CategoriesGenel

Taşikardi

Taşikardi, en sık çarpıntı, baş dönmesi, bulantı, kusma, göğüs ağrısı şikayetleriyle ortaya çıkmaktadır. Kalpten kaynaklanan bir sorun olması sebebiyle hastaları endişelendiren taşikardi, her zaman tehlikeli bir duruma işaret etmemektedir. Taşikardi çeşitli nedenlerle de bazen kendiliğinden tetiklenebilir. Taşikardi konusunda altta yatan nedenin belirlenmesi ve tedaviye başlanması önemlidir. Memorial Bahçelievler Hastanesi Kardiyoloji Bölümü’nden Uz. Dr. Yasin Çakıllı, taşikardi ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.

Taşikardi nedir?

Kalp atımının dakikada 100’ün üzerinde olması durumu taşikardi olarak adlandırılmaktadır. Her zaman ritim bozukluğu olmadığı gibi bazen gün içerisinde vücudun aktivite durumuna göre normal bir durum olarak da değerlendirilebilir.

Taşikardi belirtileri nelerdir?

Taşikardi sıklıkla kalpte çarpıntı, baş dönmesi, bulantı, kusma, göğüs ağrısı şeklinde olabileceği gibi şuurun kapanmasına kadar giden bayılma şeklinde de ortaya çıkabilir. Ya da bunların haricinde tansiyonun çok düşmesine bağlı olarak bayılma ve göğüs ağrısı da hissedilen belirtiler arasında yer almaktadır.

Taşikardi tanısı nasıl konulur?

Tanı konurken eğer bir hasta taşikardi sorunu ile herhangi bir sağlık kuruluşuna başvurmuşsa önce EKG çekilir. Eğer taşikardi EKG çekimi sırasında yakalanabilirse tanısı konulmaktadır. Taşikardinin genelde EKG çekimi ile nereden kaynaklandığı çoğu zaman belli olmaktadır. Vücuttaki bir problemden mi yoksa kalbin kendisinde olan bir ritim bozukluğundan mı kaynaklandığı ortaya çıkmaktadır. Taşikardi tanısı eğer EKG’de koyulamazsa yani hasta acil servise geldiğinde sık ataklar yaşıyorsa ancak EKG’de tespit edilemiyorsa hastaya üzerinde 24 saat, 48 saat veya bazen 2 haftaya kadar kalabilen ritim holter cihazları takılmaktadır. Bu süre boyunca kalp ritmi kayıt altına alınmaktadır. Eğer cihaz kişinin üzerindeyken bu ritim bozukluğu tekrar ederse, o zaman cihaz üzerindeki kayda bakılarak ritim bozukluğunun yani taşikardinin cinsi ve neden kaynaklandığı anlaşılarak tanı konulmaktadır. Eğer taşikardi çok daha nadir oluyorsa yani ayda 1, yılda birkaç kere oluyorsa tanı konulabilmesi için elektrofizyolojik çalışma adı verilen test yapılmaktadır. Hastanın kasık toplardamarından kalbine ulaşarak ritim bozukluğu laboratuvar ortamında kontrollü şekilde tetiklenerek tanısı konulmaktadır. Eş zamanlı olarak bu tetkiki yaparken tanı koyulan taşikardiye ablasyon adı verilen yakma yöntemiyle de müdahale edilebilmektedir.

Taşikardi tedavisi nasıldır?

Taşikardide sebebine yönelik tedavi planlaması yapılır. Altta yatan kalp dışı sebeplere yönelik tedavi uygulanabildiği gibi, ritim bozuklukları sebebiyle olan taşikardilerde ilaç tedavisi ve kasıktan bir kateter adı verilen tel ve ince tüp vasıtasıyla kalbe ulaşarak yakma tedaisi yapılabilmektedir.

Kalp ritim bozukluklarına bağlı olan taşikardilerde kalp aşırı hızlı çalışabilmektedir. Bu taşikardinin cinsine ve hızına bağlı olarak bayılma ve kalp durması gibi tehlikeli sonuçlar olabilmektedir. Bu tip taşikardiler Kardiyoloji doktoru tarafından değerlendirilip gerekirse ve mümkünse ablasyon tedavisi uygulanabilmektedir. Başarılı bir ablasyon tedavisi sonrası tamamen düzelme olabilmektedir.

İlaç tedavileri genelde geçici tedaviler olup ilaçlar kesildikten sonra hastanın taşikardisi tekrar ortaya çıkabilmektedir. Yakma ve dondurma tedavileri şeklinde ablasyon tedavileri ikiye ayrılmaktadır. Radyofrekans kateter ablasyon ve kriyoablasyon adı verilen dondurma tedavileri olarak isimlendirilmektedir. Başarılı olan bir ablasyon tedavisinden sonra taşikardiden tamamen kurtulmuş olunmaktadır. İleride çok nadir olmak üzere tekrar edebilmektedir. Bu durumda da tekrar ablasyon yapılabilmektedir.

 

Taşikardi neden olur?

Vücut aktivite artışına bağlı olarak normal zamanlarda olabileceği gibi bir hastalık belirtisi olarak kalbin normal yanıtı şeklinde de taşikardi olmaktadır. Öte yandan kalp ritim bozukluğu da taşikardi şeklinde görülebilmektedir. Kansızlık, enfeksiyon, tiroit bezi hastalıkları, diğer hormon salgı bezi hastalıkları, ağrı, stres, ilaç kullanımı, uyarıcı madde alımı, kafeinli içecek tüketimi, sigara genel itibariyle taşikardiye sebep olabilir. Doğuştan ya da sonradan edinilen kalp ritim bozuklukları da taşikardiye sebep olabilir.

Taşikardi çeşitleri nelerdir?

Taşikardi kalbin dakikada 100 atımın üzerinde olmasıdır. Dakikada 100 atımın üzerinde olan kalp her zaman ritim bozukluğu değildir ancak bu taşikardi olarak isimlendirilmektedir. Taşikardiler normal hasta olmayan kişilerde aşırı duygusal duruma bağlı olarak vücudun bir yanıtı olabilir. Ya da vücutta ateş gibi, enfeksiyon gibi, kansızlık gibi herhangi bir hastalık olduğunda ya da kalbin hızını artıracak herhangi bir ilaç kullanıldığında kalp hızı 100’ün üzerine çıkar. Bu da kalbin vücutta olan probleme yanıtıdır ve bunun ismi de taşikardidir. Bu durum illa kalpte problem olduğunu göstermez. Kalp vücutta olan bir probleme karşı yanıt veriyordur. Bunun adı sinüs taşikardisidir. Yani kalbin normal sinüs ritminin hızlanması şeklinde değerlendirilmektedir. Supraventriküler taşikardiler genelde iyi huylu olup bu grupta yer almaktadır. Ancak bunlar da hayatı tehdit eden durumlara sebep olabilmektedir.

Bunun yanında bir de nabzın 100’ün üzerinde olduğu bazen 200-250’leri bulduğu ritim bozukluğu olan taşikardiler vardır. Kalpte normal elektriksel aktivitenin yanında çoğu zaman doğuştan gelen ancak ileriki yaşlarda da ortaya çıkan fazladan odaklar, fazladan sinir ileti yollarından kaynaklanan kalp hızlanmasıdır. Burada da kalp genelde 200-250 atımlara ulaşabilir. Böyle durumlarda bulunduğu yere bağlı, kalbin hızına bağlı ve vücudun tansiyon yanıtına bağlı olarak bu taşikardilerin ciddiyeti değerlendirilmektedir. Ventriküler taşikardiler ise kalbin karıncıklarından kaynaklanarak daha kötü huylu olabilen ritim bozukluklarıdır.

Taşikardi tehlikeli mi?

Taşikardi, eğer bayılmaya neden oluyorsa örneğin araba kullanırken hasta bunu yaşarsa tehlikeli hayati sonuçlara neden olabilmektedir. Ya da bazı taşikardiler hayatı tehdit eden ritim bozukluklarına yol açabilmektedir.

Taşikardi görülme yaşı nedir?

Bebeklikten ölüme dek herhangi bir yaşta görülebilmektedir. Çocuk hastalarda da taşikardi görülebilmekte ve onlara da çocuk elektrofizyologları tarafından ablasyon uygulanabilmektedir. Erişkin hastalarda da her yaşta görülebilmektedir.

Taşikardi kendiliğinden iyileşir mi?

Kendiliğinden iyileşmez sadece belirli aralıklarla örneğin 3 ayda bir görülebilir. Bu da hastada iyileşip tekrar başlıyor algısı yaratabilmektedir. Genellikle ağrı, enfeksiyon, uykusuzluk, sigara gibi tetikleyiciler ortaya çıktığında tekrarlamaktadır.

Taşikardi nasıl geçer?

İlaç tedavisiyle baskılama yapılabilir ya da ablasyon tedavisiyle yakılıp tamamen ortadan kaldırılabilmektedir.

Taşikardiye ne iyi gelir?

Eğer çarpıntı var ancak tansiyon düşmüyorsa, derin nefes alma, oturma, ıkınma, öksürme gibi eylemler taşikardiyi sonlandırabilir. Ancak bazen de bunlar tansiyonu düşürüp durumu daha kötü hale getirebilmektedir. Taşikardisi olan hastalar genelde kendi durumlarını bilerek taşikardi başladığında bu yöntemleri uygulamaktadır. Ancak bunlar tamamen hastalığı ortadan kaldırmaz, taşikardi atağı başka bir zamanda yeniden tekrarlayacaktır.

Taşikardiden korunmak için neler yapılır?

Taşikardinin kendisinden değil atağından korunulabilir. Taşikardi kalpte vardır, bekliyordur, belirtileri seyreltmenin bazı yolları vardır. Atakları seyreltmenin yolu; iyi uyku, stresten uzak kalmak, sigara ve alkol tüketmemek, uyarıcı maddeler yani bazı ilaçlar ve enerji içeceklerinden uzak durmak önemlidir.

Siz de kalp sağlığınızdan emin olmak için Memorial Evde Sağlık kapsamındaki Kalp Sağlığı Paketini linke tıklayarak alabilir ve testlerinizi evinizin konforunda yaptırarak gerekli önlemleri alabilirsiniz.

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/kalp-sagligi-paketi/

 

CategoriesGenel

Alerji

Alerji, bağışıklık sisteminin normalde zararsız bir maddeye karşı verdiği anormal tepkidir. Bu maddeler alerjen olarak adlandırılmaktadır. Alerjilere farklı alerjenler neden olabilir ve alerjiler vücutta farklı sistemleri etkileyebilir. Alerjiler, toplumun büyük bir bölümünü etkilemektedir. Alerjiye; polenler, akarlar, tozlar, hayvanlar ilaçlar, besinler ve mantarlar sebep olabilir. Memorial Şişli Hastanesi Alerji Bölümü’nden Prof. Dr. Ayşe Bilge Öztürk, alerji ve tedavisi hakkında bilgi verdi.

Alerji Nedir?

Bağışıklık sistemi, bakterileri, virüsleri ve insanlar için risk oluşturabilecek diğer elementleri tanıyıp onlara yok ederek hastalıklardan korunmayı ve sağlıklı kalmayı sağlar. Alerji bağışıklık sisteminin aslında vücuda zararı olmayan maddeleri düşman olarak algılaması ve reaksiyon göstermesi sonucu oluşmaktadır. Normalde zararsız olan bu maddelere alerjen adı verilmektedir. Polen, ev tozu, akar, hayvan tüyleri, ilaçlar ve bazı besinler alerjiye neden olabilmektedir.

 

Alerji nedenleri nelerdir?

Alerji genetik ve hava kirliliği, beslenme alışkanlıklarında değişiklik, iklim değişikliği gibi çevresel etkenler ve mesleki maruziyet (fırıncılar, kuaförler, boyacılar gibi) sonrası ortaya çıkabilir.

Alerji belirtileri nelerdir?

Alerji belirtileri ve şiddeti hastanın genetik yapısına, alerjenin tipine ve yoğunluğuna bağlı olarak değişebilir. Alerjenlere bağlı olarak görülen belirtiler şöyle sıralanmaktadır;

  • Burun akıntısı, kaşıntı, hapşırma
  • Öksürük, hışıltı, nefes darlığı
  • Ciltte kaşıntı ve kızarıklık (kurdeşen)
  • Dudak ve göz çevresinde şişlik (anjioödem)
  • Gözlerde kaşıntı, kızarıklık, sulanma
  • Dudaklarda, ağız içerisinde ve boğazda kaşıntı
  • Bulantı, kusma ve ishal olabilir.
  • Belirtiler hafif olabileceği gibi, ölümcül sonuçlanabilecek anafilaksi tablosu gibi ağır şekilde de seyredebilir. Alerjiye bağlı olarak; astım, rinit, anafilaksi, atopik dermatit, besin alerjisi kontakt dermatit, ürtiker, ilaç alerjileri, göz alerjileri, böcek alerjileri gibi hastalıklar görülebilir.

Alerjen çeşitleri nelerdir? 

Çeşitli maddeler vücutta alerjen olarak algılanabilmektedir. 

İnhalan alerjenler (Solunan alerjenler )

Ev tozu akarları, polenler, evcil hayvan alerjenleri, hamam böceği, mantar sporları.

Besin alerjenleri

Süt, yumurta, kuruyemişler (fındık, ceviz, fıstık), buğday, soya, balık, kabuklu deniz ürünleri,

böcek zehirleri, arı zehri (venom), ilaçlar, antibiyotikler, antikonvülzanlar (epilepsi ilaçları)

ağrı kesiciler (aspirin, non steroid anti inflamatuvar ilaçlar), monoklonal antikorlar.

Kontakt alerjenler

Nikel, kobalt, potasyum dikromat, diğer, lateks olarak gruplandırılabilir.

Alerji tanısı nasıl konulur?

Alerjik hastalıklarda tanısal işlemler deneyim gerektirir ve mutlaka alerji ve immünoloji uzmanları tarafından yapılmalıdır. Alerjik hastalıklarda tanı hastalık özelinde alerji uzmanları tarafından konmaktadır. Öncelikli olarak hastanın şikayetleri değerlendirilir, fizik muayenesi yapılır ve şüpheli alerjik hastalık tanısını doğrulamak için uygun testler yapılır.

Alerjide kullanılan tanısal testler nelerdir?

Alerjik hastalıkların teşhisinde birçok yöntem kullanılabilmektedir. Bunlar;

  • Alerjenlerle deri testleri (prik testleri, intradermal, yama)
  • Serumda alerjene özgün IgE
  • Provokasyon testleri
  • Bazofil aktivasyon testleri
  • Lenfosit transformasyon testleridir.

Alerji testi nasıl yapılır?

En sık yapılan deri testleri prik testleridir. Alerjik olduğundan şüphelenilen maddelerin bir damlası ön kol derisine uygulanır ve ardından küçük bir lanset ile deriyle teması sağlanır. Prik testi 15 dakika içinde sonuç veren pratik ve ağrısız bir testtir. Yeni bir alerjiden şüphelenildiğinde veya var olan alerjiyi kontrol etmek için tekrarlanabilir.

Yama testleri, sırt bölgesine yama şeklinde uygulanmaktadır.  Bu testler, metaller, kozmetikler ve topikal ilaçlar (merhem veya kremde) gibi deri ile temas eden çeşitli ürünlerin neden olduğu alerjik kontakt dermatitlerde yapılmaktadır.

Arı zehirlerine veya ilaçlara ​​karşı alerji şüphesi olması durumunda veya prik testlerinin negatif çıkması durumunda bir sonraki adım intradermal testler yapmaktır. Bunlar, küçük bir iğne ile deri altına az miktarda seyreltilmiş alerjenin verilmesini içerir. Bu tür bir prosedürde genel reaksiyon riski olduğunu unutmamak önemlidir, bu nedenle sadece deneyimli profesyoneller tarafından ve hastane ortamında yapılmalıdır. Bu testler biraz daha ağrılıdır ancak bireysel toleransa bağlı olarak her yaşta da yapılabilir. Ayrıca spesifik antikorların varlığını daha kesin olarak ölçebilen kan testleri yapılabilmektedir.

Alerji tedavisi nasıl yapılır? 

İlk ve en etkili önlem, alerjenle temastan kaçınmaktır. Semptomları tedavi etmede oldukça etkili ilaçlar bulunmaktadır. Antihistaminikler, topikal kortikosteroidler, nazal ve inhaler kortikosteroidler bu ilaçlar arasında yer almaktadır.  Tüm bu tedavilerin düzenli bir şekilde uygulanması önemlidir. Düzenli kullanılan ilaçlarla belirtileri kontrol edebilmek mümkündür. Hastalığın kontrolünü sağlarken ilaçların oluşabilecek yan etkilerinden korunmak için sadece istenilen organa etki edebilecek, maksimum etki sağlayacak en düşük dozun kullanılması hedeflenmektedir. Bu kurallara uyulduğunda yan etki görülme olasılığı neredeyse ortadan kalkmaktadır.  Ağır olgularda yeni çıkan biyolojik ajanlar ve alerjen immünoterapi gibi bir takım farklı tedaviler de kullanılabilir. Bu tedavilere uygunluk ve tedavi sonrası takip mutlaka bir alerji ve immünoloji uzmanı tarafından yapılmalıdır. Hastalığın her aşamasında korunma yöntemlerine dikkat edilmelidir.

Alerji iğnesi nedir?

Alerjik reaksiyonların günlük yaşamı etkilediği bazı durumlarda “alerji iğnesi (immunoterapi)” önerilebilmektedir. Alerji iğnesi kişinin bağışıklık sisteminin adaptasyonunu zorlamak amacıyla, yavaş yavaş söz konusu alerjene maruz bırakıldığı bir tedavidir. Bu, günlük yaşamda ortaya çıkan alerjene sonraki maruziyetlerde alerjik reaksiyonu önleyecektir.  Halen alerjik rinit ve hafif alerjik astım gibi solunum yolu hastalıklarında ve venom (arı) alerjisinin tedavisinde etkili ve güvenli olarak kullanılmaktadır. Aşı tedavisi özel bir deneyim gerektirdiği için mutlaka alerji ve immünoloji uzmanı tarafından yapılmalıdır. Tedavi protokolü sabit değildir. Her hastaya ve alerjiye göre değişim gösterir.  İmmünoterapi  risksiz değildir: hasta duyarlı olduğu alerjenle temas ettiği için, anafilaktik şok dahil olmak üzere alerjik reaksiyonlar görülebilir. Bu nedenle aşı sonrası bir saat hastane ortamında gözlem gereklidir.

Alerji tanısı, alerji uzmanı hekimler tarafında konmaktadır. Siz de alerjiniz olduğunu düşünüyorsanız mutlaka bir alerji uzmanına danışmalısınız. Memorial Evde Sağlık uygulamaları kapsamında, alerji doktorunuzun uygun gördüğü “Alerji Taraması Paketlerinden” satın alabilir, gerekli testleri evinizin konforunda yaptırabilirsiniz.

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/alerji-taramasi-solunum-maddeleri-ve-gidalar/

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/hububat-alerji-testi/

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/alerji-taramasi-deniz-urunleri/

CategoriesGenel

Diyabet Nedir? Belirtileri Nelerdir?

Diyabet, bilinen ismiyle şeker hastalığı, toplumda dengesiz ve yanlış beslenme alışkanlıkları nedeniyle giderek yaygınlaşmaktadır. Yapılan çalışmalarda 2035 yılına kadar dünya çapında 600 milyon kişinin diyabet olacağı öngörülmektedir. Dünyada her 6 saniyede 1 kişi diyabete bağlı sorunlar nedeniyle yaşamını yitirmektedir. Toplumda diyabetli insanların azalması için şehirleşmenin etkisiyle ortaya çıkan hareketsiz yaşam şekli ile sağlıksız beslenme alışkanlıklarının ortaya çıkardığı obezite ile eş zamanlı mücadele etmek gerekiyor. Memorial Kayseri Hastanesi İç Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Bahri Öztaş, diyabetin ve belirtileri hakkında bilgi verdi.

 

Diyabet nedir?

Diyabet, insan vücudunda yiyeceklerin enerjiye nasıl dönüştürüldüğünü etkileyen, uzun süreli kronik bir sağlık sorunudur. Hastanın yaşam kalitesini düşüren ve ömür boyu süren bir sorun olan diyabet, zamanla kalp hastalıkları, görme kaybı ve böbrek hastalığı gibi ciddi sağlık sorunlarına neden olabilmektedir. İnsan vücudunda kan şekeri yükseldiğinde pankreas insülin salması için sinyal verir. İnsülin, kan şekerinin enerji olarak kullanılmak üzere, vücuttaki hücrelere girmesine izin veren bir anahtar görevi görür. Diyabet sayesinde vücutta yeterince insülin yapılamaz veya gerektiği gibi kullanılamaz. Yeterli insülin olmadığında veya hücreler insüline yanıt vermeyi bıraktığında, kan dolaşımında çok fazla kan şekeri kalır. Diyabet zamanla vücuttaki birçok sistemi etkileyerek organ hasarına neden olabilir.

Tedavi maliyetli yüksek olan bu hastalığın yükü, modernleşme ve kentleşmenin etkisiyle artmakta, yaşam tarzı değişiklikleri sayesinde ise düşük ve orta gelirli ülkelerde daha çok görülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre diyabetin görülme sıklığını dünyada her geçen gün artmaktadır. Türkiye’de ise şeker hastalığının görülme sıklığı yüzde 13,7’dir. Bazı bölgelerde ise bu sıklık yüzde 20’leri bulmaktadır.

 

Diyabetin belirtileri nelerdir?

Diyabetin bilinen bazı belirtilerinin görülmesi, bu sorunun yüzde yüz var olduğu anlamına gelmez. Şeker hastalığının olup olmadığını belirlemek için test yapılması gerekir. Diyabet belirtileri şöyle sıralanabilmektedir:

 

  • Geceleri sık idrara çıkmak
  • Aşırı derecede susama hissi
  • Kontrolsüzce alınan kilonun fazlalığı
  • Görmede bulanıklaşma
  • Yemek yense bile sürekli acıkma hissinin olması
  • Ellerde veya ayaklarda uyuşma ya da karıncalanma
  • Devamlı yorgunluk hissinin olması
  • Cildin aşırı derecede kuruması
  • Yavaş iyileşen yaralar
  • Genital bölgede kaşıntı ya da ortaya çıkan pamukçuklar
  • Normalden daha fazla enfeksiyonun varlığı

 

Diyabetin çeşitli tipleri bulunmaktadır. Tip 1 diyabetlilerde mide bulantısı, kusma veya mide ağrıları ortaya çıkar. Tip 1 diyabet semptomları birkaç hafta veya ay içinde görülmekte ve şiddetli olabilmektedir.

Tip 2 diyabetin gelişmesi genellikle birkaç yıl sürer. Birçok insan belirtileri fark edememektedir. Yetişkin dönemde başlayan belirtileri tespit etmek zor olduğu için risk faktörlerinin değerlendirilmesi gerekir.

Gestasyonel diyabetin (hamilelik sırasında diyabet) genellikle herhangi belirtisi ortaya çıkmaz. Gebeliğin 24 ila 28. haftaları arasında gebelik diyabetinin varlığı için test yapılması gerekir.

 

Diyabetin çeşitleri var mı?

Diyabetin 3 ana çeşidi vardır.

Tip 1 diyabet: Otoimmün reaksiyondan kaynaklandığı düşünülmektedir. Bu reaksiyon, vücudun insülin yapmasını engellemektedir. Nüfus içinde yaklaşık % 5-10’nun tip 1 diyabet olduğu bilinmektedir. Tip 1 diyabetin belirtileri genellikle hızlı bir şekilde gelişmekte, genellikle çocuklarda, gençlerde ve genç erişkinlerde teşhis edilmektedir. Tip 1 diyabet söz konusu ise sağlıklı kalmak için her gün insülin alınması gerekir. Yapılan araştırmalarda tip 1 diyabetin nasıl önleneceğine dair kesin veriler henüz elde edilememiştir.

 

2 tip diyabet: Tip 2 diyabette varsa vücut insülini iyi kullanamaz ve kan şekerini normal seviyelerde tutamaz. Uzun yıllar içinde gelişen tip 2 diyabet genellikle yetişkin dönemde teşhis edilmektedir. Ancak son yıllarda çocuklarda, gençlerde ve genç erişkinlerde giderek daha fazla görülmektedir. Çoğu zaman belirtileri atlanan tip 2 diyabetin fark edilebilmesi için kan şekerinin düzenli aralıklarla ölçülmesi gerekir. Tüm diyabetlerinin yüzde 85-95’ini oluşturan tip 2 diyabet, genellikle birkaç yıl boyunca teşhis edilmeyen gizli, belirti vermeyen bir alt klinik evre dönemine sahiptir. Tip 2 diyabet, sağlıklı yaşam tarzı değişiklikleri sayesinde önlenebilmektedir.

  • Kilo almamak
  • Sağlıklı besinler tüketmek
  • Aktif bir yaşam tarzını benimsemek gibi basit önlemlerle tip 2 diyabete yakalanma riski düşürülebilmektedir.

 

Gestasyonel (gebelik) diyabet:  Gestasyonel diyabet yani gebelik diyabeti, hiç diyabeti olmayan hamile kadınlarda gelişebilmektedir. Gestasyonel diyabet varsa, doğacak bebek sağlık sorunları açısından yüksek risk altında olabilmektedir. Gestasyonel diyabet genellikle bebek doğduktan sonra kendiliğinden geçmektedir. Ancak ilerleyen dönemde tip 2 diyabetin görülme riski artmaktadır. Bebeğin ise çocukluk ya da gençlik döneminde obezite hastası olması ve daha sonraki yaşamında tip 2 diyabetli olma olasılığı yüksektir.

 

Diyabet kimlerde görülür?

Kentleşmenin etkisiyle ortaya çıkan hareketsiz yaşam şekli, dengesiz ve düzensiz beslenme alışkanlıkları ile toplumda yaygınlaşan obezite, diyabet hastalığının toplumda görülme oranını artırmaktadır. Özellikle tip 2 diyabet orta yaş ve üzerindekilerde ortaya çıkmaktadır. Son yıllarda doğal besinlerden uzaklaşma, endüstriyel ve raf ömrü uzun yiyeceklerin tüketilmesi çocuklar ve genç erişkinler arasında obezite oranının artmasına neden olmuştur. Obezite, şeker hastalığına zemin hazırlayan önemli bir sağlık sorunudur. Temelde diyabetlilerin kanında şeker miktarı artarak böbreklerden dışarı atılmaktadır. Pankreas yeterli miktarda insülin hormonu üretmemekte veya ürettiği insülin hormonu etkili bir şekilde kullanılamamaktadır.

 

Diyabetin tanısı nasıl konur?

Tedavi ve hayat tarzı değişiklikleri sonucunda önlenebilir bir hastalık olan şeker hastalığının belirtilerinin erken fark edilmesi ve tedavide geç kalınmaması gerekir. Diyabet teşhisi kan şekeri ölçümleri ve şeker yüklenmesiyle yapılmaktadır. Sekiz saat süren açlıktan sonra ölçülen açlık kan şekeri (AKŞ) veya yemek sonrası ikinci saat ölçülen tokluk kan şekeri (TKŞ) şeker hastalığının teşhis edilmesini sağlamaktadır. HbA1c ismi verilen tetkikle de şeker hastalığının kesin tanısı konulabilmektedir. Oral glikoz testi (OGTT) ile hastalığa dair şikayeti olmayan ancak şeker hastalığı riski taşıyan kişilere genellikle 75 gram glikoz kullanılarak şeker yükleme yapılmaktadır.

Açlık kan şekerinin 126 mg/dL’den yüksek, rastgele ölçülen kan şekeri değerinin ise 200mg/dL’den yüksek, şeker yükleme testi sırasında ikinci saat kan şekeri düzeyi 200mg/dL veya üzerinde, HbA1c değeri  %  6,5’ten fazla ise kişi şeker hastasıdır.

 

Diyabetin tedavisi nasıldır?

 

Diyabet yaşam boyu takip gerektiren kronik bir hastalıktır. Tedavi diyabet tipine göre kişiye özel olarak planlanmaktadır. İnsülin ve ilaç uygulamaları, yaşam tarzı değişiklikleri, beslenme ve egzersiz planlaması diyabetle sağlıklı bir yaşam için öne çıkmaktadır. Tip 2 diyabeti olan uygun hastalarda metabolik cerrahi de uygulanabilmektedir.

 

SIK SORULAN SORULAR

 

Diyabetten korunmak için ne yapılmalı?

Diyabet riskini azaltmak için beslenme alışkanlıklarının değiştirilmesi gerekir. Beslenme uzmanı ile uzman hekimin planladığı beslenme programı oluşturulmalıdır. Hastanın yaşına ve ek hastalıklarına göre besin gereksinimleri belirlenerek beslenme planı uygulanmalıdır.

 

Diyabet hastaları nasıl beslenmeli?

Diyabet söz konusu ise hastanın sağlıklı beslenme kurallarını bilmesi ve yaşamını sağlıklı bir şekilde sürdürebilmesi için hangi besini, ne miktarda ve ne zaman yemesi gerektiği öğretilmelidir. Diyabetlilerin günlük harcamaları gereken enerji miktarının artırılması için orta dereceli bir egzersiz programı uygulamaları gerekebilir. Belirlenen kalori hedefleri, hastanın ideal vücut ağırlığına ulaşmasına ve bu ağırlığı korumasını sağlamalıdır. Sağlıklı bireyler için bile bir besini fazla tüketmek ve tek tip gıda ile beslenmek doğru bir yaklaşım değildir. Sağlıklı beslenmek için vücuda gerekli olan besinler zaman ve miktar olarak belirlenmeli bir denge içinde tüketilmelidir. Kan şekeri yüksekliğini (hiperglisemi) ya da düşüklüğünü (hipoglisemi) önleyerek, kan şekeri kontrol altına alınmalıdır. Kontrolü sağlamak şeker hastalarının yaşam konforu açısından önemli bir unsurdur. Lif içeriği yüksek besinleri tüketmeleri önerilir. Özellikle sodyum alımı azaltılarak sınırlandırılmalıdır. Şeker hastaları alkol tüketmemelidir. Düşük kalorili diyet uygulayanlar için vitamin kullanımı doktor kontrolünde yapılmalı, besin değeri olmayan yapay tatlandırıcılardan uzak durulmalı, öğün sayısı ve öğün aralığı diyabetin tipine ve fiziksel aktiviteye göre belirlenmelidir.

 

  • Tam tahıllı besinler ve kuru baklagiller tüketilmeli, basit karbonhidratlar günlük enerjinin yüzde 10’unu geçmemelidir.
  • Gün içinde tüketilen tuz miktarı 5 gramı aşmamalıdır.
  • Alkol tüketilmemeli, sigara içiliyorsa bırakılmalıdır.
  • Vücudun ihtiyaç duyduğu enerjinin % 25-30’u yağlardan alınmalı, enerjinin doymuş yağ asidinden gelen oranı yüzde 10’un altında olmalıdır.

 

Diyabetin ilaçsız tedavisi var mı?

Diyabetliler için verilen ilaçlar hastaların durumuna göre verilmektedir. Diyabetin ilaçsız tedavisi bulunmamaktadır. Tip 2 diyabetli hastaların % 10’u kilo kontrolü sağladığında, aktif bir yaşam tarzını benimsediğinde ve beslenme konusunda ki kurallara uyduğunda hastalığın zararlı etkileri ile mücadele edebilmektedir.

 

İnsülin vücuda zarar verir mi?

İnsülin, insan vücudunda bulunan ve eksikliğinde diyabete neden olan bir hormondur. Vücuda zararlı olan yüksek seyreden şeker düzeyidir. Bazı korkular nedeniyle toplumda insülin tedavisi reddedilmektedir. Ancak insülin tedavisine başlamakta geç kalan diyabetlilerde uzun süre yüksek seyreden şeker düzeyi zamanla organ hasarlarına neden olmaktadır.

 

Diyabet konusunda merak ettiklerinizi öğrenmek ve “Diyabet Kontrol Paketini” incelemek için linke tıklayabilirsiniz.

 

CategoriesGenel

VAZEKTOMİNİN GERİ DÖNÜŞÜ NEDİR, GERİ ALINABİLİR Mİ?

Etkin bir doğum kontrol yöntemi olan vazektomi işlemi, 18 yaşını doldurmuş bekar erkeklere kendi iradeleriyle, evli olanlara ise eşlerinin izniyle yapılmaktadır. Lokal anestezi altında son derece güvenli bir cerrahi olan vazektomide geri dönüş oranı % 50’dir. Vazektomi sonrasında erkeklerin cinsel yaşamı olumsuz etkilenmez. Avrupa ve ABD’de yapılma oranı son derece yüksek olan vazektomi işlemi, ülkemizdeki erkeklerin endişeleri yüzenden çok tercih edilmemektedir. Memorial Kayseri Hastanesi Üroloji Bölümü’nden Doç. Dr. Bülent Altunoluk, vazektomi yöntemi hakkında bilgi verdi.

 

Vazektomi nedir?

 

Vazektomi, spermin penisten boşalan meniye ulaşmasını engellemek için yapılan bir işlemdir. Bir doğum kontrol yöntemi olan vazektomi, cerrahi işlemle gerçekleştirilir. Erkeklere uygulanan bu yöntem sperm kanallarının kesilerek bağlanması ve bir anlamda mühürlenmesiyle yapılmaktadır. Spermler testislerde üretilmektedir. Kanal yoluyla meni içindeki spermler önce penise daha sonra da idrar kanalı yani üretraya kadar giderek dışarı atılmaktadır. Vazektomi işlemi sonrasında spermler meniye karışamamaktadır. Doğum kontrolü konusunda en güvenilir yöntem olan vazektomi, Avrupa’da ve Amerika’da çok sık yapılan bir uygulamadır. ABD’de her yıl 500 binden fazla erkek doğum kontrolü için vazektomiyi tercih etmektedir. Türkiye’de ise doğum kontrol yöntemleri denilince genelde kadınlara uygulanan yöntemler akla gelmektedir. Spermler için fiziksel bir bariyer oluşturma mantığına göre yapılan vazektomiyi ülkemizde yaptırma oranı diğer gelişmiş ülkelere göre çok düşüktür. Yapılan araştırmalarda gelişmiş ülkelerde eğitim seviyesi yüksek olan erkeklerin büyük bir bölümü, eşlerine uygulanacak doğum kontrol yöntemlerinden birinin yerine vazektomiyi tercih etmektedir. Vazektomi, kadınların tüplerinin bağlanmasıyla yapılan doğum kontrol yöntemiyle eşdeğerdir.

 

  • Vazektomi, kalıcı bir doğum kontrol yöntemidir ve nadiren tersine çevrilebilir.
  • Boşalma olduğunda spermin penisten çıkmasını önleyen cerrahi bir işlemdir.
  • Vazektomi cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlara (CYBE) karşı korumaz.
  • Vazektominin tam olarak etkili olması için bir süre beklemek gerekebilir.

 

Vazektomi kimlere yapılır?

18 yaşını doldurmuş bekar erkekler kendi iradeleriyle, evli olanlar ise eşlerin onayıyla vazektomi işlemini yaptırabilmektedir. Evli erkeklerin, eşlerinin onayı alınmadan bu işlem gerçekleştirilemez.  Çok sayıda çocuk sahibi olanlar ile çocuk sahibi olmak istemeyenler için uygun olan bu yöntem, ayrıca çocuk sahibi olması riskli olan çiftlere de önerilmektedir. Kalıtsal hastalığı nedeniyle çocuk sahibi olması sakıncalı olan çiftler için de son derece güvenlidir.

 

Vazektomi işleminin avantajları nelerdir?

Vazektominin en önemli avantajı doğum kontrol yöntemlerinden bir ya da birkaçını sürekli uygulayan kadınları psikolojik açıdan rahatlatmasıdır. Vazektomi sonrasında ne kadar cinsel ilişkiye girilirse girilsin, gebeliğin kesinlikle olmaması önemli bir avantajdır. Böylelikle gebelik konusunda çiftlerin aklında herhangi bir şüphe kalmayacaktır.

 

Vazektomi nasıl uygulanır?

Meninin sperme karışmasını engellemek için yapılan bir yöntem olan vazektomi lokal anestesi altında uygulanır.  Bir cerrahi işlem olan vazektomide spermleri taşıyan tüpler kesilerek kapatılır.  20-40 dakika arasında süren cerrahi sonrasında antibiyotik almaya gerek yoktur. İşlem sonrasında ağrı kesici ilaçların alınması gerekebilir.

 

 

SIK SORULAN SORULAR

 

Vazektomi sonrasında orgazm hissi değişir mi?

Vazektomiden işleminden sonra boşalma ve orgazm hissi etkilenmez. Cinsel aktivede herhangi bir sorun yaşanmaz.

 

Vazektomi acılı bir yöntem mi?

Lokal anesteziyle gerçekleştirilen vazektomi ağrılı bir işlem değildir. Vazektomi sonrasında tolere edilebilir bir ağır ortaya çıkacaktır. İşlemden sonra vazektomi yapılan erkeğin hastanede kalmasına gerek yoktur. Kişi günlük yaşamına aynı gün dönmektedir.

 

Vazektominin geri dönüşü nedir, geri alınabilir mi?

Vazektomi işleminin geri dönüşü biraz zordur. Geri dönüş oranı % 50’dir. Bunun için evli çiftler vazektomi yaptırmaya karar verirken iyi düşünmeli, birlikte ortak karar vermelidir.

Vazektomi olan erkekler boşalabilir mi?

Vazektomi sonrası erkekte boşalma hissi kesinlikle değişmez. Aynı miktarda meni çıkışı olacak ancak spermler dışarıya atılmayacaktır. Erkeklerde sertleşme, cinsel arzu, cinsel tatmin, boşalma hissi, meni gelmesi (sperm içermeden) eskiden nasılsa aynı şekilde gerçekleşecektir.

 

Vazektomiden sonra ne zaman cinsel ilişkiye girilebilir?

Vazektomiden sonra etkisi 12 hafta içerisinde ortaya çıkacaktır. Vazektomi yapıldıktan sonra 7 gün boyunca cinsel ilişkiye diğer doğum kontrol yöntemleri olmadan girilmemelidir. Ancak 7 günün sonunda da 2-3 hafta kondom kullanılması önerilir.

 

Vazektomi sonrası sperm üretimi devam eder mi?

Testislerde sperm üretimi devam eder ancak işlem sonrasında sperm dışarı çıkamadığı için testisten aspirasyon veya biyopsi yöntemi sperm alınabilir. Bu spermler tüp bebek tedavisinde kullanılmaktadır.

 

Vazektomiden sonra meninin sperm hücrelerinden arınması ne kadar sürer?

Yapılan araştırmalarda yaklaşık 20 boşalmadan sonra 2-3 ay sonra meni tahlili yapılarak sperm olmadığı belirlenmiştir.

 

Vazektomiden sonra testosteron seviyesinde bir düşme olur mu?

Yapılan araştırmalarda testosteron seviyesinde düşme veya cinsel isteğin azalması gibi bir durum belirlenmemiştir.

 

Vazektomi gebeliği önlemede yüzde 100 başarılı mıdır?

Gebeliği önlemede % 100’e yakın bir başarı elde edilen vazektomi işlemi etkili bir doğum kontrol yöntemidir.

 

Erkek sağlığı konusunda gerekli testlerinizi yaptırmak için “Erkek Sağlığı Paketini” incelemek için linke tıklayabilirsiniz.

 

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/erkek-sagligi-tarama-detayli-paket-check-up/

 

CategoriesGenel

GASTRİT NEDİR? GASTRİT BELİRTİLERİ NELERDİR?

Gastrit günümüzde en sık karşılaşılan mide sorunudur. Sıklıkla midede ağrı, yanma, kazınma ve ekşime şikayetleri ile kendini gösteren gastrit, yaşam kalitesini oldukça düşürmektedir. Midede bu tür sorunlar görülmesi halinde vakit kaybedilmeden doktora başvurulması ve erken dönemde tedavi başlanması önemlidir. Memorial Şişli Hastanesi İleri Endoskopi Merkezi’nden Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Yaşar Çolak “Gastrit nedir, belirtileri nelerdir, gastrit nedenleri nelerdir ve tedavisi nasıldır?” gibi soruların yanıtlarını paylaştı.

Gastrit nedir?

Gastrit, kısaca mide iç yüzeyinin iltihaplanmasıdır. Midemizin içerisinde sindirimi kolaylaştıran ve gıdaların parçalanmasına yol açan asit vardır. Mide içinde yoğun bir asit bulunmasına ve bu asitin gıdaları parçalayıcı etkisi olmasına rağmen bu asit mide dokusuna zarar vermemektedir. Bunun nedeni de mide dokusu ile asit arasında bir bariyer varlığıdır. Bu sümüksü bariyer sayesinde mide içindeki asit, mide dokusuna zarar vermemektedir. Gastritin en sık nedenleri de aslında bu koruyucu bariyere zarar veren sebeplerdir. Bu bariyerin ortadan kalkması, mide asitinin mide dokusuna zarar vermesine ve gastrite yol açmaktadır. Bu bariyere zarar veren en sık nedenler ağrı kesici ilaç kullanımları, Helicobacter Pylori adlı (gıdalarla alınan) bakteri, alkol kullanımı, sigara, yoğun kahve tüketimi, fastfood (hazır) gıdalar, kızartmalar olarak sayılabilir. Gastrite yol açan nedenler aynı zamanda mide ülserine de yol açabilmektedir. Mide ülseri ise mide içinde oluşan gastrite göre daha derin yaralar olarak özetlenebilir. Gastrit tedavi edilmediği durumlarda ülsere ve mide kanamalarına yol açabilmekte olup, erken dönemde kolaylıkla tanı konabilmekte ve kolaylıkla da tedavi edilebilmektedir. Genellikle mide ilaçları ve şurupları ile geçiştirilen ve önemsenmeyen bu durum; kronik gastrit, ülserler, mide kanamaları ve aynı zamanda sürekli kullanıldığı için mide ilaçlarına bağımlılığına yol açabilmektedir. Bu nedenle mide şikayeti olması halinde doktora gecikmeden başvurulması önerilmektedir.

Gastrit belirtileri nelerdir?

Gastriti olan kişilerin şikayetlerinin başında mide ağrısı ve midede yanma şikayetleri gelmektedir. Bunun dışında mide krampları, midede kazınma hissi, bulantı, hazımsızlık şikayetleri de sık görülmektedir. Bazı kişilerde bu şikayetlere göğüste yanma, ağıza acı su gelme gibi reflü şikayetleri de eşlik edebilmektedir. Özellikle mide kazınması olan kişilerde bir şeyler yeme ihtiyacı olmakta ve gıda alımı ile mide şikayetleri kısmen hafiflemektedir. Bu durum mide şikayetleri ile birlikte kilo artışına da yol açabilmektedir. Bunun yanında bakterilerin işin içinde olduğu durumlarda ağız kokusu da olabilmektedir. Ayrıca gastriti olan kişilerin bir kısmında da şikayet görülmeyebilmektedir.

Gastrit neden olur?

Gastritin en sık nedenleri arasında; sağlıksız beslenme, gıdalarla alınan Helicobacter pylori bakterisi, ağrı kesici ilaç kullanımı, bazı kan sulandırıcı ilaçlar, asitli içecekler, yoğun alkol ve sigara kullanımı, fazla miktarda kahve tüketimi ve stres yer almaktadır.

Gıdalardan özellikle düşük kaliteli yağların kullanılması, hazır gıdalar, yoğun kimyasal içeren katkı maddelerinin kullanımı mide sağlığını olumsuz etkilemektedir. Meşrubatların tüketimi de sadece mide değil, hem içerdikleri şeker ve tatlandırıcılar hem de kimyasal içerikleri nedeni ile tüm vücut sağlığı açısından sağlıksız ürünlerdir. Stres ve psikolojik faktörler mide ve bağırsaklar üzerinde sanılandan çok daha fazla etkiye sahiptir. Stres, mide asit salgısının artmasına, kortizon hormonunun artması ile mide içindeki asitten mide dokusunu koruyan bariyerin azalmasına ve bu nedenle de gastrite yol açabilmektedir. Bu nedenle bazı hastalar doktora sadece stres olduğunda veya üzüntü ile meydana gelen mide şikayetleri ile başvurabilmektedir.

Günümüzde gastritin diğer önemli sebeplerinden birisi de ilaç kullanımlarıdır. Özellikle baş ağrısı, adet ağrısı nedeni ile ağrı kesici kullanımı gastritin sık nedenlerinden birisidir. Bunun dışında kan sulandırıcı ilaç kullanımı, kortizon ilaçları gibi bazı ilaçlar da gastrite yol açabilmektedir.

Helicobacter pylori adlı bakteri ağız yoluyla bulaşan, genellikle gıdalarla ve öpüşme ile eşler arasında geçişi olabilen bir bakteridir. Bizim ülkemizde de sıklığı oldukça yüksek olup neredeyse her iki kişiden birinde bu bakteri bulunmaktadır.

Gastrit çeşitleri nelerdir?

Süreye göre bakıldığında akut ve kronik gastrit olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Kısa süre içinde gelişen, örneğin yoğun bir ağrı kesici kullanımını takiben başlayan akut gastrit, uzun süredir (aylar ya da yıllardır olan) ara ara mide şikayetleri ile giden Helicobacter pylori bakterisi ilişkili kronik gastrit olarak özetlenebilir.

Yerleşim yerine göre midenin alt kısımlarını tutan antral gastrit, tüm kısımlarını tutan pangastrit olarak da sınıflanabilmektedir.

Bunların yanı sıra, midenin içindeki kıvrımların silikleşmesi ve düzleşmesi ile giden atrofik gastrit tablosu da özel bir gastrit çeşididir. Bu durumda midenin içindeki mide yüzey alanını genişleten kıvrımlar silinir ve mide iç yüzeyi düzleşmiş olur. Bu tablo genellikle ağrı ve yanmaya yol açmamakla birlikte hem asit salgısı azaldığı için hazımsızlığa hem de emilim ve salgı yüzeyi azaldığı için demir ve vitamin eksikliği gibi durumlara yol açabilmektedir.

Gastrit teşhisi nasıl konulur?

Mide şikayetleri olan ve gastrit düşünülen olgularda en güvenilir tanı yöntemi endoskopi ile mideye bakılması yani gastroskopi işlemidir. Bu yöntem sadece gastritin görülmesi için değil aynı zamanda (ülser, polip, tümör ve kanser gibi) başka hastalıkların olup olmadığının da ayırt edilebilmesi için gerekli bir yöntemdir. Gastroskopi yaklaşık 5 dakikalık bir işlem olup, anestezi altında yapılan, oldukça konforlu, ağrısız ve acısız bir işlemdir. Aynı zamanda işlem sırasında Helicobacter pylori bakterisinin olup olmadığının da anlaşılmasına imkan vermektedir. Bunun için işlem sırasında mideden toplu iğne başı büyüklüğünde biyopsi alınır ve bu mikroskopta incelenerek midede bakteri olup olmadığı anlaşılır.

Gastrit tedavisi nasıl yapılır?

Gastrit tedavisinde öncelikle neye bağlı gastrit geliştiğinin ortaya konması gerekmektedir. Ağrı kesicilerin kesilmesi, gereksiz ilaçların kesilmesi, yoğun alkol, sigara ve kahve tüketiminin önlenmesi, sağlıksız yiyecek ve içeceklerin diyetten çıkartılması gibi önlemler çoğu hastada fayda sağlamaktadır. Ayrıca doktor tarafından önerilecek mide koruyucu, mide asidini azaltan ilaçlar da tedavide sıklıkla kullanılmaktadır. Altta yatan H. pylori varlığında ise antibiyotikli tedaviler gereklidir.

Siz de mide sağlığınızla birlikte genel sağlığınızla ilgili bilgi almak istiyorsanız Memorial Evde Sağlık kapsamında Genel Sağlık Paketi ile gerekli testleri evinizin konforunda yaptırabilirsiniz. Bilgi için: https://evdesaglik.memorial.com.tr/urun-ve-hizmetler/laboratuvar-paketleri-c/genel-saglik-c8/

 

CategoriesGenel

DOĞUM SANCISI

Yaklaşık 40 haftalık hamilelik serüveninin sonunda doğum gerçekleşmektedir. Ancak anne adayları bu aşamada en çok doğum sancısının nasıl bir şey olduğunu merak edip endişe de duyabilmektedir. Doğum sancısı bebeğin dünyaya gelmesini sağlayan bir ağrıdır ve annenin bu süreci konforlu bir şekilde geçirmesi için çeşitli yöntemler bulunmaktadır. Memorial Şişli Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Op. Dr. Gürkan Gürsoy, doğum sancısı nedir, belirtileri nelerdir konusu hakkında bilgi verdi.

Doğum sancısı nedir?

Rahim, ucunda rahim ağzı olan, yanlarında da fallop tüpleri bulunan, kasılma yeteneği bulunan bir kadın üreme organıdır. Rahim kas yoğunluğu açısından vücudun en güçlü organlarından biridir. Bebeklerin anne karnında gelişimini sağlaması ve tamamlaması için gerekli ortamı oluşturur, bebeği dışarıdan gelecek darbelere karşı içindeki amniyon sıvısı ile birlikte korur ayrıca bebeklerin dünyaya gelmesi için kasılma ile itici gücü sağlayan bir organdır. Bu kasılmalar doğum sancısı olarak anne tarafından hissedilir. Doğum sancısı karında, tüm gövdede, pelvik bölgede, mesane ve bağırsaklarda hissedilmektedir.

Doğum sancısı belirtileri nelerdir?

Doğum sancısının aşamaları vardır. Erken doğum ağrısı aşaması 6 saat veya bazen daha uzun sürebilir. Bu süreçte rahim ağzı 3-4 cm arasında genişler ve incelmeye başlar. Hissedilen ağrılar da 30-60 saniye arasında sürer, her 5 dakika ila 20 dakikada bir gelir. Sonrasında bu ağrılar daha güçlü ve daha sık olur. Aktif doğum ağrısı aşaması da 2-8 saat arasında sürer. Ağrı ve kasılmalar daha birbirine yakın zamanda ve sık meydana gelir. Rahim ağzı da ortalama 7 cm kadar genişler. Son bir aşama daha vardır ki bu aşamada da 1 saat ağrı çekilir. Rahim ağzı 10 cm kadar açılmıştır. Yoğun, sık aralıklı ağrılarla birlikte mide bulantısı, kasık ağrısı da hissedilebilmektedir. Doğum sancısının belirtileri rahim kasılmaları, düzenli ağrı hissi, sık tuvalete çıkma isteği, üst karın bölgesinde rahatlama hissi, doğum suyunun gelmesi, nişan gelmesi olarak sayılabilir. Toplum arasında “Suyun gelmesi” olarak da yorumlanabilen doğum sancıları hemen doğumu getirmez. Yani su gelmesiyle doğumun hemen olacağı zannedilse de, de su geldiğinde mutlaka doğum başlamaz. Bazı durumlarda nişan geldiğinde doğum başlar bazılarında da başlamaz. Doğumun ne aman başlayacağı kişiye göre değişmektedir. Bazen gebeliğin son ayında adet sancısı gibi ağrı olarak tabir de edilebilir. Doğum sancısında rahim bir yumruk gibi kasılır ve sonra gevşer. Bu kasılmalar da sancı belirtisi arasında yer alır. Bu arada her kasılma da doğum sancısı olmayabilir. Anne adayı duruş pozisyonunu değiştirdiğinde ağrı azalırsa buna yalancı doğum sancısı denir. Gerçek doğum sancısı her pozisyonda olur.

Suni sancı nedir?

Bazı anne adaylarında gebelik haftası dolduğu halde çeşitli nedenlerle doğum sancısı çekmez. Bu durumda doğum sancısı ilaçla başlatılır. Buna da suni sancı denir. İlaçlar, doğum sancısını oluşturan rahim kasılmalarını başlatan oksitosin hormonunu içerir.

Doğum sancısı kaç dakikada bir gelir?

Doğum sancıları gebeliğin 38 ila 42.haftaları arasında gelebilir. Genelde ilk sancılar 5 ila 20 dakikada bir gelir. Sonrasında bu sancılar daha kısa sürelerle sık sık gelmeye başlar. Ebeveyn adayları genelde “Doğum sancısı kaç dakikada bir gelirse hastaneye gidilir?” sorusunun yanıtını sıklıkla merak eder. Anne adayı sancılandığı anda hastaneye gitmekte fayda vardır.

Gerçek doğum sancısı nasıldır?

Doğum sancısı genelde karında ya da rahimde görülen tüm sancılardan daha farklıdır. Sırtın alt bölgesinde başlar, sonrasında düzenli aralıklarla sıklaşır, süresi uzar ve şiddetlenir. Bazı anne adayları doğum sancısını çok şiddetli regl ağrısı ama sürekli olan bir ağrı olarak da tanımlayabilir. Anne adayları genelde “Doğum sancısı karın ağrısı gibi olur mu?”, “Doğum sancısı gaz sancısına benzer mi?” gibi soruların yanıtlarını mutlaka araştırır. Her anne adayının ağrısı farklıdır. Ağrı anne adayından anne adayına göre değişebilir.

Doğum sancıları ne zaman başlar?

Genellikle gebeliğin 38. İle 42. Haftaları arasında doğum sancıları başlayabilmektedir.

Doğum sancısını azaltmak için ne yapılır?

Doğumdan önce sancının verdiği rahatsızlık hissini azaltmak için neler yapılabileceği kadın hastalıkları ve doğum uzmanı ile önceden konuşulmalıdır. Anne adayının bu süreçte olumlu düşünmesi ağrılarının hafiflemesine yardımcı olabilir. Doğum öncesi olan doğum eğitimlerinde eşle birlikte masaj öğrenilebilir ve doğum sancılarında bu masajdan fayda sağlanabilir. Gebelik boyunca egzersiz yapılması, ağrılar üzerinde olumlu etkiler verebilir. Bunun yanında doğum sancıları sırasında yürümek, bulunulan pozisyonu değiştirmek de ağrıyı hafifletir. Ayrıca ilaç seçenekleri de mevcuttur. Tıbbi duruma göre epidural ve spinal anestezi yöntemlerinden de faydalanılabilir.

Bölgesel anestezi bebeğe zararlı mı?

Araştırmalara göre anestezi bebek ve anne için güvenlidir.

Epidural anestezi ne kadar sürede etkisini gösterir?

İlaç enjekte edildikten 10 ila 20 dakika içinde etkisini gösterir. Epidural anestezinin ağrı kesici etkisi doğum eylemi boyunca sürer.

Epidural anestezide doğumu hissetmek mümkün mü?

Ağrılar konusunda anne adayında bir rahatlama olmakla birlikte kasılmalardan gelen baskı hissedilir olur.

Siz de hamile kalmayı planlıyor ve bebeğinizi sağlıkla dünyaya getirmek istiyorsanız Memorial Evde Sağlık kapsamında Kadın Üreme Sağlığı Paketini alabilir ve gerekli testleri evinizin konforunda yapabilirsiniz. Bilgi için linke tıklayın

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/kadin-ureme-sagligi-paketi-detayli/

CategoriesGenel

Kemik erimesi (Osteoporoz)

Kemik erimesi yani osteoporoz, normal kemik dokusunun kaybı nedeniyle kemik yoğunluğunda azalma ile ortaya çıkan bir hastalıktır. Osteoporoz, kemiğin bir travma veya yüke karşı direncinde azalmaya ve bunun sonucunda kırıkların ortaya çıkmasına neden olur. Yıllar geçtikçe tüm insanlar kemik kütlesini bir miktar kaybeder, bu nedenle yaş ilerledikçe osteoporoz daha yaygın görülür. Kadınlarda menopozdan sonraki ilk yıllarda, kemik erimesi hızlanmaktadır. Özellikle 65 yaş ve üstü bireyler için kemik yoğunluğu testi (kemik dansitometrisi) önerilmektedir. Memorial Şişli Hastanesi Geriatri (İleri Yaş Hastalıkları) Bölümü’nden Uz. Dr. Yıldıray Topçu, kemik erimesi (osteoporoz) hakkında bilgi verdi.

Kemik erimesi (Osteoporoz) nedir?

Kemik, sürekli yenilenen canlı bir dokudur. Kemik erimesi ileri yaş veya çeşitli hastalıklar nedeni ile kemik kütlesinin azalması ve kemik mikro mimarisinin bozulması sonucu kemik kırılganlığının artması ile karakterize bir kemik hastalığıdır. Osteoporoz ya yeni kemik oluşumu azaldığından ya da kemik yıkımı arttığından ya da her iki nedenden dolayı ikisi arasındaki denge bozulduğunda ortaya çıkar. Osteoporozda kemikler daha gözenekli hale gelir. Kemik yapım-yıkım hücrelerinin sayıları azalır ve yerlerini yağ hücreleri almaya başlar Bu da kemikleri daha ince ve kırılgan hale getirmektedir.  Kemikler bir travma karşısında daha az dirençli olur ve kolayca kırılır.

Kemik erimesi (Osteoporoz) neden olur?

Doğal süreçte özellikle 30’lu yaşlar sonrasında yaşın artması ile birlikte kemik dokumuzda zamanla bir miktar azalma olmaktadır. Bu azalma ek faktörler varlığında kritik eşiği geçerse osteoporoz gelişmektedir. Menopoza kadar kadın cinsiyet hormonu östrojen kemikleri korur. Kemik erimesi menopoz sonrası östrojendeki azalma sonucu kadınlarda kemik kaybını daha da hızlandırır ve osteoporoz kadınlarda daha sık görülür. Osteoporoz gelişme riskini artıran çok sayıda faktör bulunmaktadır. Cinsiyet dışında en önemli risk faktörü ileri yaştır. Romatoid artrit gibi romatizmal hastalıklar, diyabet, hipertiroidi, hiperparatiroidi, beslenme ve besin emilim bozuklukları, steroid kullanımı, multipl myelom gibi bazı hastalıklar, erken menopoz, sigara kullanımı, genetik yatkınlık, özellikle erken yaşlarda sedanter (hareketsiz) yaşam, D vitamini eksikliği gibi birçok etken kemik erimesine neden olabilmektedir.

Kemik erimesi (Osteoporoz) belirtileri nelerdir?

Osteoporoz genellikle kırık gelişinceye bir belirti vermez. Bazen boyda kısalma, kamburlukta artış gibi fiziksel değişiklikler hasta veya hasta yakınları tarafından fark edilebilir. Gençliğine göre boyunda kısalma 4 cm’den fazla kısalma, kamburluk ve öne eğilme, enerjisi yüksek olmayan bir travma ile beklenmeyecek şekilde kemikte kırık oluşması belirti ve bulgular olarak sayılabilir.

Kemik erimesi (Osteoporoz) tanısı nasıl konur?

Osteoporozu erken tespit etmek ve tedavi etmek önemlidir. Enerjisi yüksek olmayan bir travma ile beklenmeyecek şekilde kemikte kırık oluşması öyküsünün alınması ile konulabilmektedir. Genellikle tanı kemik mineral yoğunluğu ölçümü ve klinik öykünün birleştirilmesi ile konulmaktadır. Erişkinlerde kemik yoğunluğunun genç erişkin bireylerin kemik yoğunluğu oranı ile karşılaştırılarak elde edilen T skoru değerleri baz alınarak tanıya gidilir. Kemik mineral yoğunluğu en sık kemik mineral dansitometre cihazı (Dexa) ile ölçülmektedir. Kantitatif tomografi (QCT) ile de kemik mineral yoğunluğu ölçülerek tanıya gidilebilir. Uygun öykü olduğunda ölçüm yapılmadan tanıya gidilebilirken verdiğimiz tedavinin takibi için yine de kemik mineral yoğunluğunun ölçümü faydalı olacaktır.

 Kemik Erimesi (Osteoporoz) tedavisi nasıldır?

Öncelikle yeterli D vitamini, kalsiyum ve protein alımı sağlandıktan ve elverdiği ölçüde fizik egzersiz yapıldıktan sonra bir takım ilaçlar tedavide kullanılmaktadır. Bu ilaçların bir kısmı temelde kemik yıkımını azaltarak etki gösterirken bir kısmı yeni kemik yapımını artırarak etki göstermektedir. Haftalık, aylık alınabilen oral kemik erimesi ilaçları olduğu gibi, yıllık serum tarzında, 6 ayda bir insülin gibi subkutan uygulanan veya yine insülin gibi günde bir kez kullanılan kemik erimesi ilaçları vardır. Kişinin klinik öyküsü, fonksiyonel durumu, böbrek yetmezliği durumu ve ek hastalıklarına bağlı olarak hasta ile beraber uygun bir tedavi programı oluşturulmaktadır.

Kemik dokusu kendini yeniler mi?

Kemik dokusu kendini yenileyebilir ve vücut ağırlığının yaklaşık yüzde 20’sini oluşturur. Kemikler, kan oluşumunda ve vücudun kalsiyum dengesinde çok önemli bir rol oynayan aktif bir metabolizmaya sahiptir. Kemikler 30 yaş civarında en güçlü halindedir. Yaşın ilerlemesiyle birlikte osteoporoz gelişebilir ve kırık riski artabilir.

Kemik erimesi (Osteoporoz) ağrı yapar mı?

Genellikle kırık oluşmadan kemik erimesi ağrı yapmaz. Kırık yokluğunda kemik ağrısı yakınması varsa, kemik erimesi ile sıklıkla beraber bulunan D vitamini ve kalsiyum eksikliğine bağlı osteomalasiyi (kemiğin içinde kemik dokusu azalmasından ziyade kalsiyum ve fosfor gibi minerallerin eksikliği) veya klinik öykü eşliğinde malign hastalıkların kemik tutulumunu düşünmek gerekir.

Kemik erimesi (Osteoporoz) için hangi bölüme gidilir?

60-65 yaşından büyük kişiler osteoporoz tarama-tanı ve tedavisi için geriatri polikliniklerine başvurabilirler. Geriatri poliklinikleri dışında hastalar endokrin, iç hastalıkları, fizik tedavi ve ortopedi polikliniklerine başvurabilirler.

Kemik erimesi (Osteoporoz) kan testi ile anlaşılır mı?

Tanı klinik öykü ve kemik yoğunluğunu ölçen görüntüleme yöntemlerinin birleştirilmesi ile konulmaktadır. Kemik erimesine neden olabilecek hastalıkların ayırıcı tanısı (hipertiroidi, hiperparatiroidi, D vitamini eksikliği, malignite gibi), verilecek kemik erimesi ilacına karar verme ve kemik erimesi tedavi etkinliğinin değerlendirmesi amaçları ile kan testlerine tanı-tedavi-takip süresince sıklıkla başvurulmaktadır.

Kemik erimesi (Osteoporoz) önlenebilir mi?

Sağlıklı alışkanlıklar edinerek kemik erimesinin önüne geçilebilir. Sağlıklı bir kemik metabolizması için kalsiyum çok önemlidir. Bu nedenle süt, yoğurt, peynir gibi kalsiyum içeren yiyeceklerin sık tüketildiği bir beslenme tarzı kemiklerin güçlü olmasına katkıda bulunur. Kalsiyuma ek olarak, yeterli D vitamini önemlidir. D vitamini, bağırsaklardan kalsiyumu emmek ve kemiklere iletmek için gereklidir. D vitamininin çok büyük bir bölümü güneş ışığının (UV ışınları) yardımıyla deride üretildiği için yaz aylarında dışarıda güneş altında yeterince vakit geçirmeyi gerektirir. Kemik ve kas kütlesini güçlü tutabilmek için düzenli hareket edilmeli ve egzersiz yapılmalıdır. Yürümek, koşmak ve yüzmek kemik ve kasları güçlü tutar.

Siz de kemik sağlığını destekleyici besinler ile eklem ve kas sağlığınızı korumaya devam edebileceğiniz gibi, osteoporoz test paketini kullanarak test sonuçlarınız riskli görünüyorsa, gerekli önlemleri almak için erkenden adım atabilirsiniz.

Uzman uyarısı olarak, vitamin ve mineral eksikliklerinde bu takviyeleri uzman hekim kontrolünde alıyor olmaya da mutlaka dikkat etmelisiniz.

 

CategoriesGenel

Hamilelikte şeker nasıl olur?

Gebelikte şeker hastalığı yani gestasyonel diyabet, anne adaylarında hamilelik öncesi diyabet olmamasına rağmen ortaya çıkabilen diyabet tablosudur. Hamilelikte şeker hem anne hem bebek sağlığını tehlikeye atabildiğinden, şeker düzeylerinin gebelik süreci boyunca kontrol altında tutulması önem taşımaktadır. Gebelik diyabeti hamileliğin 24 ve 28’inci haftaları arasında yapılan şeker yükleme testiyle teşhis edilmekte ve gerekli önlemlerin alınması sağlanmaktadır. Memorial Şişli Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Op. Dr. Gürkan Gürsoy, “Hamilelikte şeker neden olur?”, “Hamilelikte şeker belirtileri nelerdir?”, “Şeker yükleme testi zararlı mı?” gibi sorularının yanıtlarını paylaştı.

Hamilelikte şeker nasıl olur?

Hamilelikte şeker yani gestasyonel diyabet, halihazırda diyabeti olmayan kadınlarda gebelik sırasında gelişebilen bir diyabet türüdür. Gestasyonel diyabeti yönetmek, sağlıklı bir hamilelik geçirdiğinizden ve sağlıklı bir bebeğiniz olduğundan emin olmanıza yardımcı olur. Pek çok anne adayının endişesi hamilelikte gebelik şekerinin çıkmasıdır. Bu nedenle “Gebelik şekeri neden olur?”, “Hamilelikte diyabet neden olur?” sorusunun yanıtı sıkça araştırılmaktadır. Gestasyonel diyabet, vücudunuz hamileliğiniz sırasında yeterli insülin üretemediğinde ortaya çıkar. İnsülin, pankreasınız tarafından üretilen ve kan şekerinin enerji olarak kullanılmak üzere vücudunuzdaki hücrelere girmesine izin veren bir anahtar gibi davranan bir hormondur. Hamilelik sırasında vücudunuz daha fazla hormon üretir ve kilo alımı gibi diğer değişikliklerden geçer. Bu değişiklikler, vücudunuzun hücrelerinin insülini daha az etkili bir şekilde kullanmasına neden olur, buna insülin direnci denir. İnsülin direnci vücudunuzun insülin ihtiyacını artırır. Tüm hamile kadınlar, hamileliğin son dönemlerinde bir miktar insülin direncine sahiptir. Bununla birlikte, bazı kadınlarda da hamilelikten önce de insülin direnci bulunmaktadır. Bu kişiler gebeliğe artan insülin ihtiyacı ile başlar ve bu nedenle gestasyonel diyabet riski daha da yükselir.

Hamilelik şekeri nasıl belli olur? Gebelik şekeri belirtileri nelerdir?

Gestasyonel diyabet, tipik olarak herhangi bir semptom göstermez. Tıbbi geçmişiniz ve herhangi bir risk faktörünüz olup olmadığı gestasyonel diyabetiniz olabileceğini düşündürebilir, ancak emin olmak için test yaptırmanız gerekir. Bu risk faktörlerinden bazıları gebelerde aşırı kilo alımı olabilir. Çok su içmek, çok sık idrara çıkmak, idrarda glukoz saptanması, tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları ya da vajinal enfeksiyonlar, bulantı veya halsizlik gebelik şekerini işaret ediyor olabilir. Bunu saptamak için de şeker yükleme testi yapılmaktadır.

Şeker yüklemesi nasıl yapılır?

Şeker yükleme testi yani oral glukoz tolerans testi, vücudun şekere karşı tepkisini ölçer. Gebenin tıbbi durumuna göre testin nasıl yapılacağı belirlenir. 50 gr. şeker yüklemesi gebenin aç ya da tok olmasına bağlı olmadan yapılabilir. Doktor kontrolünde 50 gram şeker içeren bir solüsyon gebeye içirilir. Bu içildikten 1 saat sonra kan şekeri ölçülür. Eğer şeker 130 üzerinde çıkarsa gebe şüpheli olarak değerlendirilir ve buna istinaden ek tetkikler istenir. 75 gram şeker yüklemesi ya da 100 gram şeker yüklemesi testi arasında bir fark olmaz. Gebe, en az 8 saat açlıkla teste gider. Öncelikle açlık kan şekeri ölçülür. Sonrasında 75 veya 100 gramlık şeker içeren solüsyon içirilir. Buna istinaden anne adayının 1, 2, 3. saatlerde şeker değerine bakılır. 4 sonuçtan 2 veya üzerinde sınırın üstünde bir değer görülürse hamilelik şekeri tanısı konulur.

Şeker yüklemesi kaçıncı haftada yapılır? Şeker yüklemesi kaç haftalıkken yapılır?

Pek çok anne adayı “Şeker yüklemesi kaçıncı haftaya kadar yapılır?” sorusunun yanıtını merak eder. Şeker yükleme testi gebeliğin 24-28. haftaları arasında yapılmaktadır.

Şeker yüklemesi neden yapılır?

Şeker yüklemesi, anne adayında hamilelik şekerinin olup olmadığını saptamak için yapılır. Anne adayı 35 yaş üzerindeyse, obezite sorunu varsa, önceki gebeliklerde şeker öyküsü bulunuyorsa, daha önce gebelik haftasına göre iri bir bebek dünyaya getirdiyse, ailesinde şeker öyküsü mevcutsa, PCOS hastasıysa gebelik şekeri ihtimali olabilir. Ayrıca anne adayının sık idrar yolu enfeksiyonu geçiriyor olması, bulantısı olması,  aşırı su tüketmesi, sık idrara çıkması gibi durumlar da da göz önünde bulundurulur.

Şeker yüklemesi aç mı tok mu yapılır?

Şeker yükleme testinin aç yapılıp yapılmayacağı, verilecek glikoz miktarına göre değişebilir. 50 gramlık formda yapılırsa açlık ya da tokluk fark etmez, 75 ya da 100 gramlık formu yapılırsa en az 8 saat açlık istenir.

Hamilelikte şeker yüksek çıkarsa ne olur?

Anne adayının gebelikte şekeri yüksek çıkarsa, düzenli aralıklarla kan şekeri ölçümü yapılması ve bir beslenme diyet uzmanından destek alınarak sağlıklı bir beslenme programı oluşturulması gerekir. Gebelikte bu dönemde orta derecede egzersiz yapılması önem taşır. Yürüyüş, gebelikte önemlidir. Bunun yanında tüm kontrollere düzenli gidilmesi gerekmektedir. Burada amaç, anne adayının şekerinin belirli aralıklarda tutulmasıdır. Yaşam tarzı değişiklikleri bu anlamda önem taşır.

Şeker yüklemesi kimlere yapılır?

Şeker yüklemesi her gebeye yapılır. Ama risk grubundaki anne adayları daha da titizlikle değerlendirilmelidir.

Gebelik şekeri bebek için hangi risklere neden olur?

Gebelik şekeri bebekte gelişme geriliği, bazen anne karnında can kaybı riskinde artış, plasentanın erken yaşlanması ya da iri bebek durumundan dolayı doğum travmalarına yol açabilmektedir. O nedenle gebelik şekerinin belirlenen sınırlarda olması gerekir.

Şeker yükleme testi zararlı mı?

Şeker yükleme testi zararlı bir test değildir. Aksine iri bebek, erken doğum, ölü doğum, doğacak bebekte solunum problemi ya da hipoglisemi görülmesi, ilerleyen dönemlerde obezite gibi riskleri önlemek için yapılması gereken bir testtir.

Siz de hamile kalmayı planlıyor ve bebeğinizi sağlıkla dünyaya getirmek istiyorsanız Memorial Evde Sağlık kapsamında Kadın Üreme Sağlığı Paketini alabilir ve gerekli testleri evinizin konforunda yapabilirsiniz. Bilgi için linke tıklayın

Ühttps://evdesaglik.memorial.com.tr/p/kadin-ureme-sagligi-paketi-detayli/

CategoriesGenel

Yatak Yarası (Bası Yarası) Nedir? Nasıl Önlenir?

Yatak yarası (bası yarası) hareketi azalmış, tekerlekli sandalye veya yatağa bağımlı olan hastalarda görülen sorunların başında gelir. Hareketsiz hastalarda vücut basıncı yatak yarası oluşmasında en büyük etkenler arasındadır. Yatakta veya tekerlekli sandalyede uzun süre aynı pozisyonda oturup, yatmak vücut ağırlığının hep aynı bölgelere baskı uygulamasına sebep olur. Bu bölgeler; omuz, leğen kemikleri üzerindeki cilt, topuk ve dirsektir. Vücudun basıncı dolaysıyla bu bölgelerde kan dolaşımı bozulur.

Yatak Yarası Neden Olur?

Yatak yarası oluşma nedeni; bu bölgelerde kan dolaşımının bozulmasıdır. Kan dolaşımındaki bozulmalardan dolayı deri ve deri altı hasarı ortaya çıkar. Deri ve deri altı hasarı bir süre sonra yatak yarasına dönüşür. Hastanın yatış veya oturuş pozisyonuna ve vücut ağırlığına göre yara oluşan bölgeler değişebilir. Çok uzun süre sırt üstü yatan hastalarda; baş, boyun, omuz, dirsek, kuyruk sokumu, kalça ve topuk bölgelerinde yaralar oluştuğu görülür. Yüzüstü yatan hastalarda ise; yüz omuz, leğen kemiği, diz ve bilek çıkıntılarında yaralar oluşabilir.

Yatak (Bası) Yaraları Kimlerde Görülür?

Bu tarz yaraların yaşlı hastalarda görülme ihtimali daha fazladır. Yatak yaralarının %72’si 70 yaş üzeri hastalarda görülür. Bu yaraların %96 ya yakın bölümü göbek altı bölgelerinde oluşan yaralardır. Yatağa bağlı hastalar haricinde hareket kısıtlılığı çeken aşırı şişman, aşırı zayıf, sinir hasarı oluşmuş kişiler yüksek risk grubundadır. Basıyı artıran nedenler arasında:

  • Dolaşım bozukluğu,
  • Sürtünmeler,
  • İdrar ter ve dışkının tenle teması,
  • Nem ve neme bağlı olarak enfeksiyon sayılabilir.

Yatak Yaralanmasına Engel Olma Yolları Nelerdir?

Yatak yarası oluşma ihtimali yüksek risk grubu hastalarda, yara açılması olasılığı olan bölgeler yakından ve sık sık izlenmelidir. Yatağa bağlı hasta sürekli bir şekilde izlenerek iki saati geçmeyecek bir şekilde farklı pozisyonlarda yatırılmalıdır. Oturabilen fakat ayağa kalkma zorluğu yaşayan hastalarda oturma süresinin 45 dakikayı aşmamasına özen gösterilmelidir. Hastanın altında çok fazla örtü olmamalı, örtülerin sentetik malzemeden olmamasına dikkat edilmelidir. Örtülerde kırışıklık ve kat bulunmaması gerekir. Yatak içinde hastanın pozisyonu değiştirilirken sürtünme olmamasına mümkün olduğunca özen gösterilmelidir.

Evde Yatak Yarası Bakımı Nasıl Yapılmalıdır?

Evde yatak yarası bakımı oldukça önemli bir konudur. Bu konuda eğitim görmüş kişilerden ve sağlık hizmeti veren güvenilir kurumlardan evde bakım hizmeti alınabilir. Evde yara bakımı yaparken;

  • Tedavi sürecini yakından takip eden, planlayan ve denetleyen bir hekim,
  • Yara bakımında uzman evde bakım doktoru ve bakım hemşiresi,
  • Yaraların tedavi ve pansumanı için hemşire ve tıbbi asistanlar,
  • Hareketliliğin sağlanabilmesi ve devamı için fizik tedavi uzmanı,
  • Hastanın beslenme ihtiyaçları için diyetisyen,
  • Cilt ve yara bakımında uzmanlaşmış dermatolog
  • Sinir cerrahi uzmanının ortak çalışma yürütmeleri gerekebilir.

Yatak yarası tedavisinde ilk yapılması gereken uygulamalardan birisi basıncın ve sürtünmenin azaltılmasıdır. Bu nedenle bazı stratejiler geliştirilebilir. Öncelikle hastanın sık pozisyon değiştirmesi sağlanmalıdır. Pozisyon değiştirme sıklığı hastanın üzerinde bulunduğu yerin durumuna ve kalitesine göre değişir. Hasta tekerlekli sandalyede oturuyorsa her 15 dakikada bir pozisyon değiştirmesi sağlanabilir. Hasta sürekli yatıyorsa 2 saatte bir hastanın konumu değiştirilmelidir.

Bası Yarası Kaç Evreye Ayrılır?

Bası yaraları dört ana vereye ayrılır. Bu evreler şunlardır:

  • Birinci evre: Ciltte kızarıklık oluşmaya başlamıştır. Dokunduğunuzda sıcaktır. Kaşıntı hissedilebilir.
  • İkinci evre: Renksiz bir görünümde ağrılı açık yaralar yada kabarcıklar gözlemlenir.
  • Üçüncü evre: Deri altı doku hasarına bağlı olarak krater benzeri görünüm ortaya çıkar.
  • Dördüncü evre: Ciltte ciddi enfeksiyon görülür. Kaslar kemikler hatta tendonların göründüğü olur.

Enfeksiyon görmüş bası yarasının iyileşmesi oldukça uzun sürer. Enfeksiyon vücudun farklı bölgelerine yayılabilir. İlerlemiş durumlarda yatak yarası akıntısı ile karşılaşılır.

Yatak Yarası Temizlik ve Bakımı Nasıl Yapılır?

Bası yarası için tedavi yaranın derinliğiyle doğrudan alakalıdır. Yara temizliği ve pansuman yaparken şu yollar izlenir;

  • Temizlik: Cilt ciddi hasara uğramışsa hassas bir biçimde temizlenip, yıkanarak kuru kalması sağlanmalıdır. Her giysi değişikliğinde yaralar su ve tuzlu su ile temizlenmelidir.
  • Bandaj yerleştirmek: Bandaj yarayı temiz ve nemli tutarak iyileşme sürecini hızlandırır. Ayrıca enfeksiyona karşı koruyucu kalkan oluşturur. Bandaj sayesinde yaranın çevresi kuru kalır.
  • Hasarlı dokuların çıkarılması: Yaranın daha hızlı ve düzgün bir şekilde iyileşebilmesi için; ölü, hasar görmüş ve enfekte olmuş dokulardan temizlenmesi gerekir. Hasarlı dokunun çıkarılması sinir cerrahı, ortopedik cerrah veya plastik cerrah tarafından gerçekleştirilir.

Bası Yarası Tedavisinde Uygulanacak Diğer Yöntemler Nelerdir?

  • Ağrı yönetimi: Yaralar hastadan hastaya değişen şiddette ağrıya sebep olabilir. Bu ağrılar hekim gözetiminde ağrı kesici ilaçlar ve kremlerle en aza indirilir.
  • Antibiyotikler: Enfekte olmuş yaralarda hekim tarafında verilen antibiyotik türü ilaçlar tedaviye yardımcı olur.
  • Sağlıklı beslenme: Bası yaralarının iyileşmesini hızlandırmak amacı ile doktorunuz vitamin, mineral ve zengin kalori içeren diyetler önerebilir. Ayrıca sıvı desteği içeren protein diyeti önerebilir.
  • İdrar ve dışkı kaçırma: Mesane bağırsaklardan kaynaklanan bu problemler deride bakteri oluşmasına ve nemlenmeye sebep olur. Bu da enfekte olma ihtimalini artırır. Tuvalet ihtiyacının giderilmesinde hastaya yardımcı olunarak hassas bölgelerin temizliği ve kuruluğu sağlanır. Doktor gerekli görürse hastaya idrar sondası takılabilir.
  • Kas spazmının giderilmesi: Spazma bağlı olarak sürtünme ve zedelenmeler artacağından yaraların kötüleşmesine sebep olur. böyle durumlarda kas gevşetici ilaç verilebileceği gibi hastanın durumuna göre egzersiz de uygulanabilir.
  • Negatif basınç tedavisi: Su tedavi temiz yaraya negatif basınç (emme fonksiyonu) uygulayan cihaz vasıtasıyla yapılır. Negatif basınç tedavisi iyileşme sürecini hızlandırır.
  • Bası yaraları tedavisi: Yaranın büyüklüğüne, yaranın oluştuğu bölgeye, ve oluşma sebeplerine göre ayrı değerlendirilip uzman hekim ve sağlık personeli tarafından hastaya özel olarak planlanmalıdır. Yaranın temiz enfeksiyondan uzak tutulması iyileşme sürecinde en önemli etkendir. Sürecin kısa sürede tamamlanıp hastanın sağlığına bir an kavuşabilmesi için evde bakım hizmetlerinden yararlanılmalı tedaviyi eğitimli ve uzman kişilerin yapması sağlanmalıdır.

 

CategoriesGenel

Uyku Bozukluğu Hemşire Bakım Planı

Uyku bireyin geceyi dinlenerek, fizyolojik ve psikolojik olarak yenilenerek geçirdiği dinlenme halidir. Her yaştaki birey için uyku hem fiziksel hem de ruhsal sağlık için son derece önemlidir. Her ne kadar uyku süresi yaşa, sağlık durumuna, yaşam ortamı koşullarına bağlı olarak değişse de, uykuda geçirilen sürenin uyku kalitesi bakımından verimli olması öncelikli konudur. Uykunun belli periyotları vardır, kaliteli uykuda bu periyotlar olması gereken sürelerde ve dinlendiren şekilde tamamlanır. Uyku bozukluğunda ise verimli dinlenme hali gerçekleşmediği için, kişi belirlenmiş ortalama uyku sürelerinde uyusa bile uyanmakta sorun yaşar, uyandığında kendini yorgun ve halsiz hisseder. Öyle ki gündelik işlerini gerçekleştirmekte bile sorun yaşar. Konsantre olmak sıkıntılı bir hal alır.

Uyku Bozukluğu Belirtileri Nelerdir?

Uyku bozukluğu  fizyolojik ve psikolojik sorunlara bağlı olarak ortaya çıkar. Uyku bozukluğu genetik kökenli sorunlar, fizyolojik veya psikolojik rahatsızlıklar, farklı iş koşulları ya da alışkanlıklara bağlı olarak gelişebildiği gibi, nedeni tespit edilemeyen durumlarda da gelişebilmektedir. Bir kişide uyku bozukluğu varsa bunu gösteren bariz belirtiler vardır. Bunlar kısaca; uyuyamama, aşırı uyku hali, gece sık tuvalete çıkma, gece terlemesi, uykuda horlama, uykuda ağız kuruması, burun tıkanıklığı, reflü, uykudan uyanmada zorlanma, yorgun kalkma, gün içinde zamansız uyuklama, konsantrasyon eksikliği, çabuk yorulma, çabuk sinirlenme, unutkanlık, cinsel isteksizlik olarak özetlenebilir. Bu belirtilerden birkaçı kişide varsa, kişide uyku bozukluğundan bahsetmek mümkündür.

Uyku Bozukluğu Nasıl Teşhis Edilir?

Uyku bozukluğuteşhisi  alanında uzman hekimler tarafından sağlık merkezi ve hastanelerde yapılır. Bu merkezlerde gece uykusunu geçiren kişiye uyumadan önce belli vücut bölgelerine takılan elektrotlarla baş ve vücut sinyalleri alınır. Uykuda gerçekleşebilen anormal belirtiler bu sayede uyku odasının arka bölümündeki laboratuvardan izlenir. Uyku süresi bitiminde analiz edilen bilgilere göre uyku bozukluğu teşhisi edilir, ayrıca uyku bozukluğunun bağlı olduğu nedenler de tespit edilir. Alınan sonuçlara göre tedavi aşamasına geçilir. İleri tetkik gerektiğinde ise gelişmiş MR teknikleriyle beyin MR’ı uyku halinde alınarak, uyku bozukluğunun nedeni tespit edilir.

Uyku Bozukluğu Çeşitleri Nelerdir?

Uykunun kalitesine göre çeşitli uyku bozukluğu seviyeleri vardır. Uyku bozukluğu çeşitleri şunlardır:

  • İnsomnia: Uykusuzluk, uykuya dalamama, uykunun sık sık bölünmesi, çok erken kalkma şeklinde kendini gösteren bir uyku bozukluğudur. Belli nedenlere ve stres bağlı olarak akut olabileceği gibi, bir aydan daha uzun süreli bu şikayetlerin olması sonucu kronik uykusuzluk halinden söz edilir.
  • Aşırı Uykululuk-Hipersomnia: Aşırı uyuma isteği olarak tanımlanan bu rahatsızlıkta, kişi 7 saat kesintisiz uyusa bile yorgun ve isteksiz kalkar. Aynı zamanda gün içerisinde farklı zamanda uyuma ihtiyacı hisseder.
  • Uykuda Solunum Bozukluğu: Uykuda horlama, nefes alamama ya da nefes durması, sık tuvalet ihtiyacı, terleme şeklinde ortaya çıkan bir tablodur. Bir diğer adı uyku apnesidir. Uykuda ölüme neden olabilecek kadar ciddi sonuçları olabilmektedir.
  • Uykuda Periyodik Uzuv Hareket Tekrarlaması: Uykuda istemsizce kasların gerilmesi, çekilme hissi, bacaklarda görülen istemsiz hareket artışı, kollarda, ellerde olan istem dışı hareketler ile kendisini gösteren huzursuz bacak sendromu da denen uyku bozukluğu türüdür. Hastalar ne kadar uyusalar da dinlenmemiş, halsiz, huzursuz kalkarlar.
  • Uyku Fazı Bozukluğu: Var olan biyolojik saatimizin yardımıyla gündüz ve gece beden hareketliliği belirlenmiş durumdadır. Ancak bazı kişilerde gündüz yoğun uykululuk hali, gece ise uyanıklık durumu vardır. Bazen genetik olan bu durum, bazen de olumsuz çalışma saatleri, olumsuz sosyal koşullar nedeniyle bozulan gündelik işleyiş sonucunda oluşur.

Uyku Bozukluğu Hemşire Bakım Planı Nedir?

Yatağa bağımlı hastalarda hasta bakıcısı ya da hemşire aracılığıyla bakım hizmeti sırasında hastalığı tedavi edici, hastayı iyileşmeye yönlendirecek yöntemler uygulanmalıdır. Diğer hastalarda da belli dönem bakım hizmeti alınıyorsa, aynı şekilde uyku bozukluğunu tedavi edici yöntemlerin hastaya uygulanması gerekebilir. Bu rahatsızlığı hafifleten, etkilerini azaltan yöntemler bir plan dahilinde hastaya uygulanır. Bu plana uyku bozukluğu hemşire bakım planı adı verilir. Alanında uzman hekimler tarafından oluşturulan plan, hemşireler tarafından uygulanır.

Uyku Bozukluğu Hemşire Bakım Planında Yer Alan Yöntemler Nelerdir?

  • Uyku bozukluğu olan hastanın öncelikle buna neden olan alışkanlıkları, aldığı ilaçlar gibi etkenler tespit edilir.
  • Uyku bozukluğuna etki eden faktörler azaltılır. Örneğin hastanın bulunduğu ortamda gürültü varsa, gürültü azaltılır. Aldığı ilaçlar uykusuzluk yapıyorsa doktor kontrolünde ilaç dozları ayarlanır, ilaç alım saatleri değiştirilir, doktorunun onayıyla alternatif ilaç tercihi yapılması sağlanır.
  • Uykusuzluğa neden olan çevresel ve kişisel etkenler kontrol altına alınır. Hastanın yattığı odanın ışığı loş hale getirilir.
  • Hastanın uyku öncesi sıvı alımı sınırlandırılır. Hastanın yemek yeme saatleri hastanın uykusuna engel olmayacak şekilde düzenlenir. Uyku saatleri öncesi hafif yiyecekler tüketmesi sağlanır.
  • Hasta odasındaki sıcak veya soğuk ortam uykunun bölünmesine neden olacağından, hastanın yattığı odanın ısısı ideal seviyede tutulmaya çalışılır.
  • Hastaya bağırsak problemlerini azaltacak şekilde yemek menüsü hazırlanır.
  • Hastanın oda ve yatak temizliğine özen gösterilir.
  • Odanın havalandırılmasına dikkat edilir. Uykuya dalmaya yardımcı aktiviteler hastaya benimsetilir.
  • Yatmadan önce hafif, dinlendirici müziklerin hastaya dinletilmesi, hastaya kitap okunması veya hastanın kitap okumaya yönlendirilmesi gereklidir.
  • Hastanın uyku saati öncesinde çay, kahve gibi uyarıcı maddeleri tüketmesinin engellenmesi önemlidir.
  • Hastanın hareketli aktiviteleri ya da egzersizleri uykudan en az 2 saat öncesinde kesmesi gereklidir.
  • Hastayla stresli ruh halini dağıtacak, stresini azaltacak görüşmeler, sohbetler yapılmalıdır. Hastaya yatmadan belli bir süre öncesinde doktorunun önerdiği dozlarda yatıştırıcı, sakinleştirici türevli ilaçlardan verilebilir.
  • Tercih edilecek yöntem kesinlikle uzman hekim tarafından hastanın durumuna göre belirlenmelidir. Bu yöntemin uygulanması ise konusunda tecrübeli hemşire ya da sağlık personelleri tarafından yapılmalıdır.
Kapat
Add to cart
Görüşmeyi Başlat
Canlı Destek
Canlı Destek - Evde Sağlık
Merhaba,
Size nasıl yardımcı olabiliriz?