idraryollarienfeksiyonu
CategoriesGenel

İdrar Yolu Enfeksiyonu

İdrar yolunun herhangi bir bölümünü etkileyen enfeksiyonlara idrar yolu enfeksiyonu adı verilmektedir. Bu probleme genellikle 20-40 yaşları arasındaki cinsel yönden aktif kadınlarda rastlanmaktadır. Kadınlarda 8 kat fazla görülen idrar yolu enfeksiyonuna, kadınların yaklaşık yüzde 50’si yaşamlarında en az bir kez yakalanmaktadır. Memorial Antalya Hastanesi Üroloji Bölümü’nden Op. Dr. Egemen İşgören, idrar yolu enfeksiyonu hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.

İdrar yolu enfeksiyonu nedir?

İdrar yolu enfeksiyonunun %90’ına “E. coli” adı verilen ve genellikle dışkıdan idrar yoluna giren bir bakteri neden olur. Bakteriler, idrarı vücuttan dışarı taşıyan tüpten yani üretradan girer. Kadınların üretrası erkeklere göre daha kısadır. Bu, bakterilerin mesaneye veya böbreklere ulaşma ve enfeksiyona neden olma olasılığının daha yüksek olduğu anlamına gelir. Bu nedenle idrar yolu enfeksiyonu kadınlarda daha sık görülmektedir.

Bu rahatsızlık, alt idrar yolunu etkilediğinde “sistit” adı verilen mesane enfeksiyonu, üst idrar yolunu etkilediğinde ise “piyelonefrit” adı verilen böbrek enfeksiyonu ortaya çıkar.

İdrar yolu enfeksiyonuna neden olan risk faktörleri nelerdir?

  • Kadınların anatomik olarak idrar kanalı kısadır ve vajinal ve anal bölgeye yakındır. Bu nedenle mikroorganizmalar idrar yollarına kolaylıkla ulaşıp enfeksiyona neden olabilir.
  • Genç ve cinsel olarak aktif kadınlarda sistit riski artarken, enfeksiyon gelişme riski de cinsel ilişki sıklığına bağlıdır.
  • Menopoz ile birlikte düşen östrojen seviyesinin neden olduğu vajinal flora kaybına bağlı olarak idrar yolu enfeksiyonu riski artar.
  • İlk idrar yolu enfeksiyonunun 15 yaşın altında geçirilmesi ve annede tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu öyküsü olması da riski artıran nedenler arasındadır.
  • Havuz, deniz, sauna gibi ıslak ortamlar ve vajinal akıntı gibi durumlar da riski artıran sebeplerdendir.

İdrar yolu enfeksiyonunun belirtileri nelerdir?

İdrar yolu enfeksiyonları her zaman belirti vermeyebilir. Sistit genellikle idrar yaparken ağrı, yanma, sık idrara gitme ve ani sıkışma ile idrara gitme ihtiyacı, idrarda kanama, bulanık ve kötü kokulu idrar, kasıklarda ağrı ve genital bölgede baskı hissi gibi şikayetlere neden olabilir. Piyelonefrit ise bu şikayetlere ek olarak yüksek ateş ve yan ağrısı gibi şikayetlere yol açabilir. Belirtiler enfeksiyonun nerede geliştiğine göre değişmektedir.

Böbreklerde ortaya çıkan bir enfeksiyon (akut piyelonefrit);

  • Sırt ağrısı veya yan ağrısı
  • Yüksek ateş
  • Üşüme ve titreme
  • Mide bulantısı ve kusma

Mesanede ortaya çıkan bir enfeksiyon (sistit);

  • Kasıklarda ve genital bölgede basınç hissi
  • Alt karın rahatsızlığı
  • Sık, ağrılı idrara çıkma
  • İdrarda kan

Dış idrar kanalında ortaya çıkan bir enfeksiyon (üretrit);

  • İdrar yaparken yanma
  • Akıntı

İdrar yolu enfeksiyonu nasıl tedavi edilir?

İdrar yolu enfeksiyonu vakalarının yaklaşık %80’i antibiyotik tedavisine yanıt verir.

Yapılması gerek ilk şey sıvı alımının artırılmasıdır. Bol sıvı alımı ile birlikte artan idrar miktarı mikroorganizmaların temizlenmesine yardımcı olur. İdrar yaparken zorlanma, idrarın kanlı gelmesi, karın ve bel ağrısı, akıntı, idrar tutamama, ateşlenme, halsizlik gibi şikayetlerin varlığında mutlaka bir doktora başvurmak gerekir.

Tedavide en önemli nokta şey ilaçlarla yeterli tedavinin yapılmasıdır. Uzun süreli ve uygun olmayan ilaçların kullanılması tedavi etkinliğini azaltır. Yapılan en önemli hata doktor önerisi olmadan kontrolsüz olarak antibiyotik kullanılmasıdır.

İdrar yolu enfeksiyonu tekrarlar mı?

Kadınların yaklaşık %15’inde tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu görülür.

Son altı ay içerisinde ikiden fazla, son bir yılda üçten fazla idrar yolu enfeksiyonu geçirilmesi tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu anlamına gelir. Bu durum kişinin yaşam kalitesini olumsuz etkilemekle birlikte, başka sağlık sorunlarının da habercisi olabilir. Bu durumda daha detaylı inceleme yöntemlerine başvurulması ve idrar yolarında taş, genişleme, anatomik bozukluk, tümör gibi hastalıkların araştırılması gerekir.

Tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonlarında uzun süreli tedaviler gerekebilir.

Basit idrar yolu enfeksiyonlarında üç günlük antibiyotik tedavisi yeterli olurken, tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonlarında altı ay süreyle her gün ya da haftada üç defa düşük doz önleyici antibiyotik tedavisi önerilmektedir. Şikayetlerin cinsel ilişki sonrası ortaya çıkması durumunda ilişki sonrası tek doz tedavi kullanılarak enfeksiyon gelişmesi önlenebilir.

Tekrarlayan enfeksiyonlar mesane duvarında doku hasarına ve enfeksiyonların sıklaşmasına, enfeksiyon olmasa dahi ağrılı idrar yapma şikayetlerine neden olabilir. Böyle durumlarda uzun süreli mesane duvarını onarıcı ilaçların kullanılması gerekebilir.

İdrar yolu enfeksiyonuna hangi besinler iyi gelir?

Sık görülen idrar yolu enfeksiyonlarında yaban mersini tüketmenin önleyici etkisi çalışmalar ile gösterilmiştir. Bunu yanında probiyotikler ve C vitamini kullanımı tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonlarını önlemede faydası görülmüştür. Yakın zamanda İtalya’da yapılan bilimsel bir araştırmada yaban mersini, probiyotik ve C vitaminin birlikte kullanılmasının tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonlarını azalttığı tespit edilmiştir.

İdrar yolu enfeksiyonu kendi kendine geçer mi?

 Basit ve başlangıç aşamasındaki idrar yolu enfeksiyonları sıvı tüketiminin artırılması ile dahi düzelebilir. Ancak devam eden şikayetler konusunda uzman yardımı alınmalıdır.

Antibiyotiğe rağmen geçmeyen idrar yolu enfeksiyonu için ne yapılmalıdır?

 Kullanılan antibiyotiklere dirençli bakteriler nedeniyle oraya çıkan enfeksiyonlar ampirik antibiyotik tedavisi ile düzelmeyebilir. Mesane duvarında doku hasarı nedeniyle ortaya çıkan enfeksiyonlar ya da ağrılı mesane sendromu gibi hastalıklar antibiyotik tedavisi ile düzelmezler. Bu tür durumlarda enfeksiyon oluşumunu önleyici ilaçlar ve mesane duvarını onarıcı ilaçlar ile uzun süreli tedaviler planlamak gerekebilir.

Sizde idrar yolu enfeksiyonunu belirtileri gösteriyorsanız linke tıklayarak evde numune alma hizmetimizden yararlanabilir, tetkiklerinizi evinizin konforunda yaptırabilirsiniz. https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/evde-numune-alma/

turp
CategoriesGenel

Vitamin Deposu Turpun Faydaları

Turp içeriğindeki vitamin, mineral ve lifler sayesinde düzenli olarak tüketilmesi gereken bir besin kaynağıdır. Salataların vazgeçilmezi olan turp, birçok yemeğin yanında garnitür olarak yenmekte, tokluk hissi verdiği için de diyetlerde kullanılmaktadır. Antioksidan içeriğiyle birçok sağlık sorununun oluşmasını engelleyen turp, içerdiği kükürtlü bileşiklerden dolayı gaz yapma ihtimali nedeniyle dikkatli tüketilmelidir. Memorial Kayseri Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Dyt. Betül Merd, vitamin deposu turpun faydaları hakkında bilgi verdi.

Turp nasıl bir bitkidir?

Turp (Raphanus sativus L.) Brassicaceae familyasından sebze olarak tüketilen; ilk olarak Çin, Japonya, Kore ve Güney Asya’da yetiştirildikten sonra günümüzde dünyadaki birçok iklim kuşağında yetiştirilebilen faydalı bir bitkidir. Turpun yenilebilen bölümü toprak altında bulunan gövdesidir. Toprak üstünde ise yaprak bölümü bulunmaktadır.

Turp nerde yetiştirilir?

Anavatanı tam olarak bilenmeyen turpun ilk olarak Orta Asya, Hindistan ve Doğu Asya’da yabani olma sürecinin ardından ekilerek ıslah edildiği düşünülmektedir. Dünyada ise en çok Japonya, Çin ve Güney Kore’de yetiştirilmektedir. Özellikle Avrupa’da da son 20 yılda yetiştiriciliği ve tüketimi artmıştır. Ülkemizde ise her bölgede yetiştirilebilen turp; Osmaniye, Maraş, Hatay ve Mersin gibi Akdeniz ikliminin olduğu bölgelerin yanı sıra Ankara ve Konya gibi illerde de yoğun bir şekilde ekimi yapılmaktadır. Türkiye’deki turp üretiminin % 70’i Osmaniye’de gerçekleştirilmektedir.

Turpun çeşitleri nelerdir?

Beyaz, kara ve kırmızı gibi çeşitleri vardır. Bunların şekilleri de birbirinden farklıdır. Ancak beyaz, siyah, kırmızı, pembe veya karışık renkli olabilmektedir. Çabuk büyüyen bir bitki olan turpun etli kısmı genelde beyaz ya da kırmızı olabilmekte, bazen de karışık renklerden oluşabilmektedir.

Turpun besin içeriği nasıldır?

Askorbik asit (C vitamini), folik asit, magnezyum, kalsiyul ve potasyum gibi minarel zengini olan turp, aynı zamanda B6, riboflavin kaynağıdır. Turpta; kuru madde, ham lif, toplam çözünebilir şekerler, C vitamini, protein ve nitrat bulunmaktadır. Turpun % 90-95 su, %5-10 kuru maddeden oluşur. 100 gramında 17 Kcal enerji, 1 gramı protein, 0,1 gramı yağ, 3,6 gramı karbonhidrat, 10 IU A vitamini, 26 miligramı C vitamini, 0,03 miligramı tiamin ve riboflavin, 0,3 miligramı niasin, 30 miligramı kalsiyum, 31 miligramı fosfor, 1 miligramı demir, 18 miligramı sodyum ve 322 miligramı potasyum içermektedir. Bazı türlerinde ise % 3-4’e oranında şeker olduğu bilinmektedir. Yapılan araştırmalarda özellikle siyah turpun köklerinde yüksek oranda antioksidan, beyaz ve kırmızı turpta ise karotenoid olduğu belirlenmiştir.

Turpun faydaları nelerdir?

Sindirim sistemini güçlendirici etkisi olan turp aynı zamanda iştah açıcı özelliğe sahiptir. Kabızlığa iyi gelen turp, lif içeriği sayesinde sindirimi rahatlatmaktadır. Bağırsakları çalıştırdığı için sindirimi kolaylaştırmakta, iltihap sökücü özelliği nedeniyle astıma iyi gelmektedir. Bitkisel öksürük şuruplarının büyük bir bölümünde beyaz turp suyu kullanılmaktadır. Tarihsel süreçte cinsel gücü artırdığına inanılan turpun; mesane hastalıkları, romatizma, damar sertliği ve migren üzerinde olumlu etkiye sahip olduğu düşünülmektedir. DNA sarmal kırılmaları önlediği ve kanser önleyici etkisi olduğu, oksidatif kaynaklı hasarı önemli düzeyde azalttığı bilinmektedir. Köklerinin ekstrakte edilen hekzanın kanserli hücreler üzerinde potansiyel kemopreventif etkiye sahip olduğu belirlenmiştir.

  • Her ne kadar C vitamini söz konusu olduğunda akla ilk portakal, mandalina ve greyfurt gibi meyveler gelse de kırmız turpta da hatırı sayılır miktarda C vitamini bulunmaktadır. Vücudu birçok hastalıktan koruyan C vitamini aynı zamanda kıkırdak oluşumunda etkili olan kolajen yapımına katkı sağlamaktadır. C vitamini, bağışıklığı destekleyerek vücudu soğuk algınlığından da korumaktadır.
  • Kana oksijen sağlayan kırmızı turp, kırmızı kan hücrelerinin hasarını kontrol edebilmektedir. Kalp damar sisteminin korunmasında rol oynayanturp, antioksidan özelliği sayesinde kalp damar hastalıklarına yakalanma riskinin düşürülmesine katkıda bulunmaktadır. Kırmızı turpta, folik asit ve flavonoid içeriği yüksektir.
  • Tansiyonu düşürme etkisi olan potasyum, turpta çokça bulunmaktadır.
  • Düzenli olarak tüketildiğinde cilt üzerinde olumlu etkileri olduğu belirlenmiştir. Ayrıca turpun kaynatılarak elde edilen suyu saçlı derideki kepeğe ve saç dökülmesine karşı etkilidir.
  • Turp iyot eksikliği sonucunda ortaya çıkan guatır için düzenli olarak tüketilmesi gereken bir besindir. Tiroid hastalıklarına karşı da tüketilebilir.

Turp zayıflatır mı?

  • İçeriğindeki yüksek miktarda C vitamini ve bolca lif sayesinde günün büyük bir bölümünde tokluk hissi vererek gereğinden fazla besin tüketimini sınırlar.
  • Ödem attırıcı ve idrar söktürücü özelliğiyle hızlı kilo vermeye yardımcı olur.
  • Sakinleştirici özelliğiyle stres düzeyini düşürür ve strese bağlı yemek yeme isteğini azaltır.
  • Metabolizmayı hızlandırarak yağ yakmaya yardımcı olur.

Turpun zararı var mı?

  • İçeriğinde asit nedeniyle bazen istenmeyen yan etkiler ortaya çıkabilir. Bazı bünyelerde mide ağrısı ve aşırı gaz nedeniyle tüketim miktarı azaltılmalıdır. Turp içerdiği kükürtlü bileşiklerden dolayı gaz yapmaktadır. Bunun için pişirilerek tüketilebilir.
  • Bağırsak problemlerine neden olabilir. Çok fazla lif içeren turp tüketmenin sağlığımız için de kötü olduğu ve kabızlık, ishal, bağırsak gazı, bağırsak tıkanıklığı gibi sorunlara yol açabileceği unutulmamalıdır.
  • Hipotansiyona neden olabilir. Aşırı turp tüketiminin kan basıncımızı anormal derecede düşük bir düzeye indirebilmesi ve bunun da hipotansiyon veya düşük tansiyona yol açabilir. Hipotansiyonun bazı yaygın semptomları yorgunluk, baş dönmesi, mide bulantısı, depresyon, nemli cilt vb.
  • Hipoglisemiye neden olabilir. Aşırı turp tüketiminin kan şekerini tehlikeli derecede düşük bir düzeye indirerek “hipoglisemi” olarak bilinen bir duruma yol açabilir.
  • Turp, kan şekerini kontrol etmede çok faydalı olsa da çok fazla turp tüketmenin de kötü olduğu unutulmamalıdır.

Turp nasıl tüketilmeli?

Türkiye’de özellikle et ve balık türü besinlerin yanında vazgeçilmez bir garnitür olarak servis edilen, bunun yanı sıra deniz ürünleri ile birlikte tüketilen turp her yemeğin yanında yenebilen vazgeçilmez bir besin kaynağıdır. Salataların süsü olan turp, besin değerlerinin kaybolmaması için çiğ olarak tüketilmelidir. Fazla olmamak şartıyla özellikle siyah turpu bal ile karıştırarak yemek birçok soruna iyi gelmektedir. Siyah turpu bal ile karıştırarak 1 gün soğukta muhafaza işlemi sonrasında sulu kısımdan sabah akşam birer fincan içilmesi gayet sağlıklıdır. ‘Turp gibi olmak’ deyiminin hakkını veren bu turpu çocuklara düzenli olarak yedirmek gerekir.

Siz de beslenme planınızın size uygun olup olmadığını, vücudunuzdaki vitamin- mineral dengesinin yeterli gelip gelmediğini merak ediyorsanız, linkteki Sağlıklı Yaşam Paketleri’ne göz gezdirebilir ve testlerinizi evinizin konforunda yaptırabilirsiniz.

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/vitamin-tarama-paketi/

 

narsist
CategoriesGenel

Narsist Nedir? Narsistik Kişilik Bozukluğu Nedir?

1914 yılında Freud’un bu kavramı psikanalize kazandırmasından önce,  Havelock Ellis (1898), bu kavramı ilk kez Yunan Mitolojisi karakteri Narcissus ile bağdaştırmıştır.  Freud ise, psikanalitik kurama kazandırılan narsisizmi daha sonra birçok kuramcının da sıklıkla üzerinde durduğu bir kavram haline getirmiştir. Narsisizm Freud’un farklı dönemlerde tekrar tekrar üzerinde durduğu bir konudur. Narsisizm bir hastalık değil,  kişilik yapısıdır. “Narsist olunmaz, narsist doğulur” denilebilecek şekilde genetik etmenler önemlidir. Amerikan Psikiyatri Birliği, ilk kez 1980’de yayınlanan Zihinsel Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı’nda (Dsm-3) narsisizme bir kişilik bozukluğu olarak yer vererek, narsizmi beğenilme ihtiyacı, empati yoksunluğu ve üstünlük duygusu ile açıklamıştır. Yapılan araştırmalara göre narsisizm üzerinde yaş, gelir seviyesi, cinsiyet gibi demografik faktörlerin herhangi bir etkisi gözlenmemiştir. Memorial Bahçelievler Hastanesi Klinik Psikoloji Bölümü’nden Uz. Psi. Arzu Beyribey, narsist nedir, narsist kişilik bozukluğu nedir sorularının yanıtlarını paylaştı.

Narsistik kişilik bozukluğu nedir?

Kohut’a göre bu bozukluğun ana kaynağı, bireyin benlik yapısındaki ana kusurlardan, düşük özsaygı, depresif duygu ve düşünceler, kişide ihmale uğramış olan derin bir değersizlik duygusu ve reddedilme hissidir. Kişi, çevreyi ve fikirleri umursamaz ve kendinden emin bir görüntü çizse de, kendisinden fazlaca şüphe duyarak, dışarıdan gelen yorumlarla beslenmeye açık, olumsuz eleştirilere aşırı hassas konumda bulunmaktadır.

  • Kişi kendisinin önemli, üstün olduğu duygusunu taşır.
  • Sınırsız başarı, güç, zenginlik amaçları bulunur.
  • Sadece üstün kişilerin kendisini anlayabileceğini düşünür.
  • Çok beğenilme isteği vardır.
  • Kendisinin çoğu insandan farklı ve özel hakları kazanması gerektiği duygusunu taşır.
  • Kendi amaçlarına ulaşmak için başkalarının zayıflıklarını kullanabilir.
  • Empati yaparak, başkalarının duygularını anlama ve ihtiyaçlarını giderme konusunda isteksizdir.
  • Çoğu zaman başkalarıyla kendini kıyaslar.
  • Kendini beğenmiş, küstah tavırlar sergileyebilir.

Narsisizm belirtileri nelerdir?

Kişilik ergenliğe kadar geliştiğinden, kişilik bozukluklarında tanının ergenlik sonrasında konulması ve tedaviye hızlıca başlanması gereklidir. Kişilik, ergenlikten sonra katılaşmaya başlamaktadır.

  • Öfke tepkileri, fevri davranışlar,
  • Eleştiriye karşı aşırı hassasiyet,
  • Çıkarları için başkalarını kullanma eğilimi,
  • Kendi çıkarlarını düşünme,
  • Sahip olduklarını abartma,
  • Sahip olmak istediği güç, para, güzellik ve başarı gibi şeylerle ilgili gerçek dışı hayal kurma,
  • Başkalarından iyi davranışlar ve ilgi beklemek,
  • Kıskançlık, hasetlik,
  • Aşırı gururlu tavırlar,
  • Fedakârlık yapmama,
  • Empati yoksunluğu,
  • İş birliğinden uzaklık,
  • Yardım etmeme,
  • Genellikle konularda haklı olma çabası…

Narsisizm üzerinde ebeveynlerin ve genetik geçişin etkisi nedir?

Ebeveynlik stilleri ile anne bebek etkileşiminin narsisizmin oluşumda etkisinin yanında, genetik geçişin de %45-%80 oranında rol oynayabileceği, soğuk, ilgisiz, mükemmeliyetçi ebeveynlerin narsisizmin temelini oluşturduğunu ifade edilmektedir. Ancak çevresel ve genetik faktörlerin, bir arada etkileşimde olduğu göz önünde bulundurulursa, genetik olarak narsistik geçişe sahip olan kişiler, eğer sağlıklı bir aile ortamında büyürlerse, bu eğilimlerin ortaya çıkması engellenebilir.

Ebeveynlerin yanlış ve birbirleriyle çelişen tutumları ile çocuklarına dair gerçekdışı ve yüksek beklentileri, fazla eleştirel olmaları, çocuklarının kendisini rol yaparak daha üstün göstermek zorunda hissetmesine sebep olmaktadır. Çocuk olduğundan daha güçlü, özgüvenli, başarılı durmaya çalıştığında, mutsuz ve huzursuz olacaktır.

Çocuğun kişisel özelliklerini reddedip, ihtiyaçlarını göz ardı eden ebeveynler aynı zamanda,  çocuklarını kendi görmek istedikleri şey haline getirmeye de çalıştıklarından,  bu şekilde eğitilen çocuklar, ne yazık ki, sadece başarılı olduklarında sevileceklerine inanarak, zamanla kendisini büyük bir insan olarak konumlandıran şişmiş bir prizmadan kendisini algılamaya başlayacaktır.

Bunun yanında, abartılı ve yersiz övgü çocuğun narsisizme uzanan ihtişamlı bir özgüven geliştirmesine de neden olarak, ailelerin tüm toplumu etkisi altına alan kültürel narsisizmi tetiklemelerine de sebep olmaktadır. Çocuklarına duydukları sevgiyi dahi, dokunarak, sözlerle, güzel ve sıcak bakışlarla ifade etmek yerine, değişen zamana uyarak, onların inanmış oldukları muhteşemliklerini haykıran pahalı hediyeler seçerek, bu yolu devam ettirmektedirler.

Narsist kişiler aşk ilişkilerini nasıl yaşarlar?

Benliğe dair algıları tehlikeye girdiği zaman, başarısızlıkları konusunda, diğerlerini suçlama, öfke ve saldırganlık göstererek, her daim güçlü ve en iyisi olduklarını hissetmek isterler.

Çoğunlukla çevresindekilerden daha akıllı, başarılı olduğuna inanan birey için, ilişkilerinden yeterli ilgiyi görmüyorsa, bu ilişkileri kendisi için sıkıcı ve gereksizdir. Yaşadığı tüm başarısızlıkların tesadüfî ve kendisiyle alakasız olduğunu düşünen narsist, başkalarını buna ikna etmede de ustadır.

Yaşadıkları başarısızlıkların, şans eseri ve kendileriyle alakasız olduğuna inandıklarından, diğer kişileri de buna kolayca ikna edebilirler. Partnerlerinin eleştirilerine aşırı olumsuz tepki ile kapalı olmanın yanında, destek almaları durumunda ise, bu destek zamanla sıradan gelmeye başlayacağından, bu sefer de doyumsuzluk duygularıyla yüzleşerek,  bu duygunun yerini boşluk, depresyon hisleri alırsa, bu durum kişinin patolojik alt yapısını kuvvetlendirecektir.

Narsistik bir bireyle birlikte olan partnerlerin, bu sağlıksız bakış açısını pekiştirecek ve yayılmacı davranacak şekilde sınırlarını suiistimal ettirmemeleri, gerçekçi sınırlar çizerek kendi alanlarına saygı duyulması gerektiğini kararlarından esnemeden göstererek, narsistik bireylerle iletişim kurmaları önerilmektedir. Çünkü partner narsistik kişiye alan ve özgürlük tanıyarak kendisini kısıtladıkça, narsistik kişi bu alana yayılacak ve ilişkideki güç dengesi gittikçe bozulacaktır. İstedikleri olmayınca sinirlenen, beklentileri karşılanmayınca kapris yapan ya da soğuk duvarlar örebilen, anlaşmazlık durumunda amacı sorunu çözmekten ve yapıcı olmaktan çok, kendi istediğini elde etmek ve haklı çıkmak olan, ilgisizlikle partnerini cezalandıran narsistik kişiler için değişim genellikle çok zor olduğundan, boşanmaya varan sonuçları da göze alabilmek gerekebilir.

İş hayatında narsistik kişi nasıldır?

İş hayatındaki rekabet açısından bakıldığında, övülme ve takdire hassas olan narsist kişiler, başarılı olduklarında aldıkları olumlu geri bildirimler ile kendilik değerlerini besleyerek, farkında olmadan da olsa rekabeti artıracak şekilde bunu kullanabilecektir. Empati kullanamayan ve duyguları ile değil de somut gerçeklik üzerinden düşünen bu kişiler, işlerinde de daha analitik ve mantıklı kararlar alabilmektedir.

Bu kişilerin başarı elde etmeye dair yüksek motivasyonları, liderlik özellikleri ve yüksek performansları, hakkı olduğuna inandığı değeri göremezse iş hayatları onları tatmin etmemeye başlayacak ve iş değişikliğine gidebileceklerdir. Aynı şekilde, mevkilerin, alt üst ilişkisinin olmadığı, terfi motivasyonunu politika olarak benimsemeyen şirketlerde, bu kişilerin performansında düşüş yaşanabilmektedir. Narsistik yatkınlığı olan kişilerin zor ve kaygı seviyesi yüksek iş alanlarında daha başarılı oldukları belirtilmektedir.

Narsisizm ve toplum ilişkisi nasıldır?

Narsisizm, gerek modern toplumun beraberinde getirdiği yeniliklerin gerek ebeveynlerin çocuk yetiştirme biçimlerinin etkisi ile kendine daha geniş yayılım alanı bularak, maalesef toplumda ilerleme olanağı bulmaktadır. Narsisizmi aslında modern toplum, kendi yapısına uygun kişilik yapıları biçimlendirmek için kullandığı için, bireyler, tüketime eğilimli, tatminsiz, hep daha fazlasına layık olduğunu düşünen bir bakış açısıyla yaşamaya meyil etmektedirler.

Narsisizm tedavisi nasıldır?

Kişilik bozukluklarının çoğunda olduğu gibi, narsisizmde de, öncelikle rahatsızlığı kabullenmeme ve inkâr durumu oluşabilmektedir.  Bu kişileri tedaviye uyumlu hale getirebilmek için, kriz anlarındaki depresyon süreçlerini takip ederek, destek almaya yönlendirilmeleri doğru bir yöntem olabilmektedir.

Genellikle, narsist kişiler, psikiyatriste depresyona girdiklerinde başvurduklarından ve kişilik yapılarına ilişkin farkındalıkları olmaması sebebiyle, terapist bu sorunları çalışmaya başlayıp, iç görü kazandırmak için eleştiriye başladığında, sert tepki göstererek görüşmeye müdahale ederek,  savunmaya geçmektedirler. Çünkü bu kadar önem verdikleri bir yapının patolojik olduğunu kabul etmek istemediklerinden, acıdan kaçmak için,  terapisti aşağılayarak, kendilerini yüceltme yolunu seçebilmektedirler.

Doktor ve hastanın ortak çabasını gerekli kılan bu rahatsızlık, kişinin öncelikle durumunu ve neyin ötesinin narsisizm olarak kabul edildiği, ailede bu tarz bir karakter var ise, karşılıklı manipülasyon yollarının ve pekiştirmenin önlenmesi, kişinin benlik saygısı korunarak, gerçek ve yapay benlik arasındaki ayrımların analiz edilmesi, içgörü kazanma çalışmaları, gerekirse ilaç desteği ile ruhsal durumun desteklenerek, terapilerle esas içeride temelde eziklik ve yalnızlık hisseden noktaların onarılması amaçlanmaktadır.

Genel sağlığınız ile ilgili tarama testlerinizi Memorial Evde Sağlık uygulamaları kapsamında evinizin konforunda yaptırmak istiyorsanız linke tıklayabilirsiniz.

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/genel-saglik-tarama-paketi/

whippel
CategoriesGenel

Whipple Ameliyatı Nedir? Kimlere Uygulanır?

Pankreatikoduodenektomi olarak da bilinen Whipple ameliyatı pankreas başı, safra yolunun son kısmını, onikiparmak bağırsağı ile safra, pankreas sıvılarının onikiparmak bağırsağa döküldüğü alanda oluşan kanserlerin tedavisinde başvurulan büyük bir ameliyat olarak ön plana çıkmaktadır. Genel cerrahinin en büyük ameliyatlarından biri olan Whipple’da hastaların yaşam kalitesi ve süresi de artmaktadır.

Whipple ameliyatı nedir?

Pankreas başı, safra yolları ve 12 parmak bağırsağı tümörleri varlığında uygulanan bir ameliyattır. Bu üç bölge bir arada yapışık olduğu için oldukça dikkatli, doğru merkezlerde yapılması gereken bir ameliyattır.

Whipple ameliyatı hangi hastalıklarda uygulanır?

Whipple yöntemi, pankreas, onikiparmak bağırsağı, safra kanalı bölgesindeki kanserlerden etkilenen kişiler için iyi bir tedavi seçeneği olabilir. Pankreas, midenin arkasında, üst karın bölgesinde bulunan hayati bir organdır. Pankreas, yiyecekleri, yağları, protein, sindirmeye yardımcı olan enzimleri salgılar. Bunun yanında kan şekerini yöneten hormonları da salgılar. Pankreas kanseri, pankreas tümörleri, pankreas kistleri, pankreatit, safra kanalı kanseri, nöroendokrin tümörler, ince bağırsak kanseri, pankreas ya da ince bağırsakta travma, pankreas, duodenum veya safra kanallarını içeren diğer tümörler veya bozukluklarda whipple uygulanabilir. Kanser için Whipple prosedürü yapmanın amacı, tümörü çıkarmak ve büyümesini ve diğer organlara yayılmasını önlemektir. Bu, bu tümörlerin çoğu için uzun süreli sağkalım ve iyileşme sağlayabilen tek tedavidir.

Whipple ameliyatı Nasıl Uygulanır?

Whipple’ı yapacak olan genel cerrahi uzmanı hastanın durumuna göre hangi cerrahi yaklaşımın uygulanacağını değerlendirmek için çeşitli faktörleri gözden geçirir. Bunun yanında en önemli olan bu faktörler gözden geçirilirken hastanın operasyon için ne kadar sağlıklı olup olmadığıdır. Bu nedenle öncelikle hastaya çeşitli testler uygulanır. Whipple operasyonu çeşitli şekillerde yapılabilir:

Açık ameliyat: Açık işlem sırasında genel cerrahi uzmanı pankreasa erişmek için hastanın karnında bir kesi yapar. Bu en yaygın ve en çok çalışılan yaklaşımdır.

Laparoskopik ameliyat: Bu yöntemde, genel cerrahi uzmanı hastanın karnında birkaç küçük kesi yapar ve ameliyathanedeki bir monitöre video ileten bir kamera da dahil olmak üzere içeri yerleştirilir. Cerrah, prosedürü gerçekleştirirken monitörden takip yapar. Bu, minimal invaziv bir yöntemdir.

Robotik cerrahi: Robotik cerrahi, cerrahi aletlerin mekanik bir cihaza (robot) takıldığı bir tür minimal invaziv cerrahidir. Cerrah yakındaki bir konsolda oturur ve robotu yönlendirmek için el kontrollerini kullanır. Bir cerrahi robot, insan ellerinin etkili olamayacak kadar büyük olabileceği dar alanlarda ve köşelerde aletler kullanabilir.

Minimal invaziv cerrahi, komplikasyon olmayanlarda daha düşük kan kaybı ve daha hızlı iyileşme gibi bazı faydalar sunar. Ama aynı zamanda daha uzun sürer, bu da vücut için zor olabilir. Bazen bir prosedür minimal invaziv cerrahi ile başlayabilir, ancak komplikasyonlar veya teknik zorluklar, cerrahın operasyonu bitirmek için açık bir insizyon yapmasını gerektirir.

Whipple ameliyatınızdan önce cerrah, olası riskler dahil olmak üzere ameliyattan önce, ameliyat sırasında ve sonrasında neler olacağını açıklar. Tedavi ekibi, ameliyatın hastanın yaşam kalitesini nasıl etkileyeceği konusunda hasta ve ailesiyle konuşur. Bazen kanser için yapılan Whipple prosedürü veya diğer pankreas ameliyatlarından önce veya sonra kemoterapi, radyasyon tedavisi veya her ikisi de yapılır. Hastaneye kabul edilmeden önce, aileniz veya arkadaşlarınızla hastanede kalışınız hakkında konuşun ve eve döndüğünüzde onlardan ihtiyaç duyabileceğiniz her türlü yardımı tartışın. Hastaneden taburcu olduktan sonraki ilk birkaç hafta birinin yardımına ihtiyacınız olacak. Doktorunuz ve tedavi ekibiniz, eve döndüğünüzde iyileşmeniz sırasında izlemeniz için talimatlar verebilir.

Whipple güvenilir bir ameliyattır?

Whipple’da operasyonu yapacak olan genel cerrahın tecrübeli olması önemlidir. Genel cerrahinin en büyük ameliyatlarından biri olan Whipple’da, operasyonun yapılacağı kurumun başarı oranının yüzde 100’e yakın olması gerekir. Bu yöntemin etkin biçimde yapılabilmesi için cerrahi kadronun çok deneyimli olması önemlidir. Whipple, güvenilir bir ameliyattır.

Whipple kaç saat sürer?

Operasyon, hastanın durumuna göre 5-12 saat kadar sürmektedir.

Whipple ameliyatı genel anesteziyle mi yapılır?

Whipple prosedürü, genel anestezi altında yapılmaktadır.

Whipple öncesi ve sırasında neler yapılır?

Ameliyat günü hasta, hastaneye yatış için gelir. Ameliyat öncesi 12 saat açlık gerekir. Doktora, ameliyat öncesi ne kadar süre aç kalınması gerektiği, hangi ilaçların kullanılıp kullanılamayacağı, ilaç alerjileri, anestezi reaksiyonları mutlaka sorulmalıdır. Prosedür öncesinde hastaya ameliyat önlüğü giydirilir. Hastaya damar yolu açılır. Gerginlik varsa rahatlamaya yardımcı olacak ilaç prosedürleri uygulanabilir. Ameliyatta gastroenteroloji cerrahisi uzmanları, genel cerrahi hemşireleri, anestezistler hazır bulunmaktadır. Cerrahi uzmanı, iç organlara erişmek için karında bir kesi yapar. Bu kesinin yeri ve boyutu hastaya göre ve cerrahın yaklaşımına göre değişir. İşlem için pankreas başı, ince bağırsağın başlangıcı, safra kesesi ve safra kanalı çıkarılır. Bazı durumlarda midenin bir kısmı ve yakınındaki lenf düğümlerinin çıkarılması da sağlanır. Uzman, daha sonra yiyeceklerin normal sindirilebilmesi için pankreasın, midenin, bağırsakların kalan kısımlarını yeniden birleştirir.

Whipple’ın avantajı nedir?

Pankreas kanseri olan bir hastada hayatta kalım süresini uzatan, güvenli bir ameliyattır.

Whipple sonrası neler olur?

Duruma göre ameliyat sonrasında hasta yoğun bakım ünitesine ya da genel cerrahi ünitesine alınır. Buralarda hastanın genel durumu incelenir. İyileşme durumuna göre de en az bir hafta hastanede kalınır. Bu noktada doktor, öncelikle damar yoluyla ilaçlar ve beslenme verme sürecini başlatır. Hastalar 4-6 hafta sonra olağan aktivitelerine dönebilir. İyileşme süreci hastanın ameliyat öncesi fiziksel durumuna ve ameliyatın karmaşıklığına göre değişebilir.

Whipple’dan sonra beslenme nasıl olmalı?

Çoğu insan Whipple sonrasında beslenme değişikliğine ihtiyaç duymaz ancak ameliyat sonrasında insülin üretiminin daha düşük olması, bazı kişilerin şeker alımını azaltması gerektiği anlamına gelebilir. Yine de ameliyat sonrasında doktor gereken bilgilendirmeyi yapacaktır.

Whipple sonrasında beslenmede sorun yaşanır mı?

Hastalar genelde ilk üç gün kadar büyük öğünler yerine daha sık ve küçük öğünler yiyebilir. Bazı hastalarda bağırsak alışkanlıkları değişebilir. Bazı durumlarda A, D, E ve K vitaminleri verimli şekilde emilemeyebilir. Buna istinaden durumu takip eden cerrahi uzmanı önlem alacaktır.

Whipple ameliyatı öncesi biyopsi gerekir mi?

Bu bölgede oluşan tümörlerde biyopsi yapmak çoğunlukla gerekmemektedir. Pankreas başında şüpheli bir kitle olma durumunda biyopsiye gerek olmaksızın Whipple ameliyatı uygulamak en doğrusudur. Çünkü yapılan biyopsi bölge itibariyle her zaman doğru yerden alınmayabilir. Dolayısıyla yanlış sonuç verilebilir.

Whipple hangi hasta grubuna uygulanır?

Tipik olarak, Whipple prosedürü, kanseri pankreas veya ona bitişik küçük alanla sınırlı olan ve tamamen iyileşeceklerini makul bir şekilde tahmin edecek kadar sağlıklı olan hastalar için iyi bir seçenektir. Whipple prosedürü, kanserleri başka bölgelere yayılmış hastalar için genellikle iyi bir seçenek değildir. Ayrıca, karmaşık bir operasyon olduğu için, hasta zayıfsa veya tamamen iyileşmeye yetecek kadar güçlü değilse genellikle önerilmez.

Whipple sonrasında acil olarak hastaneye başvurulması gereken durumlar nelerdir?

Dikişlerde gevşeme ya da açılma, ateş, kesi yerinde kızarıklık, sıcaklık ve irin sızması, bağırsak hareketlerinde düzensizlik varsa ameliyatın yapıldığı yerle irtibata geçilmesi gerekir. İlaçla düşmeyen ateş, nöbet, şiddetli göğüs ağrısı, görme sorunları, bilinç kaybı, ani güçsüzlük, durmayan baş dönmesi gibi durumlarda acil servise başvurulmalıdır.

Pankreas kanseri nedir?

Bu kanser türü, pankreasınızdaki bir büyümeden (tümör) kaynaklanır. Tümör genellikle pankreasınızın başında, boynunda veya gövdesinde büyür. Kuyrukta çok az büyür. Pankreas kanseri gelişiminde sigara önemli bir risk faktörüdür ve teşhis edilenlerin çoğu 60 ila 80 yaşları arasındadır.

Whipple ile başka tedaviler de yapılır mı?

Bazen hastalar ameliyattan önce tedavi görürler. Neoadjuvan tedavi olarak adlandırılan bu tedavi, genellikle kemoterapi, radyasyon tedavisi veya her ikisidir. Amaç, tümörün geri gelmesini önlemek için hala mevcut olabilecek küçük kanser hücrelerini ortadan kaldırmaktır.

Sağlıklı bir yaşam sürmek için genel sağlık testlerinizi evinizin konforunda yaptırmak istiyorsanız linke tıklayabilirsiniz.

https://evdesaglik.memorial.com.tr/urun-ve-hizmetler/laboratuvar-paketleri-c/genel-saglik-c8/

Vitamin Kontrol Paketi - Temel
CategoriesGenel

B12 eksikliği nedenleri nelerdir?

B12 Vitamini

Vücutta önemli işlevleri olan B12 vitamini, besinler yoluyla temin edilir ve karaciğerde depolanır. B12 vitamini DNA sentezi, hücre bölünmesi ve kan hücrelerinin oluşumda görev alır. B12 vitamini eksikliği nedeniyle bu fonksiyonlar bozulabilir. B12 vitamini eksikliği kendini hafif semptomlar ya da psikolojik, nörolojik ve hematolojik daha ciddi rahatsızlıklar şeklinde gösterebilmektedir. Memorial Şişli Hastanesi İç Hastalıkları Bölümünden Uzm. Dr. Yeliz Zıhlı Kızak, B12 vitamini eksikliği hakkında bilgi verdi.

B12 vitamini nedir?

B12 vitamini (kobalamin) ısıya duyarlı ve diğer B vitaminleri gibi suda çözünen bir vitamindir. Vücutta az miktarda da olsa depolanabilir. İçeriğindeki kobalt minerali nedeniyle kobalamin olarak da bilinen vitamin, sağlıklı bir insanın karaciğerinde yaklaşık 2 mg ve diğer vücut bölgelerinde 2 mg olmak üzere toplamda 4 mg kadar depolanır. Metilkobalamin ve 5-deoksiadenosilkobalamin, insan metabolizmasında aktif olan B12 vitamini formlarıdır. B12 vitamini DNA sentezi, enerji üretimi, kırmızı kan hücresi yapımı, sinir sistemi ve beyin fonksiyonlarında görev almaktadır. En önemli işlevlerinden biri gen kopyalanmasında koenzim olarak görev yapmasıdır

B12 vitamini eksikliği nedir? 

Vücudun B12 vitamini ihtiyacı günlük 2-3 mcg’dir. Hamilelerde ve emziren annelerde günlük B12 vitamini ihtiyacı miktarı daha fazladır. Vücuda yeterli miktarda B12 vitamininin alınamaması durumunda B12 vitamini eksikliği ortaya çıkar.  B12 vitamininin miktarı testlerde 200 pg/mL ile 800 pg/mL arasında olması beklenmektedir. 200 pg/mL altındaki B12 vitamini düşük kabul edilmektedir.

B12 eksikliği nedenleri nelerdir?

B12 vitamini eksikliğinin birçok nedeni olabilir. En yaygın nedeni B12 vitamini içeren besinler yönünden zayıf beslenmedir.

  • Vegan veya vejetaryen diyetler: B12 vitamininin alımı sadece besin yoluyla gerçekleşebilir. Özellikle hayvansal ürünler B12 vitamini içermektedir. Hayvansal besin tüketmeyen vejeteryan ve veganlar genellikle B12 vitamini eksikliği yaşarlar.
  • Yeme bozuklukları: Anoreksiya nevroza, blumia nevroza
  • Kullanılan bazı ilaçlar: Kolestiramin, aspirin, metformin, kolşisin vb. ince bağırsak mukozası veya membran reseptörleri üzerine olan çeşitli etkileri nedeniyle kobalamin emilimini bozabilirler.
  • Mide asidinde azalmaya neden olan proton pompa inhibitörleri ile H2 reseptör antagonistleri gibi ilaçlar: B12 vitamininin vücut tarafından emilmesi için mide asidine ihtiyacı vardır.
  • İleri yaş: 50 yaşından sonra çoğu kişi için B12 vitamininin vücut tarafından emilmesi zorlaşır.
  • Zayıflama amaçlı mide-bağırsak ameliyatı olanlar: B12 emilmesi zorlaşabilir ve eksikliği görülebilir.
  • Besin alerjilerinden dolayı B12 açısından zengin besinlerin tüketilememesi
  • Mide ve bağırsak hastalıkları: Çölyak hastalığı, Crohn hastalığı gibi.
  • Parazitler
  • Hamilelik
  • Sigara ve alkol kullanımı

B12 eksikliği belirtileri nelerdir?

İnsan vücudu B12 vitamini özellikle hayvansal kaynaklı gıdalardan (et, süt ve türevleri, yumurta, balık) temin etmektedir. B12 vitamini eksikliği durumunda vücutta görülen belirtiler; unutkanlık, depresyon, aşırı sinirlilik hali, dikkat eksikliği ve odaklanma sorunu, çarpıntı hissi,  üşüme, halsizlik, yorgunluk, uzuvlarda uyuşmalar, dil üzerinde ağrı, ağız ülserleri (aftlar), cilt kuruluğu, saç dökülmesi, kilo kaybı, ishaldir.

B12 vitamini eksikliği nelere yol açar?

B12 vitamini bağışıklık sistemini güçlendirir, sinir sisteminin doğru ve hızlı çalışmasında görev alır. B12 vitamini eksikliğinin yol açtığı durumlar şunlardır;

Psikiyatrik bozukluklar

Depresyon

Aşırı sinirlilik hali

Kişilik değişikliği

Nörolojik bozukluklar

Tat, koku ve görme yetilerinde bozukluklar

Kollarda ve bacaklarda uyuşmalar, ataksi, kuvvet kaybı, spastisite, klonus

Demans, hafiza kaybı, vibrasyon ve pozisyon duyu kaybı

Hematolojik bozukluklar

Megaloblastik anemi

Lökopeni

Trombositopeni

Vitamin B12 yetersizliğinde görülen diğer bozukluklar: Yorgunluk, halsizlik, güçsüzlük, üşüme, kalp çarpıntısı, kabızlık, ishal, ağrılı düz kırmızı dil (atrofik glossit), ağız yaraları (aftlar),cilt kuruluğu, soluk cilt, saç dökülmesi, iştahsızlık, kilo kayıpları, enfeksiyonlara yatkınlık,  infertilite (kısırlık), impotans, nöral tüp defekti, yarık damak ile yarık dudak gibi kalıtsal defektlerdir.

B12 vitamini eksikliği nasıl tedavi edilir?

Besinlerle alım yetersizliği, emilim ve metabolizma bozukluğu olmak üzere farklı etiyolojilere bağlı gelişen B12 vitamin eksikliği olan kişiler, B12 vitamin hapları, iğneleri ve B12 vitamini alımını artıracak şekilde tasarlanan diyetler ile tedavi edilebilirler. Ciddi klinik bozuklukları ya da B12 vitamini emilim ve metabolizma problemleri olanlarda öncelikle yeterli yanıt alınıncaya kadar B12 iğne tedavisinin tercih edilmesi daha uygun olur.

B12 vitamini eksikliği psikolojik belirtileri nelerdir?

B12 vitamini sinir dokusunun sağlığı için gereklidir. B12 vitamini eksikliğinde birincil olarak beyin ve sinir dokusu etkilenmektedir. Depresyon, sinirlilik, unutkanlık, düşünme ve davranışlarda değişiklik, yargılama, hafıza ve anlayış gibi bilişsel kabiliyetlerde azalma B12 vitamini eksikliğinin psikolojik belirtileridir.

B12 vitamini eksikliğine ne iyi gelir? B12 vitamini eksikliğine karşı ne yemeli?

B12 açısından zengin besin kaynakları arasında karaciğer, dalak, böbrek, midye, alabalık, karides, ton balığı, süt, peynir, yoğurt ve yumurta yer almaktadır. Özellikle vejetaryen ve vegan beslenen kişilerde bu vitamin eksikliğinin yaşanmaması için B12 vitamini desteği almaları önem taşımaktadır.

B12 vitamini eksikliği tedavi edilmezse ne olur?

B12 vitamini eksikliği 65 yaş ve üstü yaş grubunda sık görülmektedir. B12 vitamini eksikliği, tedavi edilmediğinde; kansızlık, kas güçsüzlüğü, bağırsak problemleri, psikolojik bozukluklara ve geri dönüşü olmayan nörolojik hastalıklara yol açabilir.

B12 vitamini eksikliği yorgunluğun da önemli nedenlerinden biridir. Neden sürekli yorgun hissettiğinizi merak ediyorsanız yorgunluk kontrol paketi testini satın alabilir, evinizin konforunda bu hizmete ulaşabilirsiniz.

Vitamin ve mineral eksikliklerinde uzman kontrolünde takviye alımı da çok önemlidir. Memorial Evde Sağlık hizmetleri kapsamında vitamin ve destekleyici ürünleri satın alabilirsiniz.

sarikantoron
CategoriesGenel

9 Maddede Sarı Kantaron Yağının Faydaları

Dünyada ve ülkemizde sarı çiçekleriyle bilinen sarı kantaron, ılıman ve tropik iklim bölgelerinde kendiliğinden yetişmektedir. Türkiye’deki her iklim bölgesinde yetişebilen sarı kantaron; Anadolu’da binbirdelikotu, kılıçotu, kanotu, yaraotu, kuzukıran olarak bilinmektedir. Sarı kantaron yağı, cilt sorunlarından sindirim sistemi kaynaklı birçok problem için kullanılmaktadır. Nemlendirici özelliği nedeniyle saçlı ve saçsız deriye uygulandığında cilde daha parlak ve canlı bir görünüm sağlamakta, düzenli olarak küçük miktarlarda içildiğinde mide ve bağırsak sorunlarına iyi gelmektedir. Memorial Kayseri Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Dyt. Betül Merd, sarı kantaron bitkisi ve sarı kantaron yağının kullanım alanları hakkında bilgi verdi.

 Sarı kantaron nasıl bitkidir?

Latince adı ‘Hypericum perforatum’ olan sarı kantaron bitkisi, ‘Hyperaceae’ familyasındandır.  Dünyadaki ılıman ve tropik iklim bölgelerinde kendiliğinden yetişen sarı kantaron, çok yıllık otsu bir bitki olarak bilinmektedir. Uzunluğu 70-90 santimetreye kadar çıkan bitki, çok dallanan kökleri ile kendi familyasındaki bitkilerden ayrılmaktadır. Çiçekleri umbella olup, dalların ucunda bulunur. Sarı renkli çiçeklerde 5 adet taç yaprağı, 5 adet çanak ve üç demet şeklinde erkek organlar (stamenler) bulunur. Sarı kantaron bitkisindeki etken maddenin yaklaşık % 90’nı, çiçek bölümündedir. Bunun için tamamlayıcı tıp alanında bitkinin çiçek bölümü kullanılmaktadır.

Sarı kantaron nerede yetişir?

Türkiye’de 96, dünyada 400 ve Avrupa’da 10 türü olan sarı kantaron; Asya, Avrupa, Avustralya ve Amerika kıtasının bir bölümünde yetişmektedir. Türkiye’de ise başta Ege Bölgesi ve Akdeniz olmak üzere iç bölgelerde de yetişmektedir. Dünyadaki sarı kantaron türünün 46’sı yetiştiği bölgenin iklimsel veya bölgenin yapısına göre şekillenmiştir. Yani endemik olan sarı kantaron, Batı Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika’da kendiliğinden yetişebilmektedir. Sarı kantaron bitkisi dünyanın ılıman ve tropikal bölgelerindeki yol kenarlarında, akarsu kenarlarında, kalkerli arazilerde, ormanlarda, bataklık ve sahillerde, kayalık bölgeler ile ekim yapılmamış arazilerde kendiliğinden yetişmektedir.

Sarı kantaron yağı neye iyi gelir?

Yapılan araştırmalarda sarı kantaron yağının güneş yanıkları, yaralar, cilt üzerindeki yüzeysel morluklara iyi geldiği belirlenmiştir. Ayrıca ülser gibi mide bağırsak sorunlarında da kullanılmaktadır. Naftodiantronlar (hiperisin) ve fluroglisinoller gibi antioksidan, antienflamatuar, antikanser ve antimikrobiyal içermesi nedeniyle sarı kantaronun yara iyileştirici ve ağrı kesici etkisi de bulunmaktadır. Özellikle piyasada satılan preparatlarının ise siyatiğe ve zehirli hayvan ısırıklarına iyi geldiği söylenmektedir. Tarihsel süreçte ise Eski Yunan ve Roma dönemlerine ait kaynaklarda sarı kantaron, akciğer, mide, barsak, böbrek ve idrar yollarının kronik hastalıklarında, gece idrarını kaçıran çocukların tedavisinde ve antimikrobiyel olarak kullanılmıştır. Özellikle yatalak hastalarda oluşan bası yaralarının tedavisinde etkili olduğu bilinmektedir. Antik çağlardan günümüze kadar sarı kantaron, nörolojik ve psikiyatrik hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır. Halk arasında başağrısı, hidrofobi, menopo, hipokondriyazis, nevralji, koksalji, tetani, paraliz ve spatik paraliz ile boyun tutulması, omurilik hastalıkları, spinal konvülziyon, spinal irritasyon gibi bazı nörolojik rahatsızlıklarda da kullanıldığı bilinmektedir. Türkiye’de ise çeşitli hastalıklara karşı etnomedikal kullanımı söz konusu olsa da, ağır hastalıkların tedavisinde kullanılmaması gerekir. Özellikle kanser hastalarını hayatta tutacak esas tedaviyi öteleyen bu tür bitkilerin kullanılması çok etik değildir. Ülkemizde halk arasında yüzyıllardır soğuk algınlığına, şeker hastalığına, ülsere, mide ve bağırsak rahatsızlıklarına, karaciğere, sarılığa ve safra kanalı sorunlarına karşı kullanılmaktadır. Ayrıca bitkinin % 1’lik infüzyonundan hazırlanan karışımları kullananlarda bağırsak parazitlerinin düştüğü tespit edilmiştir.

Sarı kantaron yağı zayıflatır mı?

Sarı kantaron yağı, kilo vermek için yardımcı ve idrar söktürücü özelliklerinden yararlanmak için kullanılabilir. Her gün belirli miktarda kullanılması gerekmektedir. Ancak uzun süreli kullanımının uygun olmadığı belirlenmiştir. Bağırsak sorunlarına iyi gelen sarı kantaron yağı kabızlığın giderilmesinde etkilidir.

Sarı kantaron yağının faydaları nelerdir?

  1. Depresyona bağlı belirtilerin hafiflemesini sağlamaktadır. Hafif ve orta dereceli depresyon tedavileri için kullanılabilmektedir.
  2. Kaygıyı azaltarak rahatlama sağlamaktadır. Vücudu gevşetici etkisi olduğu için kaygı belirtilerini azaltarak atakların önüne geçmektedir.
  3. Menopoza bağlı belirtilerinin azalmasını sağlamaktadır. İşlenmiş bir yağ olmayan sarı kantaron yağı, gönül rahatlığıyla kullanılabilir. Menopozun belirtilerinden olan sıcak basmasın sorununu ortadan kaldıran sarı kantaron yağı, bu dönemde ortaya çıkan duygu durumların düzeltilmesine yardımcı olabilmektedir.
  4. Adet öncesi sendromu (PMS) sancılarını hafifletmekte ve kan sulandırma gibi yan etkiler göstermemektedir.
  5. Mevsimsel duygu durum bozukluğu yaşayanların kaygısını azaltmaktadır.
  6. Sigara bırakma konusunda yardımcı bir bitkidir.
  7. Viral enfeksiyonların tedavisinde doğal bir ilaç olarak verilmektedir.
  8. Cildin nemlendirilmesini sağlamakta ve cildi güneşin zararlı ışınlarından korumaktadır.
  9. Mide rahatsızlıklarında kullanılmakta, migren, baş ağrısı ve siyatiğe iyi geldiği düşünülmektedir.

Sarı kantaron yağı ne sıklıkla kullanılır?

Sarı kantaron yağının tavsiye edilen maksimum kullanım sıklığı, günde bir kez olmalıdır.

Kantaron yağı çok sık kullanıldığında, ciltteki yağ yani sebum dengesini bozabilmektedir. Sebum ciltteki yağ bezleri tarafından salgılanan bir cilt sıvısıdır. Cilt ve saçlı derinin kuruyarak zarar görmemesini sağlayan sebum, derinin dış etkenlere karşı dayanıklılığı arttırmaktır. Cilt eğer hassas ve alerjik reaksiyonlara yatkınsa, kantaron yağı haftada 1-2 günden daha sık kullanılmamalıdır.

 Sarı kantaron yağı içildiğinde nasıl bir etkisi vardır?

Sarı kantaron yağı eğer içilecekse miktarın günde 1 çay kaşığını geçmemesi gerekir. Bu bir çay kaşığı kantaron yağı doğrudan içilebileceği gibi ılık suya da eklenerek tüketilebilir. Günde bir çay kaşığı içilen sarı kantaron yağının şişkinlik, kabızlık ve gaz sancıları ile mide rahatsızlıklarını önlediği, gastrite bağlı ağrıları azalttığı belirlenmiştir. Akne, egzama  ve sivilceler ile hemoroid, boğaz, yutak, deri ve mukoza zarının iltihaplanmasına neden olan bakteriyel ve viral enfeksiyonların tedavisinde etkili olduğu düşünülmektedir.

Sarı kantaron yağı vücutta nerelere sürülür?

Hücre yenileme özelliği sayesinde yüzdeki yara izlerinin ve sivilcelerin yok edilmesinde kullanılmaktadır. Düzenli olarak kullanılan sarı kantaron yağı cildi yenilemekte ve cilde daha sağlıklı görünüm kazandırmaktadır. Özellikle yanık nedeniyle oluşan ağrı hissini çok hızlı bir şekilde azaltmaktadır. Ayrıca ergenlikte ortaya çıkan akne oluşumu çoğu zaman büyük bir problem haline dönüşmektedir. Akne ciltte gözeneklerin tıkanma ve iltihaplanması olarak ortaya çıkar. Bu süreçte mevcut aknelere karşı antibakteriyel özelliklere sahip olan sarı kantaron yağı sürülerek aknenin kuruması sağlanmaktadır. Temizlenmiş cilde sabah ve akşam sarı kantaron yağı sürülmeli ve bir süre sonra durulanmalıdır. Nemlendirici etkisi nedeniyle sarı kantaron yağı, cilde sürüldüğünde bir süre sonra cilt nefes almaya başlayacak ve daha parlak bir görünüme kavuşacaktır.  Ancak çok fazla yan etkisi olmamasına rağmen çok yoğun kullanılması tavsiye edilmemektedir. Geceleri yıkanarak temizlenmiş cilde pamukla ya da parmak uçları ile masaj yaparak sürülmesi gerekir.

Sarı kantaron yağı çocuklarda kullanılır mı?

Sarı kantaron yağı yetişkinlerde kullanıldığı gibi çocuklarda da kullanılabilmektedir. Yan etkisi çok fazla olmayan sarı kantaron yağı ülkemizde yıllar geçtikçe yaygın bir şekilde birçok soruna çare olabilmektedir. Özellikle bebeklerin cildine sürüldüğünde belli bir rahatlama hissine neden olan sarı kantaron yağını anneler tercih etmektedir. Ayrıca bebeklerdeki pişik sorununa da iyi geldiği bilinmektedir.

Sarı kantaron yağının zararı var mı?

Sarı kantaron yağının, kullanım miktarı, saklama koşulları, kullanılacağı sorunlar ile kullanım sıklığına uyulduğu sürece vücuda büyük bir zararı yoktur.

 

Memorial Evde Sağlık hizmetlerinden vitamin ve destekleyici ürünler konusunda bilgi almak istiyorsanız linki tıklayabilir, size en uygun ürünleri satın alabilirsiniz. https://evdesaglik.memorial.com.tr/urun-ve-hizmetler/vitamin-ve-destekleyici-urunler-c/bitkisel-urunler-c2/

romatizma
CategoriesGenel

10 Maddede Fibromiyalji Hakkında Merak Edilenler

Fibromiyalji, vücudun her bölgesinde yaygın bir ağrı, uyku sorunları ve yorgunluk ile sıklıkla duygusal- zihinsel sıkıntıya neden olan bir hastalık olarak tanımlanmaktadır. Fibromiyaljisi olan kişiler, diğerlerine göre ağrıya daha duyarlı olabilir. Belirtiler genellikle fiziksel travma, ameliyat, enfeksiyon veya önemli psikolojik stres gibi bir olaydan sonra başlamaktadır. Diğer durumlarda, semptomlar tek bir tetikleyici olay olmaksızın zamanla kademeli olarak birikebilir. Kadınlarda fibromiyalji görülme oranı erkeklere göre daha fazladır. Memorial Antalya Hastanesi Romatoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Erdal Gilgil, fibromiyalji hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.

Fibromiyalji nedir?

Fibromiyalji romatizmal hastalıkların bir türüdür. Genellikle romatizma dendiği zaman tek bir hastalık akla gelmektedir. Ancak iltihaplı ve iltihapsız olmak üzere iki ana grupta incelenen 200’e yakın romatizmal hastalık vardır. Fibromiyalji de romatizmal hastalıklar içinde en yaygın görülenidir.

Fibromiyalji genellikle doğurgan çağındaki genç kadınlarda görülmektedir. Çocuk yaşlarda nadir görülür ve genetik geçişli bir hastalık değildir.

Fibromiyalji belirtileri nelerdir?

Fibromiyalji belirtisi genellikle yaygın vücut veya eklem ağrısı şeklindedir. Genellikle genç kadınlarda görülen fibromiyaljide hastalar o kadar şiddetli ağrılar yaşarlar ki ileriki dönemlerde sakat kalacakları hissine kapılırlar. Görülen ağrıların şiddeti hastalığın daha da ilerleyeceğini düşündürür. Aslında ilerlemeyen bir hastalıktır fakat vücudun her tarafında hissedilen ağrılar söz konusu olmaktadır.

Fibromiyaljide aşağıdaki belirtiler de görülmektedir;

  • Halsizlik
  • Çabuk yorulma
  • Sabahları dinlenememiş kalkma
  • Uykuya geç
  • Şiddetli baş ağrısı
  • Karın ağrısı
  • Adet dönemlerinde sancılanma
  • İrritabl bağırsak sendromu gibi fonksiyonel bağırsak hastalıkları

Fibromiyaljide ağrı nasıl tanımlanır?

Fibromiyaljide hastaların çoğu kemiklerinin ağrıdığını belirtir çünkü ağrıyı derinde hissederler. Aslında fibromiyalji eklemlerde gelişen bir hastalık değildir. Yumuşak dokuda (kas) gelişen bir hastalıktır.

Fibromiyaljide tanı nasıl konur?

Fibromiyalji diğer hastalıklarla sıklıkla karıştırılabilmektedir. Fibromiyaljiyi tespit etmek için standart bir test yoktur. Romatoloji uzmanının gerçekleştirdiği detaylı bir muayene ile anlaşılabilir. Fibromiyaljinin bir testi olmasa da, fibromiyalji tanısı koyabilmek için diğer hastalıkların ekarte edileceği bazı laboratuvar testleri yapılmaktadır. Bu testlerle diğer hastalıklar dışlandığında, uzmanın klinik muayenesi de fibromiyaljiye işaret ediyorsa tanı konmaktadır.

Fibromiyalji nasıl tedavi edilir?

Fibromiyalji tanısı konduktan sonra en önemli şey hastaların rahatlamasını sağlamaktır çünkü fibromiyaljinin bu kadar yaygınlık göstermesine rağmen ilerleyici bir hastalık olmadığı ve sakatlığa yol açmayacağını anlatmak gerekmektedir.

Fibromiyaljide ilaç tedavisi uygulanır. Fibromiyaljide etkinliği gösterilmiş antidepresanlar önemli rol oynar. Ancak her antidepresan kullanılmaz özellikle bilimsel çalışmalarda etkinliği gösterilmiş ilaçlara başvurulur. Fibromiyaljide uyku problemleri çok ön plandadır. Uyku düzeninin sağlanması hastanın konforu açısından önemlidir.

Bunların dışında antiepileptik ilaçlardan faydalanılır. Bunlar daha çok nöropatik ağrı diye adlandırılan, sinirlerden kaynaklanan ağrılar için kullanılan ilaçlardır ve fibromiyaljide de etkilidir.

Fibromiyalji tedavisinde ilaçlar tek başına yeterli değildir. Mutlaka hastaların aerobik egzersiz yapmaları önerilmektedir. Yürüyüş, koşu, bisiklet, tenis ve yüzme gibi sporlar mümkünse her gün yapılmalıdır.

Fibromiyalji neden olur?

Fibromiyaljinin dedeni tam olarak bilenmemektedir. Bazı çalışmalar beyinden kaynaklı olabileceğini göstermektedir. Fibromiyaljide fonksiyonel MR çalışmaları beyinde seratonin salınımının az olduğunu gösterir. Bu nedenle fibromiyaljide seratoninin önemli bir yeri vardır.

Fibromiyaljide risk faktörleri nelerdir?

  • Yorgunluk
  • Depresyon
  • Uyku problemleri
  • Stresli ortamda çalışmak
  • Aşırı yorgunluğa neden olan, kapasiteyi en üst düzeyde kullanmayı gerektiren işlerde çalışmak

Fibromiyalji tedavi edilmezse ne olur?

Fibromiyalji ilerleyen bir hastalık değildir ama tedavi edilmezse dayanılamaz ağrılar söz konusu olabilir ve bu ağrıların ara dönemlerde şiddetleri artabilir. Hasta açısından hiç konforlu olmayan bir yaşam söz konusu olur. Fibromiyalji belirtileri yaşayan herkesin erken tedavi edilmesi, kişilerin günlük yaşamlarını daha konforlu geçirmelerini sağlar.

Fibromiyaljide fizik tedavinin yeri var mı?

Fizik tedavi fibromiyaljide çok faydalı olmamaktadır. Ancak egzersizin çok önemli bir yeri vardır.

Fibromiyaljide beslenmeye dikkat etmek fayda sağlar mı?

Fibromiyaljinin beslenme ile hiçbir ilgisi yoktur. İnternette bilimsel olmayan bilgilere rastlamak mümkündür ancak hiçbir yiyecek, içecek veya vitaminlerin şikayetleri azaltmada bir etkisi yoktur.

Siz de son dönemlerde kendinizi aşırı yorgun hissediyor ya da fibromiyalji belirtileri yaşadığınızı düşünüyorsanız Memorial Evde Sağlık Yorgunluk ve Bağışıklık paketini satın alabilirsiniz.

https://evdesaglik.memorial.com.tr/urun-ve-hizmetler/laboratuvar-paketleri-c/yorgunluk-ve-bagisiklik-c21/

Ya da genel sağlığınızın ne durumda olduğunu merak ediyorsanız, genel sağlık testi paketlerinden alarak, evinizin konforunda bu hizmete ulaşabilirsiniz.

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/genel-saglik-tarama-paketi/

wcf
CategoriesGenel

WBC Yüksekliği Ne Anlama Gelir?

Kan tahlillerindeki değerlerde karşılaşılan WBC İngilizce “White Blood Cell” yani “Beyaz kan hücresi”nin kısaltmasıdır. Halk arasında akyuvar veya beyaz küre olarak bilinen tıp dilinde ise lökosit olarak isimlendirilen WBC bağışıklık sistemine ait hücrelerdir. Vücudun savunulması gereken durumlarda savaşçı hücre olarak bilinen WBC sayısı hızla artabilmektedir. WBC yüksekliği yani lökosit yüksekliği çeşitli nedenlere bağlı olarak gerçekleşebilir. Altta yatan nedenin tedavi edilmesi durumunda WBC değerleri normale dönebilmektedir.

Memorial Ataşehir Hastanesi Hematoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Hakan İsmail Sarı, WBC yüksekliği hakkında bilgi verdi.

WBC (Lökosit) nedir?

Halk arasında akyuvar ya da beyaz küre olarak bilinen WBC yani lökosit İngilizce “White Blood Cell” kelimelerinin baş harflerinden oluşan kısaltmadır. Kemik iliğinden üretilen beyaz kan hücresi (WBC) kan ve lenf dokusunda bulunur. Savaşçı hücreler olarak da bilinen WBC, vücudun savunma sisteminin en önemli yapı taşlarından birisidir.

WBC yüksekliğinin nedenleri nelerdir?

Kandaki beyaz kan hücreleri (WBC) çeşitli nedenlerden dolayı yükselebilmektedir. WBC değerlerinin yükselmesi Lökositoz olarak tanımlanmaktadır. 1 mikrolitre (mcL) kanda 4 bin – 10 bin arasında lökosit(WBC)  bulunur.  Kan tahlili sonuçlarında WBC değerinin 10 bin mcL’den fazla olması, WBC yüksekliği olarak kabul edilmektedir.

  • Kandaki WBC yani lökosit yüksekliğinin nedenleri genel olarak şu şekilde sıralanabilir;
  • Enfeksiyonlar
  • Enfeksiyon dışı inflamasyona neden olan romatizmal hastalıklar, organ kanserleri, iltihabi bağırsak hastalıkları gibi durumlarda WBC yüksekliği yaşanabilir.
  • Dalak alınması.
  • Lösemi
  • Myeloproliferatif hastalıklar olarak bilinen lösemi dışı kemik iliğinin aşırı üretimi ile giden hastalıklar
  • Kalp krizi
  • Stres
  • Kullanılan ilaçlar
  • Hormon bozuklukları
  • Alerjik hastalıklar
  • Sigara kullanımı

WBC (lökosit) yüksekliği belirtileri nelerdir?

WBC yüksekliği yani lökosit yüksekliği bir hastalık değil yaşanan rahatsızlığa göre ortaya çıkan laboratuvar sonucudur. WBC yüksekliğine neden olan altta yatan rahatsızlığa göre yaşanan belirtiler farklılık gösterebilmektedir. WBC yüksekliğini en sık vücutta yaşanan enfeksiyon kaynaklıdır. WBC yüksekliği belirtileri genel olarak şu şekilde sıralanabilir ;

  • Ateş
  • Üşüme – titreme
  • Öksürük, boğaz ağrısı, geni akıntısı veya balgam
  • İdrar yaparken yanma
  • İshal veya karın ağrısı
  • Nefes almakta zorluk
  • Gece terlemeleri
  • Beklenmeyen kilo kaybı
  • Ciltte döküntü
  • Kemik ve eklem ağrıları
  • Halsizlik
  • Morarma

Siz de WBC düzeylerinizi merak ediyor ve genel sağlık durumunuz hakkında bilgi sahibi olmak istiyorsanız Memorial Evde Sağlık hizmetleri kapsamında kapsamlı kan paketini satın alarak testlerinizi evinizin konforunda yaptırabilirsiniz.https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/kapsamli-laboratuvar-paketi/

Eritrosit-yuksekligi
CategoriesGenel

Eritrosit (RBC) Nedir Yüksekliği ve Düşüklüğü Ne Anlama Gelir?

Halk arasında alyuvar olarak da adlandırılan kırmızı kan hücreleri yani eritrositler vücutta karbondioksit ve oksijen taşıyan kan hücreleridir. Hücrelerin büyümek, çoğalmak ve sağlıklı kalmak için oksijene ihtiyacı vardır. Eritrositlerin de yapısında hemoglobin ve demir bulunmaktadır. Kırmızı kan hücresi (RBC) sayımı neredeyse bütün kan tahlillerinde yapılmaktadır. Normalden yüksek veya düşük eritrosit yani RBC sayısı genellikle bir hastalığın ilk belirtisi olabilmektedir.

Memorial Ataşehir Hastanesi Hematoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Hakan İsmail Sarı, eritrosit yüksekliği ve düşüklüğü hakkında bilgi verdi.

Eritrosit nedir?

Eritrosit yani kırmızı küre veya kırmızı kan hücresi (Red Blood Cell / RBC) kana kırmızı rengini veren hücrelerdir. Kan; eritrosit, lökosit ve trombosit hücrelerinden oluşur. Eritrosit yani kırmızı kan hücreleri tüm hücrelerin neredeyse yüzde 99’unu oluşturmaktadır. Eritrositler bünyesinde bulunan hemoglobin sayesinde akciğerden alınan oksijeni vücudun geri kalanına taşırlar. Kan ölçümlerinde eritrosit düşüklüğü (RBC) ya da yüksekliği farklı hastalıkların habercisi olabilir.

Eritrosit (RBC) değeri kaç olmalıdır?

Eritrosit değeri genel olarak kadınlarda erkeklere oranda daha düşük seviyelerdedir. Eritrosit (RBC) seviyesi aynı zamanda yaşla birlikte azalma eğilimi göstermektedir. Eritrosit değerleri genel olarak şu şekilde değerlendirilebilir;

  • Yetişkin erkeklerde mikrolitre (mcL) kan başına 4,35 – 5,65 milyon kırmızı kan hücresi
  • Yetişkin kadınlarda mikrolitre (mcL) kan başına 3,92 – 5,13 milyon kırmızı kan hücresi
  • Çocuklarda mikrolitre (mcL) kan başına 4.0 – 5.5 milyon kırmızı kan hücresi

Eritrosit (RBC) yüksekliğinin nedenleri nelerdir?

Kandaki Eritrosit (RBC) yüksekliğinin çok farklı nedenleri olabilmektedir.

  • Sigara kullanımı
  • Yüksek rakımlı yerlerde yaşamak
  • Ağır fiziksel aktivite
  • Performans artırıcı ya da farklı ilaçlar (androjen, kortizon, protein tozu) kullanmak gibi yaşam tarzına bağlı nedenlerden dolayı eritrosit (RBC) yüksekliği yaşanabilmektedir.

Bunların yanında kandaki eritrosit yüksekliği çeşitli hastalıkların ilk belirtisi de olabilmektedir.

  • Kemik iliğinin kontrolsüz olarak aşırı kırmızı kan hücresi ürettiği bir kan hastalığı olan “Polisitemi vera” hastalığı. Kotrolsüz aşırı alyuvar üretimi nedeni ile kan akışı bozulur ve pıhtı riski artar. Kemik iliği yetmezliği ve lösemiye dönüşüm riski de taşır.
  • Kalp yetmezliği
  • Doğuştan gelen kalp hastalıkları (Kalp delikleri)
  • KOAH
  • Pulmoner fibroz gibi akciğer hastalıkları
  • Uyku apnesi
  • Böbrek hastalıkları
  • Dehidrasyon – kanın sıvı kısmındaki (plazma) azalma

Eritrosit (RBC) yüksekliğinin belirtileri nelerdir?

Eritrosit yüksekliği her zaman belirti vermeyebilir. Özellikle kemik iliğinin çok fazla kan hücresi ürettiği Polisitemi vera gibi hastalıklarda belirgin belirtiler gözükmeyebilir. Eritrosit (RBC) yüksekliğini genel olarak belirtileri şu şekilde sıralanabilir;

  • Baş ağrısı
  • Baş dönmesi
  • Kulak çınlaması veya kulakta uğultu
  • Bulanık veya çift görme
  • Kaşıntı (Özellikle sıcak banyo sonrası)
  • El ve ayaklarda uyuşma, karıncalanma, yanma veya güçsüzlük
  • Dalak büyümesine bağlı olarak yemek yedikten hemen sonra tokluk hissi veya sol üst karın bölgesinde şişkinlik ya da ağrı.
  • Mide ülseri
  • Burun kanaması veya diş eti kanaması gibi olağandışı kanamalar.
  • Yatarken nefes darlığı ve nefes almada zorluk

Eritrosit (RBC) düşüklüğünün nedenleri nelerdir?

Eritrosit (RBC) düşüklüğü kansızlık (anemi) oluşturarak oksijenin vücut dokularına taşınmasını olumsuz etkileyebilir. Eritrosit düşüklüğünün altında farklı nedenler olabilir. Genel olarak kandaki eritrosit düşüklüğü nedenleri şu şekilde sıralanabilir;

  • En sık neden demir eksikliğidir. Özellikle adet gören kadınlarda sıklıkla rastlanır.
  • B-12 vitamini veya folat (B-9 vitamini) eksikliği eritrosit düşüklüğüne neden olabilir. Bu vitaminlerden herhangi birindeki eksiklikler, kemik iliğinin büyük, anormal, olgunlaşmamış kırmızı kan hücreleri (megaloblastlar) yaptığı bir durum olan megaloblastik anemiye neden olur.
  • Kanama veya kan kaybı, kırmızı kan hücrelerinin sayısını azaltabilir. Örneğin mide ülseri mide hastalarında kanamaya yol açarak anemiye neden olabilir.
  • Kelebek hastalığı olarak bilinen Lupus ya da Sistemik Lupus Eritematozus (SLE) hastalığında kırmızı ve beyaz kan hücrelerinin sayısında tehlikeli düşüşler olabilir.
  • Lenfoma hücreleri kemik iliğine yayıldığında, yeni kırmızı kan hücreleri yapan normal, sağlıklı hücreleri engelleyebilir.
  • Lösemi kemik iliğini işgal eden bir hastalıktır. Kırmızı kan hücreleri kemik iliğinde üretildiği için lösemi nedeni ile yeni hücrelerin üretiminde düşüş yaşanmaktadır
  • Multipl miyelom kemik iliğinde antikor üretiminden sorumlu hücrelerin kanseridir. Bu nedenle yeni kırmızı kan hücreleri yapan normal, sağlıklı hücrelere müdahale edebilir. Multipl miyelomlu kişilerin yaklaşık %60-70’inde teşhis anında anemi vardır.
  • Sağlıksız beslenme
  • İlaçlar. Özellikle kemik iliğinde kan üretimini engelleyen Kemoterapi ilaçları
  • Gebelik
  • Tiroid hastalıkları

Eritrosit (RBC) düşüklüğünün belirtileri nelerdir?

Kırmızı kan hücresi yani eritrosit düşüklüğü olan kişilerde genel olarak şu belirtiler görülebilir;

  • Solgunluk
  • Zayıflık
  • Nefes darlığı
  • Baş ağrısı
  • Baş dönmesi
  • Uyku hali
  • Hızlı veya düzensiz kalp atışı
  • Yorgunluk
  • Dalgınlık
  • Halsizlik
  • Huzursuzluk ve sinirlilik hali

Siz de eritrosit düzeylerinizi merak ediyor ve genel sağlık durumunuz hakkında bilgi sahibi olmak istiyorsanız Memorial Evde Sağlık hizmetleri kapsamında kapsamlı kan paketini satın alarak testlerinizi evinizin konforunda yaptırabilirsiniz.

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/kapsamli-laboratuvar-paketi/

 

yumurtalıkkanseri
CategoriesKadın Sağlığı Yazıları

Yumurtalık (Over) Kanseri Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Yumurtalık (over) kanseri dünyada en çok hayati riske yol açan kanser türlerinden biridir. Jinekolojik kanserlerin içinde de sıklığı her geçen gün yaygınlaşmaktadır. Yumurtalık kanseri gelişim süreci net olarak bilinmemekle beraber, tüplerin ucundaki fibriyal dokulardan kaynaklandığı son dönemlerde yapılan çalışmalarla ortaya konmaktadır. Yumurtalık kanseri belirtileri konusunda son derece dikkatli olunmalı, tanı ve tedavi süreci vakit kaybedilmeden başlatılmalıdır. Memorial Bahçelievler Hastanesi Jinekolojik Onkoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Veysel Şal, over (yumurtalık) kanseri belirtileri, tanı ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.

Yumurtalık (over) kanseri nedir?

Yumurtalık kanseri, yumurtalıklardaki hücrelerin kontrol dışı aşırı çoğalması ve tümör oluşturması ile gelişir. Kadınlarda sık görülen bir kanser türüdür. Çoğunlukla menopoz sonrasında başlar; nadiren genç kadınlarda görülür.

Yumurtalık (over) kanseri belirtileri nelerdir?

Belirtiler olarak genellikle tanıyı ileri evrede aldığı için karın şişliği, karın ağrısı, bağırsak, büyük abdest veya idrardaki değişiklikler, bulantı ve kusma şikayetleri görülmektedir. Veya rutin bir jinekolojik muayenede yumurtalık kanserleri kitle şeklinde kendini göstermektedir. Ultrasonografi esnasında da bazen şüphelenilmektedir. Veya rutin yapılan tümör tarama testlerinde değerlerin yüksek çıkması da bize yumurtalık kanserini düşündürür.

Yumurtalık (over) kanseri tanısı nasıl koyulur?

Tanısı cerrahi ile şüphelenilen dokunun çıkartılıp patolojiye gönderilmesiyle konulur.

Yumurtalık (over) kanseri tedavisi nasıldır?

Tedavisindeki amaç çok erken evrede yakalanırsa kapalı yöntemle yapılabilir. Ancak genellikle ileri evrede yakalandığı için açık cerrahi yöntemle tüm tümör dokuları çıkartılır. Özellikle rahim, yumurtalıklar, apendiks, omentum, tutulmuşsa lenf nodları, varsa periton yüzeyi, bağırsak tutulum varsa bağırsak rezeksiyonu gibi geniş bir cerrahi ile tedavi edilmektedir.

Yumurtalık (over) kanseri risk faktörleri nelerdir?

Over kanserinde risk faktörleri bulunmaktadır.

  • Ailede meme kanseri, over kanseri olması ya da risk faktörü olması, yani BRCA1 ve BRCA2 gen mutasyonu taşıyıcı olmak,
  • Doğum yapmamış olmak,

Koruyucu faktörler ise

  • Doğum kontrol ilacı kullanan kadınlarda özellikle kullanım süresi uzadığı zaman özellikle over kanseri riski %50 azalmaktadır.

Yumurtalık (over) kanseri tarama testi nedir?

Over kanserinin erken tanısında kullanılacak herhangi bir tarama testi yoktur ancak ailesinde risk faktörü olan veya ailesinde olanlarda CA 125 adı verilen bir biyokimyasal tümör markerı ile beraber 6 aylık ultrason takipleri yapılmaktadır aile bireylerine.

Yumurtalık (over) kanserinde yaşam kaybı oranları nelerdir? Yumurtalık kanseri 4 evre yaşam süresi nedir?

Over kanseri genellikle evre 3 ve evre 4 sürecinde tanı almaktadır. Evre 3 ve 4 over kanserindeki yaşam süresi oranı 5 yılda %50’dir. Yani iki hastadan biri 5 yıl içerisinde yaşamını yitirmektedir. Burada en önemli faktörler yapılan ilk cerrahinin başarısıdır. Geriye hiç tümör dokusu bırakılmaması ve tümör dokusunun kemoterapiye olan duyarlılığı ve direnç oranıdır.

Yumurtalık (over) kanseri yayılır mı? Yumurtalık kanseri ilk hangi organlara sıçrar?

Yumurtalık kanseri genellikle periton yüzeyinde yani yumurtalıklara yakın olan dokulardaki zarlarda, bağırsaklarda yayılma göstermekle beraber karaciğer yüzeyinde, diyaframda, akciğerdeki plevra bölgesi gibi uzak dokularda da yayılım gösterebilmektedir. Ancak yayılım genellikle komşu organ yayılımıyla olmaktadır. Yani kan ve lenf yoluyla biraz daha az görülmektedir.

Yumurtalık (over) kanseri ultrasonda belli olur mu?

Ultrasonografi esnasında da bazen şüphelenilmektedir veya rutin yapılan tümör tarama testlerinde değerlerin yüksek çıkması da yumurtalık kanserini düşündürür.

Over kanseri sessiz ilerleyen ve genellikle son evrelerde belirti gösteren sinsi bir kanserdir. Siz de over kanseri riskinizi ve genetik yatkınlığınızı Memorial Evde Sağlık uygulamaları kapsamında size özel genetik danışmanlık paketi ile öğrenebilirsiniz.

Kapat
Add to cart
Görüşmeyi Başlat
Canlı Destek
Canlı Destek - Evde Sağlık
Merhaba,
Size nasıl yardımcı olabiliriz?