID-19 gibi halk sağlığını ilgilendiren acil durumlarda uluslararası müdahalelere önderlik eden küresel sağlık yönetiminin temel taşıdır. İlk olarak 31 Aralık 2019’da Çin, DSÖ yetkililerini Wuhan şehrinde büyüyen bir salgın konusunda uyardı ve bu tarihten bir ay sonra halk sağlığı için acil durum ilan ederek stratejik bir hazırlık ile müdahale planı hazırladı. 2020 Mart ayında ise virüsün 100’den fazla ülkeye yayılmasının ardından salgının pandemik seviyeye ulaştığı duyuruldu. COVID-19’un, pandemi ilan edilmesi DSÖ’nün krizi nasıl ele aldığını etkilemese de, ülkelere kendi acil durum müdahale planlarını geliştirme çağrısını yaptı. DSÖ uzmanları virüsü ve yeni varyantları araştırırken dünya liderleriyle koordineli bir şekilde çalışarak, tıbbi ve teknik rehberlik sağladı. Ayrıca sağlık çalışanları için tanı testi ve kişisel koruyucu ekipman dahil olmak üzere malzeme dağıtımı ve küresel aşılama çalışmalarına öncülük etme gibi girişimlerde de bulundu.

Pandemi dünyada kaç defa görüldü? Pandemilerde kaç kişi öldü?

Tarihçiler, ‘Kara ölüm’ olarak da bilinen hıyarcıklı vebanın 1300’lerde Avrupa’da 25- 75 milyon insanın hayatını kaybetmesine yol açtığı tahmin etmektedir. Hastalığın tekrarlayan dalgaları ise 1660’larda İngiltere’de son büyük görünümüne kadar Avrupa’da çok etkili olmuştur. Çiçek hastalığı, 1980’de ortadan kaldırıldığı ilan edilene kadar binlerce yıl boyunca ölümlere neden olmuştur. 1918-19 grip salgınında ise dünya çapında tahminen 40-70 milyon insanın öldüğü tahmin edilmektedir. Diğer daha az şiddetli pandemik gripler 1957-58, 1968 ve 2009’da ortaya çıkmıştır.

 

Altıncı kolera pandemisi: Yüzyılın başında Hindistan’da, kirlenmiş yiyecek ve su tüketimi yoluyla bulaşan bir bakteriyel enfeksiyon olan yeni bir kolera salgını olarak başladı. 1800’lerin başından beri aralıklarla pandemilere neden olan bir hastalığın son dalgasıydı. Salgın, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın yanı sıra Rusya’ya da yayıldı ve sonuçta yüz binlerce insanın ölümüne neden oldu. Özellikle Hindistan ve Rusya’da yüksek ölüm oranları görüldü.

 

İspanyol gribi (1918-20): Birinci Dünya Savaşı’nın çalkantıları arasında yeni bir grip virüsü dünya çapında yayılmaya başladı. İlk olarak bu virüs İspanya’da kamuoyuna duyuruldu. Tahminen 500 milyon insanı, o sırada dünya nüfusunun kabaca 3’te 1’ini etkiledi ve 50 milyon kadar insanın ölümüne neden oldu.

 

Asya grip salgını (1957-58):  Şubat 1957’de Singapur’da H2N2 olarak adlandırılan yeni bir grip virüsü türü rapor edildi. Kısa süre sonra Çin, Hong Kong, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri’ne yayıldı. İspanyol gribinden daha az şiddetli olmasına rağmen, Asya Gribi dünya çapında 1 milyondan fazla insanının ölümüne neden oldu.

 

Kolera (1961- Halen): Endonezya’da başlayan bir kolera salgını, 10 yıl boyunca Asya’nın diğer bölgelerine, Orta Doğu’ya ve Afrika’ya yayıldı. Salgın halen bugüne kadar devam ediyor. 1990’larda Güney Amerika’da görülen salgın, 2008-09’da Zimbabve’de 4000 fazla insanın ölümüne neden oldu, özellikle Haiti ve Yemen’deki büyük salgınların her biri yarım milyondan fazla insanı etkiledi. Her yıl yaklaşık 3 milyon insana koleraya neden olan bakteriler bulaşıyor ve 50’ye yakın ülkede endemik olmaya devam ediyor.

 

Hong Kong gribi (1968-69) : Asya gribinden on yıl sonra, H3N2 adı verilen yeni bir virüs ortaya çıktı. Yaygın olarak Hong Kong Gribi olarak adlandırılan bu grip, Temmuz 1968’de önce Hong Kong’da, ardından bir İngiliz kolonisinde görüldü. Kısa süre sonra Doğu ve Güney Asya’yı, ardından Avustralya, Avrupa ve Kuzey Amerika’yı ve oradan da Afrika ve Güney Amerika’ya geçerek yayıldı. 1969 Vietnam Savaşı’ndan dönen ABD askerlerinin virüsü ABD’ye getirdiği tahmin edilmektedir. Bu pandemide tahminen 1 milyon insan öldü, bunların yaklaşık yarısı Hong Konglu ve çoğu 65 yaşında veya daha büyük yaşlılardı.

 

Çiçek hastalığı (1977-80): İnsanları binlerce yıldır rahatsız eden viral bir hastalık olan bilinen son çiçek hastalığı vakası, yaklaşık yirmi yıl süren küresel bir aşı kampanyasının ardından 1977’de Somali’de teşhis edildi. Üç yıl sonra DSÖ, dünya çapında artık görülmediğini ilan etti.

 

HIV enfeksiyonu (1981-Halen): ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC) tarafından hazırlanan 1981 tarihli raporda, daha sonra Edinilmiş Bağışıklık Yetmezliği Sendromu veya AIDS olarak tanımlanan nadir bir pnömoni formu ortaya çıktı. 1990’ların başında AIDS, Amerika Birleşik Devletleri’nde 25 ila 44 yaş arasındaki erkeklerde önde gelen ölüm nedeni haline geldi. Bugün 40 milyona yakın insan HIV/AIDS hastasıdır ve bunların 3’te 2’sinden fazlası Sahra altı Afrika’dadır. Hastalıktan 10 milyonlarca insan ölmüştür.

 

SARS (2002-2003): Şiddetli Akut Solunum Sendromu (SARS) koronavirüsü, ilk olarak 2002 yılının sonlarında Güney Çin’de tanımlandı. SARS, dört kıtada iki düzineden fazla ülkeye yayılarak 8000 fazla kişiye bulaştı.  SARS, 2003 ortalarında salgın bastırıldığında çoğu Çin ve Hong Kong’da olmak üzere 800’ yakın kişinin ölüm nedeni oldu. Virüsün misk kedileriyle temas yoluyla insanlara bulaştığı düşünülüyor.

 

H1N1 (2009): 2009’un başlarında Meksika ve Amerika Birleşik Devletleri’nde H1N1 olarak etiketlenen ve domuzlarda dolaşan influenza virüsleriyle bağlantısı nedeniyle yaygın olarak domuz gribi olarak adlandırılan yeni bir grip virüsü yayıldı. DSÖ, Nisan 2009’da halk sağlığı acil durumu ilan etti, ardından virüs 70’ten fazla ülkeye ulaştıktan sonra Haziran ayında H1N1’in yayılması bir pandemi olarak kayıtlara geçti. Virüsün keşfedilmesinden sonraki ilk yılda dünya çapında 151 bin 700 ile 575 bin 400 kişinin öldüğünü tahmin ediyor.  DSÖ, salgının mevsimsel olarak dolaşmaya devam etmesine rağmen, Ağustos 2010’da pandeminin sona erdiğini duyurdu.

 

MERS (2012): Orta Doğu Solunum Sendromu (MERS) adı verilen yeni bir koronavirüs, 2012 yılında Suudi Arabistan’da develerden insanlara bulaştığı ortaya çıktı. En büyük salgın 2014 yılının ilk yarısında Arap Yarımadası’nda meydana geldi. Vakaların çoğu Suudi Arabistan’da olmasına rağmen, 2 düzineden fazla ülke takip eden yıllarda viral solunum yolu hastalığı vakaları bildirdi. Nispeten yüksek bir ölüm oranına sahip MERS teşhisi konan yaklaşık 2 bin 500 kişiden 850’sinin hastalıktan öldüğü bildirilmiştir.

 

Ebola (2014-2016): 2014’ün başlarında, Ebola virüsüne yakalananların yaklaşık yarısında ölüme yol açan nadir ve şiddetli bir bulaşıcı hastalık olan Ebola virüsü vakaları Gine’de ve hemen ardından Liberya ve Sierra Leone’de tespit edildi. Salgın sonunda birkaç Avrupa devleti ve Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere yedi ülkeye daha yayılarak toplamda on bir binden fazla ölüme neden oldu.

 

Zika (2015-2016): İlk olarak 1940’larda Uganda’da keşfedilen ve esas olarak sivrisinekler tarafından bulaşan Zika virüsü salgını 2015’in başlarında Brezilya’da başladı. Şubat 2016’da DSÖ, salgını halk sağlığı acil durumu olarak ilan etti ve Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere 60’tan fazla ülke virüs vakalarını bildirildi. DSÖ, Kasım 2016’da salgının sonunu ilan etti.

 

Monkeypox (2022-halen): Mayıs 2022’de Birleşik Krallık’ta nadir görülen bir zoonotik virüs olan maymun çiçeği vakası rapor edilmiştir. Virüs, çiçek hastalığına benzemektedir. İki hastalıkta da aynı semptomlardan bazıları görülmüş ve ikisi de ortopoks virüs ailesindendir. Bununla birlikte, maymun çiçeği daha az bulaşıcı ve daha az ölümcül olarak kabul edilir. DSÖ, 89 ülkede Ağustos 2022 tarihi itibariyle 11 ölüm bildirmiştir.

 

Pandemi ne kadar sürer?

Dünyada halen devam eden COVID-19 salgının neden olduğu pandeminin Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde, endemik aşamasına girdiği söylenebilir.  Virüs halen yaygın olmasına rağmen 2020’de olduğundan daha az ölümcüldür. Bu endemik koşulların, bağışıklıktan kaçan yeni varyantlar ortaya çıkmadıkça ve ortaya çıkana kadar yaz ve sonbahar boyunca devam etmesi muhtemeldir. Bununla birlikte, bağışıklık azaldıkça, bir sonraki aşama oldukça belirsizdir. Yani pandeminin ne kadar süreceği henüz kestirilememektedir.

Pandemi aşıları gerekli mi?

SARS-CoV-2 aşılarının 1 yıldan kısa bir sürede geliştirilmesi bilimsel bir zaferdi. Bununla birlikte, Ocak 2020’de viral dizinin kullanıma sunulması ile ilk aşıların bir düzenleyici otorite tarafından acil olarak yetkilendirilmesi arasındaki 326 gün boyunca, dünya çapında 70 milyondan fazla COVID-19 vakası ve bunun sonucunda 1,6 milyon ölüm kaydedildi.

Aşılama muhtemelen gelecekte de pandemik bir hastalığın ortaya çıkmasına karşı çok yönlü bir halk sağlığı yanıtının bir parçası olacaktır. Sürveyans, iletişim, karantina ve hastalık tedavisi gibi bir pandemiye yanıt vermek ve onu kontrol etmek için tasarlanmış diğer önlemlere ek olarak, etkili aşıların yaygınlaştırılması, yaşamların koruması ve hastalığın yayılmasının sınırlandırılması potansiyeline sahiptir.

Pandemi aşıları (COVID-19)  neler?

DSÖ verilerine göre 22 Mayıs 2022 itibariyle, düşük gelirli ülkelerde neredeyse 1 milyar insan aşılanmamış durumdadır. Sadece 57 ülke, neredeyse tamamı yüksek gelirli ülkeler, nüfusunun % 70’inin aşılandığı bilinmektedir.

DSÖ tarafından kullanımı onaylanmış birkaç COVID-19 aşısı vardır (acil kullanım listesi verilmiştir). İlk toplu aşılama programı Aralık 2020’nin başlarında başladı.

12 Ocak 2022 itibariyle, aşağıdaki aşılar acil kullanım listesinde yer almıştır.

 Pandemi aşıları güvenli mi?

Milyarlarca insan COVID-19’a karşı güvenli bir şekilde aşılandı. Onaylanan tüm COVID-19 aşıları dikkatle test edilmiştir ve izlenmeye devam edilmektedir. Tüm aşılar gibi, COVID-19 aşıları da on binlerce insanı içeren büyük klinik denemeler de dahil olmak üzere titiz, çok aşamalı bir test sürecinden geçmektedir. Bu denemeler, herhangi bir güvenlik sorununu belirlemek için özel olarak tasarlanmıştır. DSÖ tarafından toplanan harici uzmanlar da, klinik deneylerin sonuçlarını analiz eder ve aşıların kullanılıp kullanılmaması veya nasıl kullanılması gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunur. Tek tek ülkelerdeki yetkililer, aşıların ulusal kullanım için onaylanıp onaylanmayacağına karar verir ve DSÖ tavsiyelerine dayanarak aşıların nasıl kullanılacağına ilişkin politikalar geliştirir.

 

Bazı COVID-19 aşıları, haberci RNA (mRNA) kullanan bir yaklaşımla geliştirilmiştir. mRNA aşı teknolojisi , Zika, kuduz ve grip için aşıların geliştirilmesi de dahil olmak üzere 10 yıldan fazla bir süredir incelenmiştir. Bu mRNA aşıları, güvenlik açısından titizlikle değerlendirilmiştir ve klinik deneyler, uzun süreli bir bağışıklık tepkisi sağladıklarını göstermiştir. mRNA aşıları canlı virüs aşıları değildir ve insan DNA’sına müdahale etmez.

COVID-19 aşıları, geniş bir yaş aralığından, tüm cinsiyetlerden, farklı etnik kökenlerden ve bilinen tıbbi durumları olan kişileri içeren geniş, randomize kontrollü çalışmalarda test edilmiştir. Aşılar, tüm popülasyonlarda yüksek düzeyde etkinlik göstermiştir. Şiddetli hastalık riskinin artmasıyla ilişkili çeşitli tıbbi durumları olan kişilerde aşıların güvenli ve etkili olduğu bulunmuştur. Bunlar arasında yüksek tansiyon; diyabet; astım; pulmoner, karaciğer veya böbrek hastalığı ile stabil ve kontrollü kronik enfeksiyonlar mevcuttur. Aşılamadan önce bir doktora danışılması gerekenler arasında bağışıklık sistemi zayıf olan kişiler, ileri derecede kırılganlığı olan yaşlılar, aşılara karşı şiddetli alerjik reaksiyon öyküsü olanlar, HIV ile yaşayan kişiler ve hamile veya emziren kişiler bulunmaktadır.

Kapat
Add to cart
Görüşmeyi Başlat
Canlı Destek
Canlı Destek - Evde Sağlık
Merhaba,
Size nasıl yardımcı olabiliriz?