CategoriesGenel

Ameliyat Sonrası Hasta Bakımı Nedir?

İnsan vücudunun anestezi etkisiyle hissizleştirilerek, az veya çok risk taşıyan cerrahi tedavi yöntemine ameliyat adı verilir. Birçok hastalık çeşidinde hastaların sağlığına kavuşabilmesi için cerrahi operasyon gerekebilir. Ameliyat sonrası gerek hastanede gerekse evde özenli bakımla hastaların bir an önce sağlığına kavuşması temel hedeftir. Bu nedenle uzman hekimler tarafından yapılan cerrahi operasyonlar sonrası ilk bakım dönemi ve evde bakım oldukça önemlidir.. Cerrahi operasyona neden olan rahatsızlığın tekrar etmemesi, operasyon bölgesinin zarar görmemesi ya da hastanın yaşam kalitesinin bozulmaması  için bakım uygulamalarının hassasiyetle yapılması gerekir.

Ameliyat Sonrası Bakım Nasıl Yapılır?

Cerrahi müdahaleden sonra hastaya uygulanması gereken tedavi ve yardım hizmetine; ameliyat sonrası hasta bakımı denir. Ameliyat sonrası bakım hizmetleri; hastanın geçirmiş olduğu operasyon türüne, hastanın tıbbi geçmişine ve operasyonun ciddiyetine göre değişiklik gösterir. Cerrahi operasyon sonrası bakımda ağırlıklı olarak ağrı yönetimi ve yara bakımı yapılır. Bu bakım ameliyatın bitişinden hemen sonrasında başlar. Bu süreç hastanın hastanede kaldığı zaman dilimi içerisinde ve taburcu edildikten sonra da devam eder. Ameliyatı gerçekleştiren hekimler bakımın nasıl devam edeceği, oluşabilecek yan etkiler ve komplikasyonlar hakkında hasta ve refakatçisini bilgilendirir. Ameliyat sonrası hasta bakımı kavramı içine hastanın yaşamsal faaliyetlerini devam ettirmesine destek olmak gerekebildiği gibi ameliyatlı noktanın temizliği ve dezenfekte edilmesi süreci de bulunur. Ameliyat sürecinden çıkmış hastanın ilk bakımı hastanede yapılır ve bu bakımın evde devamının sağlanması hastadan ya da yakınlarından talep edilir.

Ameliyat Sonrası Hastanede Hasta Bakımı

Ameliyat sonrası hastanede hasta bakımı, hastanın yoğun bakım ünitesine alınmasıyla başlar. Riski düşük ameliyatlarda yoğun bakım ünitesine alınmasına gerek görülmeyebilir. Anesteziden uyanma esnasında hastanın durumu normale dönünceye kadar gözlem altında tutulur. Daha sonra hasta odaya alınır. Ameliyat sonrası hasta odasına alındıktan sonra sağlık personeli hastanın; ateşini, tansiyonunu, nefes alışverişini ve nabzını kontrol eder. Cerrahi müdahalede bulunulan bölge sık sık kontrol edilerek kanama, şişlik, yaranın genel durumu ve alerjik bir reaksiyon olup olmadığı gözlenir. Ağır cerrahi operasyon geçiren hastaların birkaç gece hastanede kalmaları gerekebilir. Bu hastaların genel durumunun tekrar tehlikeye girmemesi alınmış bir tedbirdir. Ameliyat geçiren hasta anestezinin etkisinden kurtulduktan sonra kısa süre içerisinde ayağa kalkmaları oda içerisinde yürüyüşler yapmaları istenir. Yürüyüş istenmesinin sebebi bağırsak faaliyetlerinin normale dönmesi ve kabızlık oluşmaması içindir. Hareket eden bedende ödem daha çabuk atılır ve gaz çıkışı sağlanır. Hastaneden taburcu edilmesinde bir risk görülmeyen hastalar taburcu edilir ve ameliyat sonrası bakımları evde devam eder.

Ameliyat Sonrası Evde Hasta Bakımı

Ameliyat olup bir süre hastanede kalan hastaların tıbbi açıdan hastanede kalmalarına gerek olmadığına karar verildiğinde bu kişilerin bakımlarına evde devam edilir. Evlerinde bir süre dinlenme dönemi geçiren hastalar sağlıklarını korumaları ve herhangi bir komplikasyon yaşamamaları için bazı önemli detaylara dikkat etmelidir.  Ameliyat sonrası evde hasta bakımı yapacak kişilerin yeterli bilgiye sahip olması gereken durumlar olabilir. Eğer hasta yakınlarının yeterli bilgi ve hastaya ayıracak zamanları yoksa ameliyat sonrası evde hasta bakım hizmeti almalarında büyük yarar vardır. bu noktada evde hasta bakımı yapacak bir kişiye ihtiyaç duyulur. bir sağlık personelini hastanızın bakımı için görevlendirmek isterseniz; hasta bakım ruhsatı olmasına büyük özen göstermelisiniz.

Ameliyat Sonrası Evde Bakım Hizmeti Neleri Kapsar?

Evde bakım için birkaç farklı branş vardır. bu branşlar doktor, hemşire, fizyoterapist ve hasta bakıcılardır. Her meslek grubunun sorumluluğu ve bilgi alanı farklıdır. Evde hasta bakımı yapılırken ilk başta ilaç takibinin yapılması gerekir. İlaç takibinin zamanında ve düzenli takibinin yanı sıra diğer önemli bir konu serum takibidir.  Evde bakımı yapılan hastalar yeme içme durumu normale dönene kadar serum ile beslenmek durumunda kalırlar. Hasta kendi serumunu takıp çıkaramayacağı için bu işlemi hasta yakını ya da sağlık personeli gerçekleştirir. Hastanın pansuman ve yara bakımının düzenli olarak yapılması gerekir. Yarada açıklık meydana gelmesi enfeksiyon kapmasına sebep olabilir. Bu durumda hasta bakımını yapan kişinin yaranın steril hale getirilmesi için gerekli tedaviyi uygulaması ya da alanında uzman sağlık personelinden yardım alması gerekir. Sağlık personelinin yapacağı pansuman ve yara bakımı sayesinde enfeksiyon ihtimali ortadan kalkar ve yara daha çabuk kapanıp iyileşir. Hareket ve egzersiz hasta için oldukça önemlidir. Özellikle kendi başına hareket gerçekleştiremeyen hastalar için bu hareket ve egzersizleri yaptıracak kişi oldukça önemlidir. Hareketler alanında uzman kişi tarafından belirlenmeli ve evde bakım hizmeti verecek kişiye iletilmelidir. Bu kişiler ister profesyonel olsun isterse hasta yakını olsun; verilen programın dışına çıkmamaya özen göstermelidir. Ameliyat sonrası hasta bakımı yapılan kişilerde doktor kontrolleri ve randevuları için sağlık kuruluşuna giderken refakatçi gerekli olabilir. Bu durumda sağlık görevlisi ya da hasta yakını hastaya eşlik ederek sağlık kuruluşu içinde hastanın tanı ve tetkiklerin yapılmasında hastaya yardımcı olurlar.

Çeşitli Hastalıklar Sonrasındaki Ameliyatlarda Evde Hasta Bakımı

Kalp ameliyatı ve bypass ameliyatı geçirmiş kişilerin ameliyat sonrası hasta bakımı biraz daha zor ve farklı olabilir. Bunlara açık kalp ameliyatı, kalp kapak replasmanı gibi ameliyatlar eklenebilir. Hastanın geçirdiği bu ameliyatlar vücudu çok yönlü etkileyen operasyonlardır. Bu tür ameliyatlardan sonra hastalarda; uykusuzluk, iştah kaybı, şişkinlik, kabızlık ve depresyon gibi yan etkiler ortaya çıkabilir. Kalp ameliyatı olmuş hastaların sağlığına tamamen kavuşabilmesi için zaman geçmesi gerekir. Ayrıca bu tür operasyon geçiren hastalar için yardım ve evde psikolojik destek gerekebilir. Hastanın ameliyat sonrası bakımı çok önemli olduğundan sağlık personelleri özellikle yaraları dikkatli kontrol etmelidir.

Ameliyat Sonrası Hastalarda Psikolojik Bakım

Kalp ameliyatı, organ nakli ve ağır ameliyat geçiren hastalar operasyon sonrasında psikolojik anlamda toparlanmada güçlük yaşayabilirler. Hastaların psikolojileri ne kadar düzgün olursa iyileşme ve normal hayata dönmeleri o kadar çabuk gerçekleşir. Cerrahi müdahale sonrası dönemde hasta bireylerin mutlu tutulması için psikolojik destek almaları gerekir. Hastalara bakım görevi üstlenen sağlık personelinin psikolojilerin iyi olması hastayı olumlu etkilemektedir. Görevli personelin işini seven ve hastaya karşı iyi davranan güler yüzlü kişilerden seçilmesi bu bakımdan önem arz etmektedir. Psikologların hastanın kalp sağlığını koruyabilmesi için stresin azaltılması için yaşam tarzına uygun eğitimler vermesi hastaların iyileşmesine olumlu katkı sağlar.

 

CategoriesGenel

Hemipleji (inme)

Halk arasında inme olarak bilinen hemipleji beyin dokusunu besleyen damarların tıkanması veya yırtılmasından kaynaklanan; vücudun sağ veya sol tarafında kuvvet kaybı, duyu bozukluğu, denge bozukluğu, konuşma ve bilişsel fonksiyon kayıplarından komaya kadar gidebilen klinik tablolarla karakterize bir hastalık olarak bilinmektedir. Memorial Diyarbakır Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü’nden Uz. Dr. Tacettin Mirzaoğlu, hemipleji ve merak edilenleri hakkında yanıt verdi.

Hemipleji nedir?

Dünyada en sık karşılaşılan beyin ve sinir sitemi hastalıklarından biri olan hemipleji, sıklıkla beyin damarlarında hasar oluşumu sonrası veya tıkanıklık sonrası vücudun sağ ya da sol tarafında hareket kaybı azalımı olarak bilinmektedir. Bu durum hareket kaybı azalımının yanı sıra bazı durumlarda tamamen hareket yetisinin ortadan kaybolmasıyla sonuçlanabilmektedir. Beyin damarlarında oluşan hasarın veya tıkanıklığın büyüklüğü ve şiddeti burada temel etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Görme bozukluğu, duyusal ve algısal ciddi kayıpların yaşandığı bir sağlık sorunu olan hemipleji erken dönemde müdahalesi sağlandığında hasar payı riskini en aza indirmektedir. Tüm bu durumlara ek olarak beyin tümörü, mikrop hastalıkları ve bazı enfeksiyonlara bağlı olarak da inme yani hemipleji görülebilmektedir.

Hemipleji neden olur?

Beyin dokusunu besleyen, dolaşımı sağlayan damarlardan birinin tıkanması, yırtılması veya beyin dokusuna baskı yapan bir tümör nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Hemipleji kadınlara oranla erkeklerde daha sık görülmektedir. Ailesel özellikler, yaş, cinsiyet, ırk ve etnik köken yine aynı şekilde değiştirilemeyen risk faktörleri arasındadır. Hipertansiyon, diyabet, kalp hastalıkları, kolestrerol yüksekliği, sigara, obezite, aşırı alkol alımı, fiziksel aktivite azlığı ve madde bağımlılığı hemiplejiye neden olan hastalık ya da durumlar olarak tanımlanmaktadır.

 Hemipleji belirtileri nelerdir?

Beyin içi kanama (%15) ve damar tıkanması (%85)  olarak ve ayrıca sağ hemipleji ile sol hemipleji olarak sınıflandırılmaktadır. Hemipleji belirtileri şunları içerir;

  • Vücudun sağ veya sol tarafında, yüz kol ve bacaklarda kuvvet kaybı, uyuşukluk hissi, duyu kaybı ve azalması
  • Ayakta durma ve yürümede zorluk, denge koordinasyon bozukluğu
  • Konuşmada güçlük yaşama
  • Yutma bozuklukları
  • Hafıza kayıpları
  • Mesane ve bağırsak fonksiyon bozuklukları görülebilir.

Hemipleji sonrasında ortaya çıkabilecek bazı komplikasyonlar görülmektedir. Bunlar kısaca şu şekilde sıralanabilir;

  • Depresyon,
  • Yatak yaraları,
  • Mesane bağırsak disfonksiyonları
  • Seksüel disfonksiyon
  • Spastisite (kasılmalar )
  • Kontraktür ( eklem sertlikleri ve hareket kaybı)
  • Merkezi ağrı sendromları (nöropatik ağrı )
  • Yorgunluk ve bitkinlik
  • Uyku bozuklukları görülebilir.

 Hemipleji tanısı nasıl konur?

Klinik muayene ve radyolojik görüntülemelerle tanı konur.

  • Beyin MR: Hareketsiz kalınması gereken bu çekim esnasında raylı kızak üzerine oturulan kişi bazı aparatlar yardımıyla sabitlenir. Yaklaşık 15 ila 20 dk arasında çekim tamamlanır.
  • Difüzyon MR; Hareketli bir yatağa uzanan kişi sabit kalması gereklidir. Yatak hareket ederek mikroskop yardımı ile görüntülüme işlemini gerçekleştirmesi beklenir. Difüzyon MR yaklaşık 15 ila 20 dk arasında çekilmektedir.
  • Tomografi; İşlem öncesi aç karnına gelinmesi istenebilir. Küpe, bilezik vb. takıların çıkarılması gerekir. Kişi sedyeye yatar ve ışın tüpü etrafında dönerek görüntüleme işlemini gerçekleştirir.

Hemipleji tedavisi nasıl sağlanır?

Öncelikle beyin kanaması ya da damar tıkanmalarında nöroloji ve girişimsel radyoloji branşları tarafından ilaçlı tedavi uygulanarak hasarın önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Bu süreçte bazen kısa süreli yoğun bakım ihtiyacı da olabilmektedir.  İlaçlı tedaviyle kontrol altına alınan hasarların ardından kişilerin genel sağlık durumuna uygun olarak zaman kaybetmeden hemipleji rehabilitasyonu uygulamalarına geçilmektedir. Her sağlık sorununda olduğu gibi hemipleji tedavisinde de erken tanı oldukça önem arz eder.

Hemipleji tedavisi ne kadar sürer?

Genel olarak hastaların ve hasta yakınlarının sabırlı olması gereken zorlu bir süreç olan uygulamalara ne kadar erken başlanırsa tedavi o kadar hızlı gerçekleşmektedir. Çoğu vakada hemipleji başladıktan sonra ilk 3 ayda iyileşme görülmektedir. Bununla birlikte bazı vakalarda tam iyileşme yıllar için de de azalan oranlarda olmak üzere olmaktadır. Kişi ne kadar gençse, beyindeki lezyon küçükse, ek hastalıkları yoksa ve erken rehabilitasyona başlarsa o kadar fazla fayda görür tedavi sürecinden.

Hemipleji sıklıkla kimlerde görülür?

Dünya genelinde en sık karşılaşılan beyin ve sinir sistemi bozukluklarından biri olan inme daha çok orta yaş ve üzerinde görülse de her yaş grubu risk altındadır. 

Hemipleji tekrarlama ihtimali var mıdır?

İnme veya geçici inme geçiren kişiler inme tekrarlaması açısından risk altında bulunur. Her yıl meydana gelen inmelerin %25 i tekrarlayan inmedir. Bu nedenle koruyucu yaklaşımlar ile önlem almak gerekir. Yeni bir inmeyi önlemek için kan basıncı ve kolesterol yükseklikleri düşürülmesi önemlidir. Şeker hastalığı kontrol altına alınır, sedanter yaşam önlenir, sağlıklı beslenme ve kaliteli uykuya dikkat edilip stres minimuma indirilir, uygun hastalarda kan sulandırıcı tedaviler verilir ve varsa şah damarı hastalıkları cerrahi ya da stent ile tedavi sağlanır.

Hemipleji egzersizleri nelerdir?

Egzersiz ve rehabilitasyon programı kişiye özel olarak hazırlanır. Kasların güçlenmesini sağlayan egzersizler, solunum ve yutma rehabilitasyonu, konuşma terapisi, iş uğraşı terapisi, nörofizyolojik egzersizler, denge koordinasyon, postür, yürüme egzersizleri ve nöromusküler elektrik stimülasyonu olarak düzenlenir.

CategoriesGenel

İkiz Gebelik Nedir? Belirtileri Nelerdir?

İkiz çocuk sahibi olma fikri anne baba adaylarını heyecanlandırsa da, 2 bebeğin aynı anda idaresi ve bakımı konusunda çeşitli endişeler doğabilmektedir. İkiz gebeliklerde sağlıklı bir yaşam tarzı ve iyi bir doğum öncesi bakım, hamilelikle daha rahat başa çıkmaya ve bebeklerin sağlıkla dünyaya gelmesine yardımcı olmaktadır. Memorial Antalya Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Op. Dr. Timur Uğurlu, ikiz gebelik hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.

İkiz gebelik nedir?

Çoğul gebelik genellikle birden fazla yumurtanın döllenmesiyle olur. Aynı zamanda, bir yumurta döllendiğinde ve ardından iki veya daha fazla bebeğe dönüşen iki veya daha fazla embriyoya bölündüğünde de olabilir. En sık görülen çoğul gebelik ikiz gebeliktir. Gebeliklerin yaklaşık binde dördünde görülür. İkiz gebeliklerde tek yumurta ikizi veya çift yumurta ikizi olabilir.

Birçok yönden ikiz hamilelik, tek bebek hamileliği gibidir. Sağlıklı ikizler, büyümelerinin yavaşladığı son üç aylık döneme kadar tek bir bebek gibi gelişir. İkizler genellikle normal 40 haftalık vade tarihinden önce doğarlar. Anne için ikizleri taşımak, tek bir bebeği taşımaktan daha zor olabilir ve hamilelik sorunları için riskleri daha yüksektir. Bu nedenle doğum öncesi kontrolleri ve testleri takip etmek özellikle önemlidir.

İkiz gebeliğin belirtileri nelerdir?

Gebelik haftasına göre gebenin karnının daha büyük olması, bulantı ve kusmanın şiddetli olması ikiz gebeliklerde sıklıkla görülen durumlardır. Fakat çoğul gebeliğin kesin tanısı ultrasonla bebeklerin görülmesiyle konulur.

İkiz gebeliğin farkları nelerdir?

İkiz gebelikler çoğunlukla diğer gebeliklere benzer ancak dolaşımdaki hormon düzeyleri daha fazla olur ve ekstra kilo alımını bazı komplikasyon risklerini de beraberinde getirebilir. İkiz gebelik riskli bir durumdur.  Tek gebeliğe göre doğum daha erken haftalarda gerçekleşir.

İkiz gebeliklerde tek hamilelikte ortalama 10 kg alınması gerekirken bu rakam 20 kilolara kadar çıkar. Ayrıca çatlaklar, şişkinlik, varisli damarlar ve hemoroidler de yaygın görülür. Anne adaylarının vücutlarındaki bu değişiklikler psikolojik olarak onları olumsuz etkileyebilir.

İkiz gebeliğin riskleri nelerdir?

İkiz gebeliklerde tek gebeliğe göre düşük riski daha fazladır. Anomali ve gelişme geriliği daha sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Gebeliğe bağlı hipertansiyon riski artar.

İkiz gebeliği olan kadınların gebelik sağlık sorunları ve gestasyonel diyabet, preeklampsi, erken doğum ve kanama gibi komplikasyonları olma olasılığı daha yüksektir.

Bir plasentayı paylaşan ikizlerin ekstra komplikasyonları olabilir. Bazen kan kaynakları eşit olmayan şekilde paylaşılır, bu da her iki ikiz için sağlık sorunlarına neden olabilir. Veya plasentanın kendisi eşit olmayan bir şekilde paylaşılıyorsa, bu bir ikizin yeterli besin almadığı ve büyümediği anlamına gelebilir.

Doğum öncesi randevuları aksatılmadan komplikasyon riski azaltılabilir veya daha kötüye gitmesi önlenebilir.

İkiz gebelik anne karnında nasıl takip edilir?

İkiz gebeliğin saptanmasından itibaren olası riskler açısından titizlikle yakından takip edilmelidir. Annenin yeterli beslenmesi ve istirahati sağlanmalıdır. Erken doğum riski nedeniyle yeni doğan yoğun bakım ünitesi olan tam teşekküllü hastanede takip ve doğum yapılmalıdır çünkü ikiz gebelik anne ve bebek kayıp riskinin yüksek olduğu gebeliklerdir.

İkiz bebeklerin gelişimi nasıl olur?

İkiz bebeklerde de bir ultrason ile bebeklerin kalp atışlarını duymak mümkündür. Bebeklerin gözleri hareket edebilir. Kolları ve bacakları bükülebilir.

14 ila 18. haftalar arasında, bebeğin kafasında saçlar büyümeye başlar.

18 ila 22 hafta arasında, bebekler artık parmaklarını emebilir. Bu süre zarfında, bebeklerin hareket ettiği hissedilir. Bu, ilk başta çırpınma veya karında kelebek hissi varmış gibi olur.

  1. hafta civarında bebekler göz kapaklarını açıp kapatabilir. Ebeveyn sesine tepki verdikleri fark edilebilir. Ayrıca daha az dönme ve bükülme ve daha fazla kıvranma yaptıkları görülür.

32 haftaya kadar ikizler hızla büyür. Bu noktada, saçları ve dolgun tenleri ile gerçekten bebek gibi görünmeye başlarlar.

Yaklaşık 32 ila 34 hafta arasında ikizlerin büyüme hızı yavaşlar. Akciğerleri nefes almaya daha hazır hale gelir. Bu, erken doğan bebeklerin doğumdan sonra solunum problemleri yaşama olasılığının daha düşük olduğu bir aşamaya işaret eder.

Tek ve çift yumurta ikizleri nasıl oluşur?

Tek yumurtanın tek spermle döllenmesi ile oluşan embriyonun erken dönemde ikiye bölünmesi sayesinde tek yumurta ikizleri oluşur. İki ayrı yumurtanın ayrı iki sperm tarafından döllenmesi ile çift yumurta ikizleri oluşur.

İkiz bebek doğumu nasıl olur?

Her gebelik kendi şartlarına göre değerlendirilmelidir. Anneyi ve bebekleri riske atmadan planlı bir şekilde, doğru zamanda, yeni doğan yoğun bakım şartları hazırlanarak  sezaryenle doğum tercih edilmesi uygun olur.

 

Siz de çocuk sahibi olmayı planlıyorsanız Memorial Evde Sağlık Kadın Üreme Sağlığı Detaylı Paketten faydalanarak gerekli testlerinizi evinizin konforunda yaptırabilirsiniz.

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/kadin-ureme-sagligi-paketi-detayli/

Anne karnındaki bebeklerde görülebilecek genetik bozuklukların tespit edilmesine yardımcı olabilen bir test olan prenatal tanı testlerini yaptırmak için de linke tıklayabilirsiniz.

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/prenatal-tani-testi/

CategoriesGenel

NASIR NASIL GEÇER?

Nasır, cildin sürtünmeye veya basınca karşı kendini koruma amaçlı geliştirdiği kalın ve sert cilt katmanlarıdır. Altlarındaki cildi korumaya yardımcı olabilmek için doğal olarak gelişen nasırlar genellikle ayak, ayak parmakları, el ve el parmaklarında ortaya çıkmaktadır. Sağlıklıysanız, ağrıya neden olmadıkça veya görünüşlerini beğenmediğiniz sürece nasır ve nasır tedavisine ihtiyacınız yoktur. Çoğu insan için, sadece sürtünme veya baskı kaynağını ortadan kaldırmak, nasırların yok olmasını sağlar. Memorial Ankara Hastanesi Dermatoloji Bölümü’nden Uz. Dr. İbrahim Özcan, nasır nedir nasıl geçer sorularını yanıtladı.

Nasır türleri nelerdir?

Nasırlar üç türe ayrılmaktadır.

Sert nasırlar: Genellikle daha büyük bir kalınlaşmış cilt alanı içinde bulunan küçük, sert, yoğun cilt bölgeleridir. Sert nasırlar çoğunlukla ayak parmaklarının üstünde deriye karşı kemik basıncının gerçekleştiği bölgelerde ortaya çıkar.

Yumuşak nasırlar: Bu nasırlar beyazımsı/gridir ve daha yumuşak bir dokusu bulunmaktadır. Genellikle ayak parmakları arasında meydana gelirler.

Tohum nasırlar: Bu nasırlar küçük olmakla birlikte çoğunlukla ayak altlarında oluşur.

Nasır neden oluşur?

 Nasırın hem fizyolojik hem de çevresel nedenleri bulunmaktadır. Bu nedenler şöyle sıralanabilir:

-Uygun olmayan ayakkabıların kullanımı nasırın en yaygın nedenidir. Çok sıkı olan veya cilde sürtünen bölgeleri olan ayakkabılar, yırtılmaya, sürtünmeye ve basınca neden olur. Sıklıkla yüksek topuklu ayakkabı giyen kadınlarda, yürürken bu bölgeye yapılan aşağı doğru baskıdan dolayı genellikle ayakuçlarında nasır gelişir.

-Uzun süre ayakta durmak, yürümek veya koşmak

-Ayaklara baskıya neden olan spor aktiviteleri, fiziksel hobiler ve meslekler

– Çıplak ayakla gezmek

– Ayakkabı ile çorap giymemek.

– Ayakkabı giyerken ayağın altından kayan ve toplanan çoraplar veya ayakkabı astarlarına sahip olmak

-Yanlış duruşla yürümek – ayak içine veya dışına basmak

-Ellerde veya parmaklarda derinin bir bölgesinde tekrarlanan sürtünmeye neden olan fiziksel hobiler, spor aktiviteleri veya meslekler

– Yapısal ayak deformiteleri veya değiştirilmiş biyomekanik (çekiç parmakları, terzi bunyonları, doğumdan kaynaklanan deformiteler).

Nasır belirtileri nelerdir?

Nasır belirtileri ve semptomları arasında ciltte tekrarlanan sürtünme ve baskının olduğu alanda kalın, pürüzlü bir cilt alanı, sertleştirilmiş, yükseltilmiş bir yumru, deri altında hassasiyet veya ağrı, pul pul, kuru veya mumlu cilt görüntüsü ile kızarıklık ve kabarcıklar yer almaktadır.

Nasırın tanısı nasıl konulur?

 Nasırın tanısı fiziksel muayene ile konulabilir. Bunun için herhangi bir test gerekmez. Bu muayene, siğiller ve kistler gibi kalınlaşmış cildin diğer nedenlerini dışlamaya yardım eder.

Nasırın tedavisi nasıl uygulanır? Nasır nasıl geçer?       

Nasırın tedavisi esas olarak nasır oluşumlarına neden olan ve tekrarlayan eylemlerden kaçınmayı içerir. Uygun ayakkabı seçimi ve koruyucu ped kullanımı nasır oluşumunun önlenmesine yardımcı olur. Bu tedbirlere rağmen ortaya çıkan ve ağrılı bir duruma gelen nasırlar için tıbbı tedavi uygulanır. Tıbbi tedaviler arasında nasır bantları, kremler, kriyoterapi, elektrokoter, radyofrekans ve cerrahi tedavi yöntemleri bulunmaktadır.

Nasır bantları nasırın büyüklüğüne göre seçilir. Bandın içeriğindeki ilaçla nasırın yumuşayıp soyulması sağlanmaktadır.  Piyasada çok çeşitli ve kullanım süreleri birbirinden farklı nasır bantları bulunmaktadır. En uygun bandı seçmek için mutlaka bir uzmana danışılmalıdır.

Nasır kremlerinin ise sertleşmiş bölgeyi yumuşatma ve soyma özelliği bulunmaktadır. Çok ilerlemiş vakalarda ise nasırın alınması gerekebilir. Çok kalınlaşmış ve sertleşmiş nasırların tedavisinde önce o bölge çeşitli kremler ve ilaçlarla 7-10 gün boyunca yumuşatılmaktadır. Daha sonrasında nasır yumuşayan bölgeden alınarak temizlenir.

Kriyoterapi yönteminde ise nasır dondurularak yok edilir. Kriyoterapi -190 derecede nitrojen oksit gazı ya da sıvı azotla uygulanan bir tedavi yöntemidir. Öncesinde uygulama yapılacak bölgede herhangi bir uyuşturma yapılmamaktadır. Bu yöntem ağırlıklı olarak yumuşak nasırlara uygulanmaktadır. Yumuşak nasırlar daha çok parmak aralarında görülmektedir ve üst kısımları beyaz olmaktadır. Özellikle ayağın dördüncü parmağı ve serçe parmağı arasında oluşur. Kriyorterapi bu nasırlarda başarılı sonuçlar vermektedir. Sert nasırlara da kriyoterapi uygulanmaktadır ama öncesinde sert ve kalınlaşmış bölgenin bir takım ilaçlarla inceltilip tıraşlanması gerekmektedir.

Bazı seçilmiş vakalarda nasırın mekanik olarak koter, radyofrekans ya da cerrahi olarak tedavisi de mümkündür.

Evde nasır tedavisi yapılabilir mi?

Şeker hastalığı gibi altta yatan bir sağlık sorunu bulunmadığı takdirde nasırın tedavisine yardımcı olmak için aşağıdaki öneriler evde denenebilir:

– Eller ve ayakların ılık, sabunlu suda bekletilmesi nasırın yumuşamışını sağlar ve kalınlaşmış cildin çıkarılmasını kolaylaştırır.

– Kalınlaşmış cilt, yumuşatıldıktan sonra ponza taşı, tırnak törpüsü veya bezle ovalanabilir. Bu sertleşmiş cilt tabakasının çıkarılmasına yardımcı olur.

-Nasır oluşan alanı korumak için halka şeklinde olan köpük yastıklar ya da silikon koruyucular kullanılabilir. Böylece nasır olan bölgenin sürtünmesi engellenerek cildin daha fazla kalınlaşması önlenebilir.

-Reçetesiz satılan sıvı nasır sökücüler veya ilaçlı bantlar kullanılabilir. Ancak kullanıma dikkat etmek gerekir. Sağlıklı olan cildi de tahriş edebilen bu ürünler enfeksiyona yol açabilen salsilik asit içerir. Bu ürünleri kullanmadan önce nasır çevresine vazelin sürülerek sağlıklı cilt korunabilir.

– Cilt nemlendirilmelidir. Eller ve ayakların düzenli olarak nemlendirilmesi nasır oluşumunu azaltır.

-Rahat ayakkabılar ve çoraplar tercih edilmelidir.

-Ayak tırnaklarının kesilmesi gerekir. Uzun ayak tırnakları, ayak parmaklarını ayakkabının üst kısmına doğru iterek sürtünmeye ve artan basınca neden olabilir.

-Nasırlar asla keskin bir cisimle kesilmeye, tıraş edilmeye çalışılmamalıdır.

 Nasır önlenebilir mi? Nasır oluşumunu engellemek için neler yapılmalıdır?

 Gösterilecek dikkat ve özenle, birçok nasır oluşumu engellenebilir. Nasır oluşumunu engellemek için şu öneriler uygulanabilir.

-Rahat ve iyi oturan ayakkabılar giyilmeli, ayakkabılar ayağı desteklemeli, ayakkabının burun kısmı yeterli uzunlukta ve genişlikte olmalıdır.

-Ayakkabılar çorap ile giyilmeli, çorapların toplanmaması için çorabın gevşek olmamasına dikkat edilmelidir.

-Yastıklı tabanlık kullanılmalı, gerektiği durumlarda tabanlık için uzman hekim ile görüşülüp uygun olan tabanlık alınmalıdır.

-El ve el parmak cildine zarar verebilecek malzemelerle çalışırken veya el işi yaparken eldiven giyilmelidir.

-Ayaklar temiz tutulmalı, her gün ılık sabunlu su ile yıkanmalı ve ardından kurulanarak nemlendirilmelidir.

-Çıplak ayakla yürünmemelidir.

Nasır tekrarlar mı?

 Nasır cilde sürtünme, tahriş veya baskı sonucu oluştuğundan, nedeni düzeltilmezse her an geri gelebilirler. Başka bir deyişle, nedeni kötü oturan ayakkabılarsa ve aynı ayakkabıları giymeye devam ederseniz, nasırların geri gelmesi muhtemeldir.

Nasır için ne zaman doktora gidilmelidir?

Nasır şikayeti olan hastaların şeker hastalığı varsa uzman hekime görünmesi gerekir. Çünkü diyabetli kişilerde duygu eksikliği veya periferik nöropati durumu oluşabilir. Bu durumda olan hastalar ağrıyı hissetmeyebilir ve bu nasırın ilerlemesine, enfeksiyon kapmasına ve ayak yaralarına sebep olabilir. Bununla birlikte altta yatan farklı hastalık ve rahatsızlıkların varlığında, hassas bir cilde sahipseniz, evde yapılan tedaviler işe yaramıyorsa ya da nasırların sebebi anotomik sebeplerse, ağrı, kızarıklık, şişme gibi durumlarda bir uzman hekime başvurmak gerekmektedir.

Nasır bulaşıcı mıdır?

Nasır bulaşıcı bir rahatsızlık değildir. Nasır tamamen cildin darbeye, sürtünmeye ve basınca  maruz kalması sebebiyle oluşur.

Nasır tedavisi sonrası nelere dikkat edilmelidir?

Nasır tedavisi olduktan sonra tekrarlamaması için dar olmayan, ortopedik tabanlı uygun ayakkabılar tercih edilmelidir. Ayak bakımı ve temizliğine özen gösterilmeli sürekli temasa ve sürtünmeye maruz kalan alanlar düzenli nemlendirilmelidir. Sürtünme ve basınca uzun süreli maruz kalan bölgeler için koruyucu ekipmanlar kullanılmalıdır.

Nasır kökü nasıl çıkar?

Nasırın yerleşim yerine, büyüklüğüne ve çeşidine göre bu durum değişmekle beraber ameliyat, koter ya da radyofrekans yöntemi ile seçilmiş vakalarda nasır kökü çıkarılabilir.

Aspirin, vazelin nasır tedavisinde etkili midir?

Evet etkilidir. Belirli oranlarda aspirin, vazelin ya da salisilik asit vazelin karışımlarının nasırlı bölgeye düzenli uygulanması nasırın tedavisinde yer almaktadır.

Nasır tedavi edilmezse ne gibi sonuçları olur?

Nasır tedavi edilmediği takdirde giderek büyüyebilir. Nasırın üzerine basmakta zorlanan kişi ayaklarının farklı bölgelerine ağırlık verecek şekilde yürümeye başladığından ayağın diğer bölgelerinde de nasır oluşumu ortaya çıkabilmektedir. Özellikle diyabeti ve periferik damar hastalığı olan hastalar enfeksiyon riski açısından mutlaka uzman hekim tarafından değerlendirilmelidir. Aynı zamanda estetik açıdan da hoş bir görüntüye sahip olmayan nasırlar ağrılı olduğu için de kişinin yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir

CategoriesGenel

PANDEMİ NEDİR, PANDEMİ AŞILARI GEREKLİ Mİ?

Dünya tarihinde pandemik hastalıklar, binlerce yıldır insan nüfusunu şiddetli bir şekilde etkileyerek yüz milyonlarca ölüme neden olmuştur. COVID-19’un neden olduğu hastalık ise ilk olarak 31 Aralık 2019’da Çin’in Wuhan şehrinde ortaya çıkmış ve tüm dünyaya yayılmıştır.  Küresel salgınlarla mücadele edilebilmesi için aşıların etkin bir şekilde kullanılması insan ölümlerinin önüne geçmede hayati önem taşımaktadır. COVID-19’un etkilerinin hafifletilmesi ve hayati riskin azaltılması için de aşılar mutlaka önerilmektedir. Memorial Kayseri Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Ayşegül Ulu Kılıç, pandemi ve pandemi aşıları hakkında bilgi verdi.

Pandemi nedir? Pandemik hastalık nedir?

Salgın, bir hastalığın beklenmedik şekilde yüksek sayılarda ortaya çıkmasıdır. Salgın hastalık belli bir alanda kalabilir veya daha geniş bir alana yayılabilir. Bir salgın günler veya yıllar sürebilir. Bazen, uzmanlar tek bir  bulaşıcı hastalık vakasını  salgın olarak kabul edebilir. Bilinmeyen bir hastalıksa, bir topluluk için yeniyse veya uzun süredir bir popülasyonda yoksa tek bir vaka bile salgın kabul edilebilir.

Epidemi, bulaşıcı bir hastalığın uzmanların beklediğinden daha fazla insan geçerek hızla yayılmasıdır. Genellikle bir salgından daha geniş bir alanı etkilemektedir.

Pandemi ise ülkeler veya kıtalar arasında yayılan salgın hastalıklardır. Bir salgından daha fazla insanı etkiler ve daha fazla can alır. Örneğin Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), hastalığın şiddetli olduğu ve geniş bir alana hızla yayıldığı netleştiğinde COVID-19’u pandemi olarak ilan etmiştir.

Pandemi neden ilan edilir? Pandemi nasıl ilan edilir?

DSÖ,  pandemiyi ilan etmede tek sorumlu kuruluştur. DSÖ, dünya çapındaki ülkelerde bulunan bir merkez ağıyla hastalık aktivitesini küresel ölçekte izler ve altı aşamadan oluşan bir pandemi hazırlık planı hazırlar. Faz 1, en düşük alarm seviyesini temsil eder ve genellikle yeni ortaya çıkan veya önceden var olan bir virüsün hayvanlar arasında dolaştığını ve insanlara bulaşma riskinin düşük olduğunu belirler. Faz 6 yani pandemik faz ise bir salgının insanlar arasında küresel olarak yaygın ve sürekli hastalık bulaşması ile karakterize edildiğinde ilan edilir. 

Pandemi ilanı COVID-19’da işe yaradı mı? DSÖ’nün rolü ne oldu?

DSÖ,  COVID-19 gibi halk sağlığını ilgilendiren acil durumlarda uluslararası müdahalelere önderlik eden küresel sağlık yönetiminin temel taşıdır. İlk olarak 31 Aralık 2019’da Çin, DSÖ yetkililerini Wuhan şehrinde büyüyen bir salgın konusunda uyardı ve bu tarihten bir ay sonra halk sağlığı için acil durum ilan ederek stratejik bir hazırlık ile müdahale planı hazırladı. 2020 Mart ayında ise virüsün 100’den fazla ülkeye yayılmasının ardından salgının pandemik seviyeye ulaştığı duyuruldu. COVID-19’un, pandemi ilan edilmesi DSÖ’nün krizi nasıl ele aldığını etkilemese de, ülkelere kendi acil durum müdahale planlarını geliştirme çağrısını yaptı. DSÖ uzmanları virüsü ve yeni varyantları araştırırken dünya liderleriyle koordineli bir şekilde çalışarak, tıbbi ve teknik rehberlik sağladı. Ayrıca sağlık çalışanları için tanı testi ve kişisel koruyucu ekipman dahil olmak üzere malzeme dağıtımı ve küresel aşılama çalışmalarına öncülük etme gibi girişimlerde de bulundu.

Pandemi dünyada kaç defa görüldü? Pandemilerde kaç kişi öldü?

Tarihçiler, ‘Kara ölüm’ olarak da bilinen hıyarcıklı vebanın 1300’lerde Avrupa’da 25- 75 milyon insanın hayatını kaybetmesine yol açtığı tahmin etmektedir. Hastalığın tekrarlayan dalgaları ise 1660’larda İngiltere’de son büyük görünümüne kadar Avrupa’da çok etkili olmuştur. Çiçek hastalığı, 1980’de ortadan kaldırıldığı ilan edilene kadar binlerce yıl boyunca ölümlere neden olmuştur. 1918-19 grip salgınında ise dünya çapında tahminen 40-70 milyon insanın öldüğü tahmin edilmektedir. Diğer daha az şiddetli pandemik gripler 1957-58, 1968 ve 2009’da ortaya çıkmıştır.

 

Altıncı kolera pandemisi: Yüzyılın başında Hindistan’da, kirlenmiş yiyecek ve su tüketimi yoluyla bulaşan bir bakteriyel enfeksiyon olan yeni bir kolera salgını olarak başladı. 1800’lerin başından beri aralıklarla pandemilere neden olan bir hastalığın son dalgasıydı. Salgın, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın yanı sıra Rusya’ya da yayıldı ve sonuçta yüz binlerce insanın ölümüne neden oldu. Özellikle Hindistan ve Rusya’da yüksek ölüm oranları görüldü.

 

İspanyol gribi (1918-20): Birinci Dünya Savaşı’nın çalkantıları arasında yeni bir grip virüsü dünya çapında yayılmaya başladı. İlk olarak bu virüs İspanya’da kamuoyuna duyuruldu. Tahminen 500 milyon insanı, o sırada dünya nüfusunun kabaca 3’te 1’ini etkiledi ve 50 milyon kadar insanın ölümüne neden oldu.

 

Asya grip salgını (1957-58):  Şubat 1957’de Singapur’da H2N2 olarak adlandırılan yeni bir grip virüsü türü rapor edildi. Kısa süre sonra Çin, Hong Kong, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri’ne yayıldı. İspanyol gribinden daha az şiddetli olmasına rağmen, Asya Gribi dünya çapında 1 milyondan fazla insanının ölümüne neden oldu.

 

Kolera (1961- Halen): Endonezya’da başlayan bir kolera salgını, 10 yıl boyunca Asya’nın diğer bölgelerine, Orta Doğu’ya ve Afrika’ya yayıldı. Salgın halen bugüne kadar devam ediyor. 1990’larda Güney Amerika’da görülen salgın, 2008-09’da Zimbabve’de 4000 fazla insanın ölümüne neden oldu, özellikle Haiti ve Yemen’deki büyük salgınların her biri yarım milyondan fazla insanı etkiledi. Her yıl yaklaşık 3 milyon insana koleraya neden olan bakteriler bulaşıyor ve 50’ye yakın ülkede endemik olmaya devam ediyor.

 

Hong Kong gribi (1968-69) : Asya gribinden on yıl sonra, H3N2 adı verilen yeni bir virüs ortaya çıktı. Yaygın olarak Hong Kong Gribi olarak adlandırılan bu grip, Temmuz 1968’de önce Hong Kong’da, ardından bir İngiliz kolonisinde görüldü. Kısa süre sonra Doğu ve Güney Asya’yı, ardından Avustralya, Avrupa ve Kuzey Amerika’yı ve oradan da Afrika ve Güney Amerika’ya geçerek yayıldı. 1969 Vietnam Savaşı’ndan dönen ABD askerlerinin virüsü ABD’ye getirdiği tahmin edilmektedir. Bu pandemide tahminen 1 milyon insan öldü, bunların yaklaşık yarısı Hong Konglu ve çoğu 65 yaşında veya daha büyük yaşlılardı.

 

Çiçek hastalığı (1977-80): İnsanları binlerce yıldır rahatsız eden viral bir hastalık olan bilinen son çiçek hastalığı vakası, yaklaşık yirmi yıl süren küresel bir aşı kampanyasının ardından 1977’de Somali’de teşhis edildi. Üç yıl sonra DSÖ, dünya çapında artık görülmediğini ilan etti.

 

HIV enfeksiyonu (1981-Halen): ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC) tarafından hazırlanan 1981 tarihli raporda, daha sonra Edinilmiş Bağışıklık Yetmezliği Sendromu veya AIDS olarak tanımlanan nadir bir pnömoni formu ortaya çıktı. 1990’ların başında AIDS, Amerika Birleşik Devletleri’nde 25 ila 44 yaş arasındaki erkeklerde önde gelen ölüm nedeni haline geldi. Bugün 40 milyona yakın insan HIV/AIDS hastasıdır ve bunların 3’te 2’sinden fazlası Sahra altı Afrika’dadır. Hastalıktan 10 milyonlarca insan ölmüştür.

 

SARS (2002-2003): Şiddetli Akut Solunum Sendromu (SARS) koronavirüsü, ilk olarak 2002 yılının sonlarında Güney Çin’de tanımlandı. SARS, dört kıtada iki düzineden fazla ülkeye yayılarak 8000 fazla kişiye bulaştı.  SARS, 2003 ortalarında salgın bastırıldığında çoğu Çin ve Hong Kong’da olmak üzere 800’ yakın kişinin ölüm nedeni oldu. Virüsün misk kedileriyle temas yoluyla insanlara bulaştığı düşünülüyor.

 

H1N1 (2009): 2009’un başlarında Meksika ve Amerika Birleşik Devletleri’nde H1N1 olarak etiketlenen ve domuzlarda dolaşan influenza virüsleriyle bağlantısı nedeniyle yaygın olarak domuz gribi olarak adlandırılan yeni bir grip virüsü yayıldı. DSÖ, Nisan 2009’da halk sağlığı acil durumu ilan etti, ardından virüs 70’ten fazla ülkeye ulaştıktan sonra Haziran ayında H1N1’in yayılması bir pandemi olarak kayıtlara geçti. Virüsün keşfedilmesinden sonraki ilk yılda dünya çapında 151 bin 700 ile 575 bin 400 kişinin öldüğünü tahmin ediyor.  DSÖ, salgının mevsimsel olarak dolaşmaya devam etmesine rağmen, Ağustos 2010’da pandeminin sona erdiğini duyurdu.

 

MERS (2012): Orta Doğu Solunum Sendromu (MERS) adı verilen yeni bir koronavirüs, 2012 yılında Suudi Arabistan’da develerden insanlara bulaştığı ortaya çıktı. En büyük salgın 2014 yılının ilk yarısında Arap Yarımadası’nda meydana geldi. Vakaların çoğu Suudi Arabistan’da olmasına rağmen, 2 düzineden fazla ülke takip eden yıllarda viral solunum yolu hastalığı vakaları bildirdi. Nispeten yüksek bir ölüm oranına sahip MERS teşhisi konan yaklaşık 2 bin 500 kişiden 850’sinin hastalıktan öldüğü bildirilmiştir.

 

Ebola (2014-2016): 2014’ün başlarında, Ebola virüsüne yakalananların yaklaşık yarısında ölüme yol açan nadir ve şiddetli bir bulaşıcı hastalık olan Ebola virüsü vakaları Gine’de ve hemen ardından Liberya ve Sierra Leone’de tespit edildi. Salgın sonunda birkaç Avrupa devleti ve Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere yedi ülkeye daha yayılarak toplamda on bir binden fazla ölüme neden oldu.

 

Zika (2015-2016): İlk olarak 1940’larda Uganda’da keşfedilen ve esas olarak sivrisinekler tarafından bulaşan Zika virüsü salgını 2015’in başlarında Brezilya’da başladı. Şubat 2016’da DSÖ, salgını halk sağlığı acil durumu olarak ilan etti ve Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere 60’tan fazla ülke virüs vakalarını bildirildi. DSÖ, Kasım 2016’da salgının sonunu ilan etti.

 

Monkeypox (2022-halen): Mayıs 2022’de Birleşik Krallık’ta nadir görülen bir zoonotik virüs olan maymun çiçeği vakası rapor edilmiştir. Virüs, çiçek hastalığına benzemektedir. İki hastalıkta da aynı semptomlardan bazıları görülmüş ve ikisi de ortopoks virüs ailesindendir. Bununla birlikte, maymun çiçeği daha az bulaşıcı ve daha az ölümcül olarak kabul edilir. DSÖ, 89 ülkede Ağustos 2022 tarihi itibariyle 11 ölüm bildirmiştir.

 

Pandemi ne kadar sürer?

Dünyada halen devam eden COVID-19 salgının neden olduğu pandeminin Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde, endemik aşamasına girdiği söylenebilir.  Virüs halen yaygın olmasına rağmen 2020’de olduğundan daha az ölümcüldür. Bu endemik koşulların, bağışıklıktan kaçan yeni varyantlar ortaya çıkmadıkça ve ortaya çıkana kadar yaz ve sonbahar boyunca devam etmesi muhtemeldir. Bununla birlikte, bağışıklık azaldıkça, bir sonraki aşama oldukça belirsizdir. Yani pandeminin ne kadar süreceği henüz kestirilememektedir.

Pandemi aşıları gerekli mi?

SARS-CoV-2 aşılarının 1 yıldan kısa bir sürede geliştirilmesi bilimsel bir zaferdi. Bununla birlikte, Ocak 2020’de viral dizinin kullanıma sunulması ile ilk aşıların bir düzenleyici otorite tarafından acil olarak yetkilendirilmesi arasındaki 326 gün boyunca, dünya çapında 70 milyondan fazla COVID-19 vakası ve bunun sonucunda 1,6 milyon ölüm kaydedildi.

Aşılama muhtemelen gelecekte de pandemik bir hastalığın ortaya çıkmasına karşı çok yönlü bir halk sağlığı yanıtının bir parçası olacaktır. Sürveyans, iletişim, karantina ve hastalık tedavisi gibi bir pandemiye yanıt vermek ve onu kontrol etmek için tasarlanmış diğer önlemlere ek olarak, etkili aşıların yaygınlaştırılması, yaşamların koruması ve hastalığın yayılmasının sınırlandırılması potansiyeline sahiptir.

Pandemi aşıları (COVID-19)  neler?

DSÖ verilerine göre 22 Mayıs 2022 itibariyle, düşük gelirli ülkelerde neredeyse 1 milyar insan aşılanmamış durumdadır. Sadece 57 ülke, neredeyse tamamı yüksek gelirli ülkeler, nüfusunun % 70’inin aşılandığı bilinmektedir.

DSÖ tarafından kullanımı onaylanmış birkaç COVID-19 aşısı vardır (acil kullanım listesi verilmiştir). İlk toplu aşılama programı Aralık 2020’nin başlarında başladı.

12 Ocak 2022 itibariyle, aşağıdaki aşılar acil kullanım listesinde yer almıştır.

 Pandemi aşıları güvenli mi?

Milyarlarca insan COVID-19’a karşı güvenli bir şekilde aşılandı. Onaylanan tüm COVID-19 aşıları dikkatle test edilmiştir ve izlenmeye devam edilmektedir. Tüm aşılar gibi, COVID-19 aşıları da on binlerce insanı içeren büyük klinik denemeler de dahil olmak üzere titiz, çok aşamalı bir test sürecinden geçmektedir. Bu denemeler, herhangi bir güvenlik sorununu belirlemek için özel olarak tasarlanmıştır. DSÖ tarafından toplanan harici uzmanlar da, klinik deneylerin sonuçlarını analiz eder ve aşıların kullanılıp kullanılmaması veya nasıl kullanılması gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunur. Tek tek ülkelerdeki yetkililer, aşıların ulusal kullanım için onaylanıp onaylanmayacağına karar verir ve DSÖ tavsiyelerine dayanarak aşıların nasıl kullanılacağına ilişkin politikalar geliştirir.

 

Bazı COVID-19 aşıları, haberci RNA (mRNA) kullanan bir yaklaşımla geliştirilmiştir. mRNA aşı teknolojisi , Zika, kuduz ve grip için aşıların geliştirilmesi de dahil olmak üzere 10 yıldan fazla bir süredir incelenmiştir. Bu mRNA aşıları, güvenlik açısından titizlikle değerlendirilmiştir ve klinik deneyler, uzun süreli bir bağışıklık tepkisi sağladıklarını göstermiştir. mRNA aşıları canlı virüs aşıları değildir ve insan DNA’sına müdahale etmez.

COVID-19 aşıları, geniş bir yaş aralığından, tüm cinsiyetlerden, farklı etnik kökenlerden ve bilinen tıbbi durumları olan kişileri içeren geniş, randomize kontrollü çalışmalarda test edilmiştir. Aşılar, tüm popülasyonlarda yüksek düzeyde etkinlik göstermiştir. Şiddetli hastalık riskinin artmasıyla ilişkili çeşitli tıbbi durumları olan kişilerde aşıların güvenli ve etkili olduğu bulunmuştur. Bunlar arasında yüksek tansiyon; diyabet; astım; pulmoner, karaciğer veya böbrek hastalığı ile stabil ve kontrollü kronik enfeksiyonlar mevcuttur. Aşılamadan önce bir doktora danışılması gerekenler arasında bağışıklık sistemi zayıf olan kişiler, ileri derecede kırılganlığı olan yaşlılar, aşılara karşı şiddetli alerjik reaksiyon öyküsü olanlar, HIV ile yaşayan kişiler ve hamile veya emziren kişiler bulunmaktadır.

CategoriesGenel

Tansiyon nedir ve tansiyon nasıl ölçülür?

Atardamarların içindeki kan basıncını ifade eden tansiyonun doğru ölçülmesi teşhis ve tedavi açısından büyük önem taşıyor. Özellikle yüksek tansiyon teşhisi hastane ortamında veya gelişen teknolojiyle birlikte Evde Sağlık hizmetleri sayesinde ev ortamında da konulabiliyor, gerekli takipler de modern yöntemlerle gerçekleştirilebiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Kardiyoloji Bölümü’nden Uz. Dr. Cegerğun Polat, “Tansiyon nedir ve tansiyon nasıl ölçülür?” sorularının yanıtını verdi.

Tansiyon nedir?

Tansiyon, kalbin vücuda pompaladığı kanın damar duvarına uyguladığı basıncın ölçüsüdür. Kalbin ana görevi vücuda aort damarı yoluyla kan pompalamaktır. Kan kalp tarafından belirli bir güçle damarlara gönderilmektedir. Damar duvarının yapısı ve kanın pompalanma gücü damarların iç duvarlarında, kanın ilerlemesini sağlayan basınç dalgası oluşturur. Buna da tansiyon denmektedir. Tansiyon, vücut için önemlidir çünkü tansiyon sayesinde doku ve organlar yeterince kanlanabilir ve yaşamsal fonksiyonları devam eder. Kalp kası gevşeyince de damarlarda bir miktar basınç kalır. Bunlar tansiyonun türlerini oluşturur. Halk arasında büyük ve küçük tansiyon olarak bilinir. Tıp dilinde de “Sistolik basınç” ve “Diyastolik basınç” olarak adlandırılır. Yani kalp kanı dışarı pompalarken oluşan basınç sistolik basınçtır, kalp gevşediğinde oluşan basınç ise diyastolik basınçtır. Eğer bir tansiyon ölçümünde size “12’ye 8- 120/80 mmHg” dendiyse buradaki 12 sistolik basınç, 8 de diyastolik basınçtır. Tansiyonun durumu kişiden kişiye değişiklik gösterse de ideal tansiyonun 90/60 mmHg ile 120/80 mmHg arasında olması beklenir.  Yani 90/60 mmHg ve 120/80 mmHg arasındaki değerler normal tansiyon olarak bilinir. Yüksek tansiyon ise 140/90 mmHg ve üstü kabul edilir. 90/60 mmHg ve altı ise düşük tansiyon olarak kabul edilir.

Yüksek tansiyon nedir?

Yüksek tansiyon yani hipertansiyon, kan basıncının tansiyon aletiyle ve tansiyon holter ile ölçüldüğünde sürekli olarak 140/90 mmHg çıkması durumudur. Sigara içmek, aşırı alkol tüketimi, obezite, egzersiz yapmamak, düzensiz beslenmek, stres, şeker hastalığı, böbrek üstü bezinin hastalıkları, kalp damar hastalıkları, böbrek hastalıkları, genetik faktörler, tiroid hastalıkları, düzensiz uyku yüksek tansiyon nedenleri olarak bilinir. Yüksek tansiyon bebeklerde bile görülebilir.

Yüksek tansiyon nasıl teşhis edilir?

Yüksek tansiyon kendisini baş ağrısı, göğüs ağrısı, nefes darlığı, erken yorulma, burun kanaması, bacaklarda şişlik, halsizlik şeklinde gösterebilir. Yüksek tansiyonun tanısı da fiziki muayene, tansiyon holter, kalp ultrasonu (Ekokardiyografi), EKG gibi tetkiklerle konulur.

https://evdesaglik.memorial.com.tr/urun-ve-hizmetler/laboratuvar-paketleri-c/kalp-sagligi-c12/

Normal ve tehlikeli tansiyon değerleri nedir?

Kan Basıncı Kategorisi Sistolik kan basıncı Diyastolik Kan Basıncı
Normal 120’den az ve 80’den az
Yüksek Tansiyon 140 veya daha yüksek veya 90 veya daha yüksek
Yüksek-Normal Tansiyon 130 veya daha yüksek veya 80 veya daha yüksek
Tehlikeli derecede yüksek tansiyon 180 veya daha yüksek ve 120 veya daha yüksek

 Yüksek tansiyon tedavisi nasıl yapılır?

Tansiyon değerlerinin ne kadar yüksek olduğu tedavi şeklini belirler. Hafif, evre 1 hipertansiyonda ilk etapta yaşam şekli değişikliği önerilir. Ancak organlarda ek sorunlar yaşanmışsa genelde yüksek tansiyon ilaçları verilir. İlaç alsa dahi hastanın yaşam tarzı değişikliğine devamı gereklidir. Daha az tuz tüketimi, kişinin ideal kiloya kavuşması, düzenli egzersiz, bilinçli diyet ile tansiyon kontrol altına alınabilir. Ancak tedavi altta yatan nedene göre değişebilir. Tiroid, böbrek, diyabet kaynaklı bir yüksek tansiyon varsa diğer hastalıklar için de tedavi olunması gerekir.

Yüksek tansiyonun zararları nelerdir?

Eğer hipertansiyon varsa bu kalbe, beyne, böbreklere ve gözlere ekstra yük bindirir. Kalıcı bir yüksek tansiyon kalp yetmezliği, kalp krizi, kalp ritim bozukluğu, aort anevrizması, vasküler demans, inme, böbrek hastalıkları, periferik arter hastalığı gibi ciddi sorunlara sebep olabilir. Tansiyonu bir miktar bile düşürmek sağlıkla ilgili riskleri düşürmeye yardım eder.

Yüksek tansiyonu ne yapmak düşürür?

Düzenli egzersiz yaparak, kafeini azaltarak, sigarayı bırakarak, alkolü azaltarak, kilo vererek, tuz miktarını azaltarak, liften ve yeşil sebze ağırlıklı yani sağlıklı beslenerek tansiyon üzerinde olumlu etkiler edinmek mümkündür.

Düşük tansiyon nedir?

Düşük tansiyon yani hipotansiyon kan basıncının tansiyon aletiyle ve tansiyon holter ile ölçüldüğünde 90/60 mmHg altında seyretmesi durumudur. Yüksek tansiyon gibi zararlı bir durum değildir. Tansiyon düşüklüğü kalp damar hastalığı için bir risk oluşturmaz. Ani tansiyon düşmesi meydana gelirse baş dönmesine bunun akabinde de baygınlığa sebep olabilir. Ancak düşük tansiyon da altında kalp yetmezliği veya farklı sebepler olabilir. Bu nedenle kardiyoloji uzmanına görünmekte fayda vardır.

Tansiyon nasıl ölçülür?

Hipertansiyonu belirlemek için tansiyon ölçümünün doğru yapılması önem taşır. Ancak yüksek tansiyondan ziyade günlük yaşamda düşük tansiyonun daha çok belirtisi olur. O nedenle yüksek tansiyon için mutlaka bir kardiyoloji uzmanına gidilmelidir. Öncelikle evde tansiyon ölçerek işe başlanabilir. Tansiyon ölçümü mutlaka sessiz bir ortamda yapılmalıdır. Bunun yanında ölçüm yapılmadan önce en az on beş dakika dinlenmek gerekir. Ölçümden 45 dakika öncesine kadar kahve, çay ya da sigara içilmemeli; ölçüm sırasında hareket edilmemeli ve konuşulmamalıdır. Ölçüm tek koldan değil her iki koldan da yapılmalıdır. Hangi kolda yüksek çıkıyorsa o değer esas alınmalıdır. Her iki kol arasında belirgin farklılık varsa mutlaka doktora bildirilmelidir. Öncelikle serbest biçimde iki ayak yere basacak şekilde oturulmalıdır. Kişinin kolu açıkta, giysileri gevşek olmalıdır. Çünkü üstten sıkan, kolu sıkan giysiler tansiyon sonucunu hatalı çıkarabilir. Kol giysisi, dirseğin üzerinde kalmalı ve gevşek

CategoriesGenel

Sırt Ağrısı Nedir? Sırt Ağrısı Nedenleri Nelerdir?

Her yaş grubunda yaşanabilen sırt ağrısı hayatı olumsuz yönde etkileyebiliyor. Sırt ağrısı bazen aniden ortaya çıkabildiği gibi kaza, düşme veya ağır bir şey kaldırdıktan sonra da yaşanabiliyor. Vücudu yanlış kullanma ve stres kaynaklı yaşanabilen sırt ağrısı omurga sorunlarından da kaynaklanabiliyor. Sırt ağrısının tedavisi ise altta yatan nedene bağlı olarak değişiyor. Memorial Ataşehir Hastanesi Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahi Bölümü’nden Op. Dr. Mustafa Önöz, sırt ağrısı nedenleri hakkında bilgi verdi.

Sırt ağrısı nedir?

Baş bölgesinin altından başlayıp bel bölgesine kadar uzanan omurga ve omurganın her iki tarafında oluşan ağrılar sırt ağrısı olarak tanımlanmaktadır. Sırt anatomisi çeşitli yapılardan oluşmaktadır.

  • Omuriliği koruyan 33 kemikten oluşan omurga
  • Omurlardan oluşan omurga kanalının içinde uzanan omurilik
  • Omurları yerinde tutan kısa sert, esnek doku bantları olarak isimlendirilen ligamentler
  • Kasları kemiğe bağlayan tendonlar
  • Omurga ve üst bedeni destekleyip hareket etmeyi sağlayan kaslar.

Bu yapılardan herhangi birinde yaşanan sorunlar sırt ağrısına neden olabilir.

Sırt ağrısı kimlerde görülür?

Sırt ağrısı her yaş grubunda ve her cinsiyette görülebilen bir sorundur. Ancak sırt ağrısı yaşanmasını artıran riskler bulunmaktadır.

  • Hareketsiz yaşam: Hareketsiz yaşama bağlı olarak gelişmeyen sırt kaslarına omurgayı yeterince desteklememektedir. Zayıf sırt ve karın kasları sırt ağrısı yaşanma riskini artırabilmektedir.
  • Aşırı kilo: Hareketsiz yaşam ve yanlış beslenme ile birlikte kilo alımı sırt ağrısına yol açabilmektedir.
  • İşle ilgili riskler: Ağır kaldırma, uzun süre oturma gibi sırt yapısını zorlayabilecek meslekler sırt ağrısı riskini artırmaktadır.
  • Yaş: Sırt ağrısı her yaş grubunda gözükebilmekle birlikte ilerleyen yaşlarda daha fazla ortaya çıkabilmektedir.
  • Stres: Depresyona ve kaygıya yatkın kişilerde sırt ağrısı riski daha fazladır.
  • Genetik: Genetik olarak sırt ağrısına neden olan bazı rahatsızlıklar risk faktörleri arasındadır.

Sırt ağrısı belirtileri nelerdir?

Sırt ağrısı aniden ortaya çıkıp kısa sürede geçebildiği gibi zamanla artarak da yaşanabilmektedir. Bunun yanında kronik sırt ağrısı olarak tanımlanan uzun süreli sırt ağrısı da oluşabilmektedir.  Sırt ağrısının şiddeti kişiden kişiye değişir. Sırt ağrısının nedeni ve konumuna bağlı olarak genel olarak şu belirtiler yaşanabilmektedir;

  • Belirli bir noktada lokal ağrıdan sırtın her tarafına yayılan ağrı yaşanabilir.
  • Sırt ağrısı bazen kalça, bacak veya karın gibi diğer bölgelerine yayılabilir.
  • Kaldırma ve bükme ile artan ağrı şeklinde ortaya çıkabilir.
  • Dinlenirken, otururken veya ayakta dururken ağrı yaşanabilir.
  • Ağrı süreklilik göstermeyin gel gitler şeklinde yaşanabilir.
  • Sabahları artan ancak aktivite ile azalan ağrılar görülebilir.

Sırt ağrısı ile birlikte farklı şikayetlerde görülebilmektedir. Bu şikayetlerden bir veya bir kaçı ortaya çıkarsa doktora başvurma konusunda zaman kaybedilmemelidir

  • Uyuşma ve karıncalanma.
  • İlaçla düzelmeyen şiddetli sırt ağrısı.
  • Düşme veya yaralanma sonrası sırt ağrısı.
  • İdrar yapmada sorun.
  • Ateş.
  • Diyet yapılmamasına rağmen yaşanan kilo kaybı.

Sırt ağrısının nedenleri nelerdir?

Sırt ağrısı çeşitli nedenlere bağlı olarak yaşanabilmektedir. Genel olarak sırt ağrısı nedenleri şu şekilde sıralanabilir;

  • Omurgayı destekleyen kas ve bağlarda yaşanan sorunlar sırt ağrısı nedenleri arasındadır. Bağlarda yaşanan sorunlar daha çok eğilme veya yanlış kaldırma nedeniyle yaşanmaktadır.
  • Yaşlanma ile birlikte daha sık görülen ve omurlar arasındaki disklerin zedelenmesine yol açan dejeneratif disk rahatsızlıkları sırt ağrısına yol açabilir.
  • Fıtıklaşmış diskler sinirleri sıkıştırarak genellikle bel seviyesinde ortaya çıkan sırt ağrısı nedeni olabilir.
  • Omurgadaki bir omurun yerinden kayması sırt ağrısına yol açabilir.
  • Omurlarda yaşanan kırıklar sırt ağrısı nedenleri arasındadır.
  • Skolyoz veya diğer konjenital rahatsızlıklar sırt ağrısı nedenidir.
  • Halk arasında omurga ya da bel romatizması olarak bilinen Ankilozan Spondilit rahatsızlığı sırt ağrısı nedenleri arasında sayılabilir.
  • Omurların ağrılı kırıklarına yol açabilen osteoporoz.
  • Fibromiyalji
  • Böbrek taşları veya enfeksiyonlar da sırt ağrısına yol açabilir.
  • Endometriozis rahatsızlığı da sırt ağrısı nedenleri arasındadır.
  • Omurga kemiklerinde yaşanan enfeksiyonlar sırt ağrısı nedenidir.
  • Omurga ve sırtın farklı bölgelerinde ortaya çıkan tümörler sırt ağrısı belirtisi olarak ortaya çıkabilir.
  • Gebelik de sırt ağrısı nedenleri arasında sayılabilir.
  • Stres

Sırt ağrısı nasıl teşhis edilir?

Sırt ağrısı çok farklı nedenlerden kaynaklanabildiği için sırt ağrısı nedenini belirlemek tedavi planlaması için önemlidir.

Sırt ağrısı teşhisinde öncelikle doktor muayenesi önemlidir.  Doktor muayenesinde oturma, ayakta durma, yürüme ve bacakları kullanabilme konusunda tetkikler yapılmaktadır. Sırt ağrısının teşhisi için röntgen, Manyetik Rezonans (MR), Bilgisayarlı Tomografi (BT),  EMG, kemik taraması ve kan testleri gibi ek tetkikler de yapılabilmektedir.

Sırt ağrısı nasıl geçer?

Sırt ağrısı genellikle evde uygulanan tedavi yöntemleriyle geçebilmektedir. Basit ağrı kesiciler ve sıcak uygulamaları çoğu kez sırt ağrısı tedavisinde yeterli olabilmektedir. Sırt ağrısı nasıl geçer sorusu şu şekilde yanıtlanabilir;

Ağrı kesici ilaçlar veya kas gevşetici ilaçlar tedavinin ilk basamağını oluşturmaktadır.  Ağrının kontrol altına alınabilmesi için doktor kontrolünde antidepresan ilaçlar da kullanılabilmektedir.

  • Vücut esnekliğini artırmak, sırt ve karın kaslarını güçlendirmek için fizik tedavi doktoru rehberliğinde egzersizler uygulanabilir.
  • Enjeksiyon tedavileri ile sırt ağrısı kontrol altına alınabilir.
  • Yayılan bacak ağrısı veya sinir sıkışmasının neden olduğu ilerleyici kas güçsüzlüğü durumunda cerrahi tedaviler uygulanabilir.

Tıbbi tedavilerin yanında sırt ağrısını önlemek için alınması gereken önlemler şu şekilde sıralanabilir;

  • Sırt bölgesini zorlamayan düzenli egzersiz yapmak bu bölgedeki kasların güçlenmesine olanak sağlar. Yüzme, yürüyüş sırt bölgesi için tavsiye edilen egzersizler arasındadır.
  • Kilo kontrolü sırt ağrısının oluşmasını önleyeceği gibi var olan ağrının hafiflemesine de olanak sağlar.
  • Sigara içmemek sırt ağrısı için alınması gereken önlemler arasındadır.
  • Sırt bölgesini zorlayan hareketler kaçınılmalıdır.
  • Uzun süre ayakta kalmak, eğilmek, sırt bölgesine binen yükü artırabilir.
  • Masa başı çalışanlarda uygun oturma pozisyonu sırt kasları üzerindeki olumsuz etkiyi azaltabilir.
  • Ağır kaldırmaktan kaçınılmalıdır. Ağır kaldırmayı gerektirecek durumlarda eğilerek ve sırt bölgesinin düz kalmasına özen göstererek yük kaldırmak önemlidir.
  • Stres kontrolü de sırt ağrısı bakımından önemlidir.

Siz de sırt ağrınızın nedenini merak ediyor ve genel sağlık durumunuz hakkında bilgi sahibi olmak istiyorsanız Memorial Evde Sağlık hizmetleri kapsamında genel sağlık tarama paketi satın alarak testlerinizi evinizin konforunda yaptırabilirsiniz.

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/genel-saglik-tarama-paketi/

CategoriesGenel

Serebral Palsi ( Beyin Felci) ve Fizik Tedavi

Halk arasında beyin felci olarak bilinen serebral palsi, çocuklarda görülmekte ve doğumdan önce, doğumda ya da doğumdan sonra herhangi bir sebeple beyin dokusundaki hasara bağlı ortaya çıkmaktadır. Bu hasar hiçbir zaman “tamamen” iyileşmemektedir ancak iyi rehabilitasyon uygulamaları ile hastalar bağımsız bir yaşam kurabilir, eğitim alabilir ve sosyal rollerine devam edebilir. Memorial Bahçelievler Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü’nden Prof. Dr. Ümit Dinçer, serebral palsi ve fizik tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.

Serebral palsi nedir?

Serebral palsi bir çocuğun doğumdan önce, doğumda ya da doğumdan sonra herhangi bir sebeple beyin dokusunda gelişen hasarlar sebebiyle oluşan ilerleyici olmayan bir beyin hastalığıdır. Çocuklarda beyin felci olarak da tanımlanır. Etken beynin oksijenizasyon sorunu, enfeksiyonlar, kanamalar, ağır sarılık, genetik veya nörolojik hastalıklar olabilir. Hastalığın genel karakteri ilerleyici olmamasıdır. Yani sabit, permanent denilen bir beyin hasarından bahsedebiliriz. Ancak hastalığın vücudun periferindeki yani kollarda, bacaklarda ya da sistemler üzerindeki etkileri değişkenlik gösterebilir. En önemli problemlerden biri kas fonksiyonları üzerindeki etkileridir. Beyin hasarına bağlı olarak kas güçsüzlüğü, spastisite (istemsiz kas gerginliği), distoni (istemsiz hareketler) ve ataksi (denge bozukluğu) dediğimiz tablolarla kendini gösterebilir. Her ne kadar beyindeki hasar sabit olsa da bu saydığımız tablolarda bazen artış, bazen azalma yaşanabilmektedir. Bu yönüyle dinamiktir ancak beyin hasarı yönüyle dinamik değildir.

Serebral palsi belirtileri nelerdir?

Serebral palsinin erken ortaya çıkan belirtilerini çocukların gelişim evrelerini izleyerek görebiliriz. Bir çocuk doğduktan 3 ay sonra en geç baş kontrolünü yapabilmeli, 9 ay sonra oturabilmeli, 12-14. Aylarda yürüyebilmelidir. Eğer bir çocuk 5-6. aylarda hala baş kontrolünü sağlayamıyorsa, 8. ve 9. aylarda oturamıyorsa, 1 yaşına geldiğinde adımlama ya da sıralama fonksiyonlarını kazanamamışsa bu çocuklarda bir problem olduğunu düşünmeliyiz. Çoğul gebelik, erken doğum, düşük doğum ağırlığı, kordon dolanması gibi doğum esnasında zorluklar yaşanması durumuna fonksiyon kazanımlarındaki gecikmeler de eklendiğinde çocuğun serebral palsi olma ihtimalinden şüphelenilir.
Serebral palsi kimlerde görülür?
En fazla erken ve düşük doğum ağırlığı ile dünyaya gelmiş olan çocuklarda görülmektedir. Yani prematüre ve 1.5 kg’ın altında doğmuş olan çocuklarda serebral palsi görülme ihtimali diğer çocuklardan çok daha yüksektir ancak her şeyiyle normal dünyaya gelmiş çocuklarda da serebral palsi görülebilmektedir.
Serebral palsi tanısı nasıl konulur?
Serebral palsi tanısı şüphelenmekle başlar. Dolayısıyla ilk bulgular ailede veya takiplerini yapan çocuk hastalıkları uzmanının şüphelenmesi ile başlar. Sonra Pediatrik Nöroloji uzmanları tarafından önce çocuktaki motor, nörolojik ve mental gelişimdeki sorunlar değerlendirilir. Bazı klinik değerlendirmelere eşlik eden MR incelemeleri ile beyindeki hasarlar tanınabilir. Nihayetinde belli bir aşamaya gelmiş ve ilerleyici olmayan beyin hasarı netleşirse serebral palsi tanısı klinik olarak da netleşir. Ancak ailelerin izleyebileceği yol şu olabilir. Eğer çocuk çoğul gebelikten biriyse yani ikiz ya da üçüz bebekten biriyse, düşük doğum ağırlığı ile doğmuşsa, erken doğmuşsa (özellikle 28. haftadan önce) ve motor gelişim evrelerinde gecikme varsa bu çocuk geç kalınmadan çocuk nörolojisi uzmanı tarafından değerlendirilmelidir.

Serebral palsi tedavisi nasıldır?

Serebral palsili hastalarda pek çok problem eşlik edebilir. En önemlisi kas ve kas koordinasyonunu ilgilendiren motor becerilerde yaşanan sorunlardır. Dolayısıyla süreçte en önemli şey rehabilitasyon perspektifiyle bakmaktır. Yani çocuğun başını kontrol edebilir, yürüyebilir, oturabilir ve ayakta durabilir hale getirmek için yapılacak olan rehabilitasyon çalışmalarıdır. Ancak hastalığın ağırlığına bağlı olmak üzere çocuklarda başka nörolojik problemler de olabilir. Örneğin, epileptik ataklar, yutma güçlüğü, solunum ya da otonomik problemler vb. eşlik edebilir. Bu eşlik eden problemler de usulünce tedavi edilmelidir. İlerleyen zamanlarda tedaviye eşlik etmesi gereken uygulamalardan bazıları ortopedik operasyonlardır. Yani çocukta kas iskelet sistemi ve ekstremitelerde yani uzuvlarda (kalça, diz, ayak bileği ve ayak) bazen spastisite adı verilen şiddetli kas gerginliklerinin belirlediği deformiteler söz konusu olabilir. Bu tablolar eğer rehabilitasyon ve ortez (yardımcı tıbbi cihazlar) ile kontrol edilemez ise ortopedik cerrahi uygulamalarıyla ortadan kaldırılması gerekebilir. Ancak her serebral palsili aynı semptom ve bulgularla doğmaz. Dolayısıyla her çocuğun ihtiyacı onun için yapılacak olan özel değerlendirme ve tedavilerle bertaraf edilmelidir. Hatta temel rehabilitasyon uygulamaları dahi bireyselleştirilmelidir.
Temel amaç motor gelişim aşamalarını tamamlamak ve beceri düzeyini arttırmaktır. Tedavinin ekseni Fizyoterapi yani rehabilitasyondur. Özel rehabilitasyon uygulamaları nörogelişimsel destek sağlarken, spastisitenin sebep olduğu tabloların tedavisinde ortez, yardımcı cihazlar, botulinum toksin ( botoks) ve medikal tedaviler kullanılabilir. Bir fizyoterapistin birebir çalışması ile giden rehabilitasyon çalışmalarında zaman zaman sofistike cihazların (ileri teknoloji cihazları. Robotlar vs.) kullanımı da söz konusu olabilir. Denge, kas güçlendirme çalışmaları için havuz tedavileri, hippoterapi gibi alternatifler de kullanılabilir.

Serebral palsi iyileşir mi?

Beyindeki lezyon tamamen ortadan kalkmaz. Ancak ilgili sorunlar iyi rehabilitasyon uygulamalarıyla ortadan kaldırılabilir. İyileşmeden kasıt şudur: Hastalar tutulum şekillerine bağlı olmak üzere özellikle hemiplejik ve diplejik olan çocuklar normal gelişimlerini geç de olsa yakalayabilirler, yürüyebilirler, okula gidebilirler, öğrenim hayatlarını tamamlayabilirler, meslek sahibi olabilirler ve sosyal rollerini tamamen oynayabilirler. Tetraplejik olanlarda yani hem kol hem bacak tutulumu olanlarda gerek mental gerekse fiziksel olarak gecikmeler kalıcı olabilir. Dolayısıyla onlardaki beklentiler biraz daha düşüktür. Ancak tam kür yani tamamen iyileşme maalesef bu hastalıkta söz konusu değildir. Amaç mevcut durumda maksimum bağımsızlık seviyesine çıkabilmektir.

Serebral palsi tipleri nelerdir?

Serebral palsi vücut tutulum alanlarına göre 3 tipte değerlendirilmektedir. Vücudun bir tarafını tutan yani aynı tarafta bir kol bir bacak tutulanlara hemiplejik serebral palsi denilmektedir. Her iki kol ve her iki bacak kuadriplejik ya da tetraplejik, alt ekstremitelerin yani bacakların tutulduğu tiplere de diplejik serebral palsi denilmektedir. Bir başka sınıflama semptomlara göredir. Kaslarında yaygın veya fokal gerginlikle giden spastik tip, istemsiz vücut hareketleri ile giden diskinetik tip ve denge bozuklukları ile giden ataksik tipler de bulunmaktadır. Dolayısıyla genellikle değerlendirme farklı şekillerde olabilir. Ancak son zamanlarda değerlendirme kriterleri biraz değişmiştir. Klinik olarak spastik tip, diskinetik tip ve ataksik tip olarak 3 gruba ayrılmıştır. Tutulum şekline bağlı olarak da hemiplejik, diplejik ve tetraplejik olarak değerlendirilmektedir.

dudakcatlaması
CategoriesGenel

Dudak çatlaması neden olur? Nasıl geçer?

Hassas bir yapıya sahip olan dudaklar, pek çok nedene bağlı olarak çatlayabiliyor ve dudak derisinde bozulmalar görülebiliyor. Tıbbi olarak ‘keilitis’ olarak bilinen çatlamış dudaklar, genellikle alt dudaklarda çatlaklar veya yarıklar ve kuruluk şeklinde ortaya çıkıyor. Rüzgar, soğuk havalar ve güneş gibi çevresel stres faktörleri, dudaklarda çatlamaya neden olabiliyor. Ruj, nemlendirici krem ve hatta diş macunu gibi kullanılan ürünler de çatlamış dudaklara sebebiyet veriyor. Memorial Antalya Hastanesi Dermatoloji Bölümü’nden Uz. Dr. Ali Rıza Başaran, dudak çatlaması hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.

Dudak çatlaması nedir?

Dudaklardaki deri, vücudun geri kalanındaki cilt yapısından daha ince ve daha hassastır. Çünkü dudaklarda yağ bezleri yoktur. Buna bağlı olarak dudaklar kuruma ve çatlama riski altındadır. Vücudun geri kalanından daha fazla dış etkenlere maruz kalan dudaklar; soğuk veya kuru hava, güneşe maruziyet, dudakları sık sık yalama veya dehidrasyon nedeniyle kuruyarak çatlar.

Dudak çatlaması neden olur?

Dudak çatlamasının yaygın nedenleri arasında kuru veya soğuk hava, güneş yanığı, rüzgara maruz kalma, dudakları yalama ve ağızdan nefes alma yer alır. Bazı durumlarda, soğuk algınlığı, dehidrasyon ve beslenme eksiklikleri gibi hafif durumlarda da dudak çatlaması gelişebilir.

Çatlamış dudaklar, özellikle folat (B9 vitamini), riboflavin (B2 vitamini), piridoksin (B6) ve kobalamin (B12) vitaminlerinin eksikliklerinin yaygın bir belirtisidir. Bazı şeker hastalarında dudak çatlaması görülebilmektedir. Hafif dudak çatlaması durumlarında tedavi ihmal edilirse ileriki süreçlerde çatlama derinleşip dudakta kanamalara yol açabilir.

Dudak çatlaması görülen 7 durum aşağıdaki gibidir;

1- Dehidrasyon

Çok az su içmek dehidrasyona neden olabilir. Bu da ciltteki ve dudaklardaki nemi emebilir. Az su tüketildiğinde, genellikle çatlamış dudaklarla birlikte, kırışmış ve donuk bir cilt görünümü de meydana gelir. Bu nedenle her gün en az iki litre su içmek gereklidir

2- Yetersiz beslenme

Vitaminler, mineraller ve antioksidanlar cilt sağlığının korunmasında büyük rol oynar. Dudaklar söz konusu olduğunda hiçbir şey B vitaminleri, çinko ve demirden daha önemli değildir.

3- Stres

Stresli veya endişeli insanlar ciltleriyle sürekli oynayabilir, dudaklarını kanayana kadar yalayabilir veya ısırabilir. Bunlar sadece dudakları susuz bırakmakla kalmaz, aynı zamanda onları yaralayabilir, bu da asla kaybolmayan çatlamış dudaklara yol açar.

4- Tiroid hastalıkları

Tüm tedavilere rağmen kaybolmayan çatlamış dudaklar, düşük tiroid fonksiyonunun bir işareti olabilir. Dudakların hipotiroidizm nedeniyle çatlayıp çatlamadığını görmek için bir doktora danışmak ve tiroid seviyesini kontrol ettirmek önemlidir.

5- Gastrointestinal hastalıklar

İnflamatuar bağırsak hastalığı, gastroözofageal reflü hastalığı veya Crohn hastalığı gibi gastrointestinal sorunlar dudaklarda çatlamaya neden olabilir. Gastrointestinal sistem, dudaklarla kaplı olan ağızla başlar. Bu nedenle doğal olarak sistemde bir sorun varsa dudaklarda da sorun ortaya çıkabilir.

6- Baharatlı yiyecekler

Düzenli olarak çok fazla baharatlı yiyecek tüketmek dehidrasyona, hazımsızlık gibi gastrointestinal sorunlara ve hatta, dudakların iltihaplanmasına ve çatlamasına neden olabilir. Dudaklara iyileşme şansı vermek için baharatlı yiyeceklere ara verilebilir.

7- Keilitis

Keilitis diye adlandırılan hastalık dudaklarda iltihaplanmaya neden olur ve doğası gereği akut veya kronik olabilir. Güneş hasarı ve enfeksiyonlardan diş travmasına veya aşırı tükürük üretimine kadar her şey keilitise neden olabilir. Dudaklarda şiddetli kuruluğa yol açar, bu da ağız köşelerinde ve dudaklarda çatlakların oluşmasına neden olur.

Dudak çatlamasının belirtileri nelerdir?

Dudak çatlamasında görülen şikayetler aşağıdaki gibidir;

  • Kuru dudaklar
  • Çatlamış deri görüntüsü
  • Soyulan cilt
  • Dudak derisinde kaşıntı
  • Hafif ağrı
  • Bazı durumlarda dudak ve ağızda yara

Dudak çatlaması nasıl tedavi edilir?

Dudak çatlamasında genellikle evde yapılan tedaviler fayda göstermektedir. Dudak çatlaması geçmiyorsa veya dudaklar ciddi şekilde çatlamış veya şişmişse bir uzmana başvurulmalıdır. Bunlar, altta yatan bir tıbbi sorunun belirtileri olabilir.

Dudak çatlamasını evde tedavi etmek için aşağıdakileri uygulayın.

  • Dudaklarınızı nemli tutmaya özen gösterin
  • Gün boyunca gerektiği gibi dudak balsamı veya merhem kullanın
  • Dışarıdayken güneş koruyucu ile dudak balsamı uygulayın
  • Dudaklarınızı yalamaktan veya ısırmaktan kaçının
  • Yabancı cisimleri ağzınızdan uzak tutun (kalem, mücevher, metal cisimler)
  • Nemlendirici kullanın  

SIK SORULAN SORULAR

Stres dudak çatlamasına neden olur mu?

Dudakları yalamak, genellikle kanayana kadar ısırmak veya çiğnemek, stresli veya endişeli insanların sahip olduğu sinirsel tiklerdir. Bunlar sadece dudakları susuz bırakmakla kalmaz, aynı zamanda dudaklarda dokunun bozulmasına, yaralanmaya ve görünümü kalıcı olan çatlamış dudaklara yol açabilir.

Dudak balsamı ne kadar sıklıkla sürülmelidir?

Dudak balsamı dudaklardaki çatlakları kapatır ve merhem, içeriğine ve merhemin kalınlığına bağlı olarak dudakları daha uzun süre nemli tutar. Dudakların kuru olduğu fark edildiğinde gün boyunca ihtiyaç duyulduğunda dudak balsamları ve dudak merhemleri uygulanabilir. Uyumadan önce dudak merhemi kullanmak dudakları gece boyunca nemli tutacaktır. Bir şeyler yedikten ve içtikten sonra daima dudak balsamı veya merhem sürülmelidir. Dışarıdayken, yaklaşık iki saatte bir SPF 30 veya daha yüksek güneş korumalı dudak balsamı veya merhem kullanılmalıdır.

Yazın dudaklar neden çatlar?

Dudak çatlamasına neden olan etkenler arasında sıcak-soğuk ve kuru hava yer almaktadır. Yazın sıcak ve kuru havalarda dudaklar çatlamaya daha yatkındır bu nedenle sürekli dudakları nemlendirmek ve güneş koruyucu dudak balsamları kullanmak faydalı olmaktadır.

yaslilarda beslenme
CategoriesBeslenme

Yaşlılarda Beslenmenin Önemi

Sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenme tüm insanlar için her yaş döneminde büyük önem taşımaktadır. Düzenli ve dengeli beslenme günlük aktivitelerde canlılığa, enerjiye ve iyi bir ruh haline katkıda bulunur, fonksiyonel bağımsızlığın korunmasına yardımcı olur. Bağışıklık sistemini güçlü tutar, sağlığın korunması, kronik hastalıkların görülme sıklığının azaltılmasına katkı sağlar. Özellikle bebekler, çocuklar ve yaşlılar beslenme yetersizliklerinin görüldüğü gruplardır. 65 yaş ve üstü kişiler beslenme eksikliklerine karşı daha savunmasızdır ve yaşlılarda beslenme bozukluklarının görülme sıklığı daha yüksektir. Yaşlandıkça enerji ihtiyacı azalmakla beraber kas kaybını engellemek için yine de günlük enerji ve egzersiz ihtiyacının karşılanması gereklidir. Öğün atlamak veya yeterince beslenmemek; vitamin ve mineral eksikliği riskiyle karşı karşıya bırakmaktadır. Memorial Şişli Hastanesi Geriatri Bölümünden Uz. Dr. Yıldıray Topçu, yaşlılıkta beslenmenin önemi hakkında bilgi verdi.

Yaşlılarda en sık görülen beslenme sorunları nelerdir?

Yaşlılık döneminde yetersiz ya da fazla besin tüketimi görülebilmektedir. Sağlıksız, karbonhidratlar ve şeker oranı yüksek besinlerin tüketimi obezite, diyabet (şeker hastalığı), kanser ve diğer kronik hastalıklara neden olabilir. Batı toplumlarında ileri yaşta en sık görülen beslenme sorunu obezitedir. Yaşlanma ile metabolik hızın ve fiziksel aktivitenin azalması da obezite riskini artırmaktadır. Kadınlarda menopozla birlikte kilo alma eğilimi daha fazladır. 50 yaş ve üzeri kadınlar aynı yaştaki erkeklere oranla daha fazla kilo almaktadır. Yaşlılıkta görülen bir başka beslenme sorunu de iştahsızlıktır.

Yaşlılarda iştahsızlık neden olur?

İleri yaştaki kişiler iştahı etkileyebilecek rahatsızlıklarla ve ağrılı hastalıklarla uğraşmak durumunda kalabilirler. Eş kaybı nedeniyle yalnız kalmak, hayata bakış açısının değişmesi depresyona neden olabilir. Mevcut kronik hastalıklar, kullanılan ilaçlar, yaşlanmayla meydana gelen hormonal değişimler de iştahsızlığa neden olabilir. Bir diğer sebepte yetersiz beslenmedir. Yetersiz beslenme yaşlı insanların sağlığını ciddi anlamda tehdit edebilir.

Yaşlılarda alınması gereken besinler nelerdir?

Su, vücudun ana bileşenidir. Su, yiyecek ve içeceklerde doğal olarak bulunur. En çok önerilen sıvı kaynağı sudur. Yemek sırasında ve arasında su içmek önemlidir. Suda kalsiyum, magnezyum ve flor gibi vücut için önemli mineraller de bulunmaktadır.

Tahıllar, orantılı olarak tüketilmesi gereken gruptur. Tahıllar, esas olarak nişasta (karbonhidratlar) ve belirli bir miktarda protein içeren gıdalardır. Örneğin ekmek, erişte, patates, yulaf, mısır, buğday, kabuğu çıkarılmış tane, karabuğday, pirinç, kahvaltılık gevrekler. Bu gruptaki çoğu gıda ayrıca lif (özellikle tam tahıl olarak yenildiğinde), vitaminler ve mineraller içerir.

Sebzeler ve meyveler; karbonhidratlar (şekerler), su, lif, vitaminler ve mineraller içerir. Örneğin C vitamini açısından zengin sebze ve meyveler: lahana, domates, biber, marul, narenciye, kivi, kavun, çilek. Mümkünse meyvelerin kabuğunun yenmesi tavsiye edilir. Her öğünde farklı renklerde meyve ve sebzelere yer verilmesi önerilir. Sebzeler meyvelerden daha az şeker ve kalori içerir ve bu nedenle 2/3 sebze ve 1/3 meyve oranının korunması önerilir. Şeker oranı yüksek meyvelerin özellikle şeker hastaları tarafından kontrollü bir şekilde tüketilmesi çok önemlidir.

Protein açısından zengin gıdalar; et (demir kaynağı), süt ürünleri (kalsiyum kaynağı), yumurta ve baklagiller (demir ve kalsiyum kaynağı) içerir. Grup ek elementler sağlar: çinko, hayvansal kaynaklı gıdalarda B12 vitamini, baklagillerde lif, balıkta Omega 3, Hayvansal (et, kümes hayvanları, balık, süt, yumurta) ve bitkisel kaynaklı (mercimek, fasulye, nohut gibi baklagiller) gıdaların çeşitlendirilmesi ve tüketilmesi önerilir. Az yağlı yiyeceklerin tüketilmesi tavsiye edilir: %5 yağa kadar peynirler, %1 – %3 süt ve yoğurt, derisiz yağsız et ürünleri.

Sağlıklı yağ kaynakları arasında zeytinyağı, yağlı balıklar, Hindistan cevizi, ceviz, fındık, badem ve avokado yağları gibi kaynaklardır. Bu besinler sağlık için önemlidir, ancak vücudun onlara sadece küçük bir oranda ihtiyacı vardır. Bu gruptan sadece bitkisel yağlar gibi doymamış yağ oranı yüksek gıdaların tüketilmesi, hayvansal kaynaklı (tereyağı gibi) doymuş yağ içeriği yüksek gıdaların tercih edilmemesi önerilir. Trans yağların (işlenmiş gıdalar) tüketilmemesi tavsiye edilmektedir.

Yaşlandıkça iştah ve tat alma duyusu azalır mı?

İştah yaşlılıkta fizyolojik olarak tat ve koku duyusunun azalması, kullanılan ilaçlar, diş kayıpları, kronik kabızlık, depresyon ve zihinsel işlevlerde bozulma nedeniyle sıklıkla olumsuz etkilenir ve azalır. İnsanlar yaşlandıkça tat almaları zorlaşmaktadır bu sebeple genelde tatlı besinleri tercih ederler. Bu da genelde tuzlu olan proteinlerin alımını düşürebilmektedir. Sürekli tatlı besinler tercih etmek şeker hastalığı riskini de artırmaktadır.

Yaşlılarda kas kütlesindeki azalma tehlikeli midir?

Kas kütlesi yaşla birlikte azalmaktadır. Kas kütlesini belirli bir seviyede tutmak ve korumak önemlidir. Kas kütlesini korumak için düzenli fiziksel egzersiz yapmak, yeterli protein tüketmek ve yeterli D vitamini almak gerekmektedir. Protein ihtiyacı et, yumurta, süt ürünleri ve balık gibi kaynaklardan sağlanabilir. Günlük fiziksel kondisyon durumuna uygun egzersizler yapmak (yürüme, ağırlık kaldırma veya yüzme gibi) kas kütlesinin korunmasına katkı sağlayacaktır.

Yaşlılarda sağlıklı ve dengeli beslenme için öneriler nelerdir?

Yaşlılarda diş eksikliği ve çiğneme sorunları sebebiyle et gibi protein kaynaklarını tüketmekte zorlanabilirler. Bu durumda özellikle yumurta ve süt ürünleri gibi protein ve kalsiyum açısından zengin olan hayvansal protein alternatifleri tercih edilebilir. Et ürünleri için daha yumuşak ve kolay çiğnenecek hale gelecek şekilde pişirmek, blenderden geçirmek gibi önlemler alınabilir.

Yaşlılarda besinlerin hacimlerini artırmadan besin değerini artırmak önemlidir. Her öğün protein ve enerji açısından dengeli bir besin içermelidir. Örneğin, yemeklere, özellikle patates püresi ve çorbalara peynir, kıyma, yumurta ve hatta ton balığı kırıntıları eklenebilir. Diyetin zenginleştirilmesi genellikle yüksek proteinli besinlerin kullanımını içerebilir. Tatlı ihtiyacı ise şeker oranı düşük, daha sağlıklı olarak nitelenen sütlü tatlılarla giderilebilir. Azaltılmış tuz içeren diyetler hariç 70 yaş ve üstünde diyet yapılması önerilmemektedir.

Yaşlılarda sağlıklı beslenme önerileri

  • Sağlıklı kiloyu korumak için besinlerden alınan kalori ve fiziksel aktiviteyle harcanan kalori dengelenmelidir. Düzenli fiziksel aktivite ve egzersiz yapılması var olan kas kütlesini korumaya yardımcı olur.
  • Besinlerin çeşitli olması önemlidir. Yiyecekler gün içerisinde tahıl, protein, sebze ve meyve gibi gruplardan farklı besin seçenekleriyle çeşitlendirilmesi gerekir. Her öğün üç besin grubundan da besin içermelidir.
  • Kepekli tahıllar, baklagiller, sebzeler ve meyveler gibi lif oranı yüksek yiyecekler tercih edilmelidir.
  • Tuz ve şeker oranı yüksek, işlenmiş, hazır gıdalar, tuzlu kuruyemiş ve atıştırmalıklardan uzak durulmalıdır.
  • Yağ alımını azaltılmalı, sağlıklı yağ kaynakları tercih edilmelidir.
  • Özellikle şekerli içeceklerden kaçınmalı ve gıdalara ilave şeker eklenmemelidir.

 

Genel sağlığınızın ne durumda olduğunu merak ediyorsanız Evde Sağlık Genel Sağlık Tarama paketimizi satın alabilir, evinizin rahatlığında hizmet alabilirsiniz.” https://evdesaglik.memorial.com.tr/urun-ve-hizmetler/laboratuvar-paketleri-c/genel-saglik-c8/

İleri yaştaki hastaların tedavi ve bakımları için de Memorial Evde Bakım hizmetlerinden faydalanabilirsiniz.

Kapat
Add to cart
Görüşmeyi Başlat
Canlı Destek
Canlı Destek - Evde Sağlık
Merhaba,
Size nasıl yardımcı olabiliriz?