Egzama
CategoriesGenel

Egzama Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Birçok nedene bağlı olarak ortaya çıkan egzama, cildi kurutarak kaşıntıya ve su kabarcıklarına neden olmaktadır. Kesin bir nedeni olmayan egzamayı tedavi edebilmek için sorunun kaynağının belirlenmesi gerekmektedir. Yaşam konforunu bozan egzama, kış aylarında nem oranının düşmesi ve soğuk nedeniyle daha çok artış göstermektedir. Memorial Kayseri Hastanesi Dermatoloji Bölümü’nden Uz. Dr. Ayşe Gökçe Tümtürk, egzamanın belirtileri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.

Egzama nedir?

Tıbbi adı “dermatit” olan egzama cildi kurutan, kaşıntı ve kabarcıklarla kendini belli eden bir deri hastalığıdır. Toplumda çok sık görülen ve değişik tipleri olan egzama, birden fazla sebebe bağlı olarak görülebilmektedir.

Egzama neden olur?

Egzamanın en önemli nedenleri alerjik reaksiyon, ciltteki kuruluk ve strestir. Ayrıca uygun olmayan sabunların kullanılması, ortamdaki toz ve bazı kimyasalların deriyle teması egzamaya neden olabilmektedir. Ancak egzamanın kesin nedeni tam olarak bilinmemekte, bünyesel uygunluğun da etkisi olduğu düşünülmektedir

Egzama kimlerde daha çok görülür?

Ev kadınları, kuaförler, temizlik işiyle uğraşanlar ile meslekleri gereği ciltleri kimyasallara maruz kalanlarda daha çok görülmektedir.

Egzamanın çeşitleri var mı?

Nedeni birden fazla olan egzamanın birçok çeşidi bulunmaktadır.

 

Atopik egzama: Bebeklik egzaması olarak da bilinen atopik egzama bebeklik döneminde ortaya çıkar.  Her 5 yeni doğandan biri atopiktir. Çocukların % 50’si 6 yaşına geldiğinde, geri kalan %50’nin % 40’lık kısmı ise ergenlik döneminde kaybolur. Çocukların % 10’unun da ise egzama ömür boyu kalır. Atopik dermatitli çocuklar huzursuz ve sinirlidir çünkü kaşıntının sık tekrarı çocuğu ciddi anlamda huzursuz eder. Egzama doğumdan sonra ilk 3 ayda yüzde başlayarak kol ve bacaklar ile tüm vücuda yayılmaktadır. Özellikle çocukluk döneminde kollar ve bacakların iç kısmında görülebilmektedir. Yetişkinlikte ellerde, göz kapaklarında, kulak memesinde kızarıklıkla başlamakta; pullanma, kuruluk ve kaşıntıyla daha belirgin hale gelmektedir.

 

Asteatotik egzama: Yaşlılarda çok sık görülen asteatotik egzama, sık duş alınması nedeniyle ciltteki yağ miktarının azalması ve derideki kuruluk nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Bacakların ön yüzü ile kollar ve tüm vücutta görülebilmektedir. Deri zamanla çatlayabilmekte ve kaşıntı ile kuruluk bu tabloya eşlik etmektedir.

 

Seboreik dermatit: Kronikleşen seboreik egzama; kaş, yanak, saçlı deri, kulak içi, burun kıvrımları gibi cildin yağlı olduğu bölgelerde görülür. Bahar ve kış aylarında alevlenen seboreik egzama, kulak egzaması olarak da bilinmektedir. Bağışıklık sistemini baskılayan ilaçların kullanılması ve stres seboreik egzamaya neden olabilmektedir. Çocukluk çağında ortaya çıktığında ise lenf bezlerinde şişmeye ve enfeksiyona yol açabilmektedir. Fiziksel ve ruhsal stresler tüm egzemalar gibi seboreik egzemayı da arttırır.

 

Numuler egzama: Kol ve bacakla ile ellerde görülen küçük yuvarlak şekli olan numuler egzama, yetişkinlerde ve yaşlılarda görülebilmektedir. Zamanla kronikleşen ve küçük kabarcıkların birleşmesiyle belirgin hale gelen numuler egzama, aşırı derecede kaşıntıya neden olmasıyla bilinmektedir. Bu egzamayı genelde vücuttaki enfeksiyon tetikleyebilmektedir. Akut dönemde kabuklanma ve kızarıklık seviyesi yüksek olabilmektedir.

 

Kontakt egzama: Cildin bazı maddelere karşı sürekli maruz kalmasıyla başlayan, zamanla kronikleşen kontakt egzama, kızarıklık ve kaşıntıya neden olmaktadır. Makyaj malzemeleri, saç boyaları, bazı parfümler, geçici dövmeler ile bazı temizlik amaçlı kullanılan kimyasal maddelere karşı cildin verdiği reaksiyon sonucunda başlamaktadır.

 

Gravitasyonel egzama: Yaşlılar ile ayakta uzun süre kalmak zorunda olanlarda görülen gravitasyonel egzama, bacaklarda varislerin kan dolaşımın bozmasıyla ortaya çıkmaktadır. Kanın akışkanlığını kaybederek damarlarda birikmesi ve basıncın artması deriyi olumsuz yönde etkilemektedir. Bacaklardaki kaşıntıyla ortaya çıkan gravitasyonel egzama; kızarıklık ile su toplanmasıyla sonuçlanmaktadır. Genelde yeni doğum yapmış kadınlarda görülebilmektedir.

Egzamanın belirtileri nelerdir?

  • Vücudun çeşitli yerlerinde orta çıkan kızarıklıklar,
  • Cildin kuruması nedeniyle belirginleşen kaşıntı,
  • Bölgenin özellikle geceleri kaşınması sonucunda cildin gerginleşerek çatlaması,
  • Zamanla ortaya çıkan küçük ve içi sıvı dolu kabarcıklar,
  • Ciltte başlayan döküntüler ve kabuklardır.

 

Egzama eller, ayaklar, bacaklar ve saç diplerinde; kızarıklık, kaşıntı, pullanma, yanma hissi gibi belirtilerle ortaya çıkar. Derideki kuruluk ilk belirtilerdendir. Egzamalı bölge kaşındıkça tablo daha da ağırlaşmaktadır. Belirtilerin birbirini takip etmesi kaşımaya bağlı olarak devam etmekte, kısırdöngü nedeniyle şikayetler yenilenmektedir.

Egzamanın teşhisi nasıl konur?

Öncelikle dermatoloji hekimlerinin fiziki muayenesiyle teşhis konulabilmektedir. Teşhisi netleştirebilmek için yama testi( patch)  yapılır. Şüpheli hastaların sırtına alerjen maddelerin düşük konsantrasyonları yapıştırılır. 48 ile 72 saat arasında deriyle temas eden alerjen maddelere cildin verdiği tepki ölçülür. Test süresince şüpheli kişinin duş almaması, terlemeye neden olabilecek aktivite yapmaması gerekir.  Alerji ilacı bu dönemde kullanılmaz test negatif çıkar. Bu sürenin sonunda test yapılan bölgede kızarıklık, kabarma ve sulanma varsa sürülen maddenin alerjik etkisi olduğu ortaya çıkacaktır.

Egzamanın tedavisi nasıl yapılır?

Egzamanın kesin bir tedavisi bulunmamaktadır. Egzamanın tedavisinde bu soruna neden olan etkenlerden uzak durmak yapılacak ilk iştir. Cildin hangi maddeye karşı reaksiyon geliştirdiği belirlenmeli, kaynağa yönelik tedavinin ilk adımı atılmalıdır. Tedavide kortizon dışı bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlar, cildi rahatlatan pansumanlar ve lokal kortikosteroidli pomadlar kullanılmaktadır. Nötral sabunlar, bariyer kremleri, nemlendiriciler ve egzama şampuanları rahatlama sağlayacaktır.

Egzamanın bitkisel tedavisi var mı?

Egzamanın yok olması için işe yarayan bir bitkisel tedavi bulunamamaktadır. Tamamlayıcı tıpta kullanılan bitkiler sorunun kaynağını çözmekten çok destek amaçlı kullanılır. İnternet ve aktarlardan satın alınan bitkilerin kullanılmadan önce uzman bir hekime danışmak gerekir. Çünkü fitodermatit denen bitkisel egzama da sorun olmaktadır. Bu sorun nedeniyle şikayetlerde artma olmaktadır.

Egzamandan korunmak için ne yapılmalı?

  • Egzamaya aday olan kişilerin bulundukları ortam yeterli nem ve ısı oranına sahip olmalıdır.
  • Ortamlar sık sık havalandırılmalıdır.
  • Duş alma sıklığı mevsime göre ayarlanmalı, günlük banyo yapılmamalıdır. Banyoda cildi tahriş edecek kese ve lifler kullanılmamalıdır. Su kesinlikle çok sıcak olmamalıdır. Banyodan sonra uygun nemlendirici ile tüm vücut nemlendirilmelidir.
  • Duşta ve günlük el-yüz yıkamada nötr sabunlar kullanılmalıdır.
  • Bağışıklık sistemini destekleyen gıdalar tüketilmeli ve düzenli spor yapılmalıdır.
  • Egzamaya neden olan alerjen mutlaka kullanılacaksa, teması engelleyen eldivenler tercih edilmelidir.
  • İçinde toz barındıran halı ve battaniye gibi eşyalar uyuma saatlerinde yatak odasında bulundurulmamalıdır.
  • Günlük olarak yeterli miktarda su tüketilmelidir.

SIK SORULAN SORULAR

Egzamanın sebepleri neler olabilir?

Egzamanın kaynağı olan yaşam tarzı, genetik nedenler ve stres olabilmektedir. Egzamanın çeşidine göre oluşum nedeni farklılık göstermektedir. Su, sabun, deterjan, kullanılan diğer kimyasal maddeler, tozlu ortamlar egzamaya neden olabilmektedir.

Egzama ilk olarak neden ellerde başlar?

Alerjik nedene bağlı olan egzama söz konusu olduğunda vücudun alerjenle temas etti başlangıç noktası ellerdir. Temas devam ettiği sürece ellerdeki egzama yok olmayacaktır.

Egzama kaşıntısı nasıl geçer?

Kızarıklıkla başlayan bölgenin kaşınması kanama, iltihaplanma ve ağrıya neden olabilmektedir. Uzman hekimin vereceği tedaviyle kaşıntı ve diğer şikayetler azalacaktır.

Egzama ve sedef birbirine benzer mi?

Ciltteki tahriş nedeniyle egzama ve sedef hastalığı genelde karıştırılmaktadır. Belirtileri de benzeyen bu iki sorunun tedavi aşamasına geçilmeden doğru teşhis edilmesi gerekir. Sedefte de egzamada olduğu gibi kaşıntı olabilir ancak daha hafiftir ve ancak başlangıçta sulantı görülmemektedir.

Egzama bulaşıcı mıdır?

Egzama kesinlikle bulaşıcı bir hastalık değildir.

Egzama saçlı deride görülür mü?

Saçlı deride egzama görülebilmektedir. Deride kabuklanma ve pul pul dökülmeler olabilmekte, kaşımaya bağlı olarak yaralar ortaya çıkabilmektedir. Yaz aylarında hafifleyen sorun kışın daha çok artabilmektedir.

Egzamayı maskeler artırır mı?

Koronavirüs pandemisi nedeniyle hayatın vazgeçilmez bir parçası olan maskeler, egzamayı alevlendirebilmektedir. Maskeyi devamlı takmak ve uygun maske kullanmamak nem ve sıcaklık dengesini bozarak yüz bölgesindeki egzamayı artırmaktadır.

kemoterapi-nedir-hangi-siklikla-ve-ne-kadar-sureyle-uygulanir
CategoriesGenel

Kemoterapi Nedir? Hangi Sıklıkla ve Ne Kadar Süreyle Uygulanır?

Vücutta kontrolsüz bir şekilde büyüyen ve çoğalan kanser hücrelerini yok etmek için kullanılan önemli tedavi yöntemlerinden biri de kemoterapidir. Kemoterapi ilaçlarının kullanım süresi ve dozajı tıbbi onkoloji uzmanları tarafından ayarlanmaktadır. Olası yan etkilerin azaltılabilmesi için bu ilaçların konusunda deneyimli hekimlerin kontrolünde verilmesi gerekmektedir. Kemoterapi süresinde hastanın doktorunun tavsiyelerine harfiyen uyması da çok önemlidir. Memorial Kayseri Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Veli Berk, kemoterapi tedavisi hakkında bilgi verdi

Kemoterapi nedir?

Kanserin ilaçlarla tedavi edilmesi anlamına gelen (sitotoksik) kemoterapide amaç, kanserli hücrelerin büyümesini ve çoğalmasını engellemektedir. Kontrolsüz bir şekilde çoğalan kanserli hücreler hasara uğratılarak büyümeleri durdurulmaktadır. Ayrıca klasik kemoterapiler tek başına ve diğer ilaçlarla birlikte kullanılarak etkileri artırılmaktadır.

Kemoterapinin amacı nedir?

Kemoterapi ile yapılacak tedavide kanserli hücrelerin tipi ve yaygınlığı önemlidir. Kemoterapi tedavisinde amaç;

  • Öncelikli olarak hastalığın yıkıcı etkisini azaltarak tedavi etmek.
  • Kanser hücrelerinin çoğalmasını ve yayılmasını yavaşlatarak hastalığın olumsuz etkilerini azaltmak.
  • Hastalık sonucu ortaya çıkan şikayetlerin etkilerini azaltarak, yaşam konforunu sağlamak.
  • Radyoterapi ve cerrahi sonrasında ortaya çıkabilecek kanserli hücrelerin tekrarlama riskini azaltmak.

Kemoterapi hangi hastalıklarda uygulanır?

Birçok kanser türünde hem hastalığı ortadan kaldırmak hem de ileri ki dönemlerde hastalığın tekrarlaması önlemek amacıyla uygulanmaktadır. Kanserin türüne ve evresine göre yapılacak kemoterapi tedavisinin tipi, süresi, dozları değişmektedir. Kemoterapi duruma göre hem tedavi etmekte hem de hastalık nedeniyle bozulan yaşam konforunu sağlamaktadır.

Kemoterapi ilaçları nerede nasıl uygulanır?

Kemoterapi ilaçları damardan ve ağızdan tablet şeklinde alınabilmektedir. Hastane ortamında damardan vücuda girmesi gereken kemoterapi ilacı seruma karıştırılarak, belli periyotlarda verilmektedir. Bazı kanser hastalarında bu süreç uzadığı için, hastaneye yatış yapılarak kemoterapi tedavisi uygulanmaktadır. Tedavinin tam donanımlı hastanelerde ve tıbbi onkoloji uzmanı hekim gözetiminde yapılması gerekmektedir. Öte yandan, damar yolunun çok fazla kullanılması nedeniyle, zamanla uygun damarı bulmada sorun ortaya çıkmaktadır. Bu durumda uzun süreli uygulanması gereken kemoterapi ilaçlarının vücuda verilebilmesi için “kateter” veya “port” diye tanımlanan cihazlar kullanılabilmektedir.

  • Ağızdan alınan kemoterapi ilaçları hap, kapsül veya solüsyon olarak alınabilmektedir.
  • Damar yoluyla vücuda alınan kemoterapi ilaçlar seruma karıştırılarak ya da doğrudan vücuda enjektör ile zerk edilmektedir. Bunun için kol ve el üstündeki damarlar kullanılmaktadır.
  • Ayrıca kemoterapi ilaçları enjeksiyon yoluyla kas içine (intramusküler) ya da cilt altına (subkutan) verilebilmektedir.
  • İlacın direk tümör dokusu içerisine uygulanması (intralezyoner) ve haricen cilt üstüne (topikal) olarak uygulanması da yapılabilmektedir.

 Kemoterapinin yan etkileri nelerdir?

Kanserli hücreleri azaltmak ve yok etmek için vücuda verilen kemoterapi ilaçlarının çok sayıda yan etkisi ortaya çıkmaktadır. Kanserli hücreleri yok ederken sağlıklı hücreler üzerinde olumsuz etkileri olabilmektedir. Yan etkiler ilacın tipine ve hastanın durumuna göre değişebilmektedir.

Bulantı ve kusma: Kemoterapi tedavisi gören kanser hastalarının en önemli şikayeti bulantı ve kusmadır. Tedavinin başlangıcında ve bitiminde görülebilen bulantı ve kusma, beslenme düzenini de bozabilmektedir. Bu iki şikayet etkin anti-emetik ilaçlarla baskılanabilmektedir.

Halsizlik: Kemoterapinin hemen ardından ortaya çıkan halsizlik, anemi yani kansızlığa ya da psikolojik çökkünlüğe bağlı olarak gelişebilmektedir. Halsizliğin sebebi kansızlık ise kan verilerek sorun çözülmeye çalışılmaktadır. Psikolojik nedenlere bağlı ortaya çıkan tükenmişlik sendromu ise terapi ile tedavi edilebilmektedir.

Kan değerlerinin düşmesi: Tedavi sürecinde beyaz ve kırmızı kan hücreleri ile trombosit değerlerinde düşme olabilmektedir. İlaçlar kemik iliğindeki kan yapımını baskılamaktadır. Özellikle kırmızı kan hücrelerinin azlığı nedeniyle halsizlik ve çarpıntı belirtileri ortaya çıkmaktadır. Beyaz kan hücrelerinin kanda yeterli miktarda olmaması nedeniyle de bağışıklık düşmekte ve kanser hastası enfeksiyonlardan çok kolay etkilenebilmektedir. Kanın pıhtılaşmasını sağlayan trombositlerin azlığı ise vücutta morarmalara, diş eti ve burun kanamalarına neden olabilmektedir.

Saç dökülmesi: Kemoterapi ilaçlarının bazılarının yan etkisi olarak ortaya çıkan saç dökülmesi geçici bir durumdur. Tedaviye başlanıldıktan 2-3 hafta sonra ortaya çıkan saç dökülmesinin miktarı kemoterapi ilacının tipine ve miktarına göre değişmektedir. Geçici olan bu yan etki tedavi bittikten 3-4 hafta sonra ortadan kalkmakta, saçlar yeniden çıkmaktadır.

Ağız yarası: Alınan ilaçlar nedeniyle ağız içinde yaralar oluşabilmektedir. Yaraların oluşmaması için ağız hijyenine dikkat edilmelidir. Dişler düzenli olarak fırçalanmalı, ağız içinde tahribat yapabilecek sıcak içecekler içilememelidir.

Tırnaklardaki ve ciltteki değişiklikler: Bazı kemoterapi ilaçları deride kızarıklık, soyulma ve kuruluğa neden olabilmektedir. Özellikle tırnaklar kolayca kırılabilmekte ve renk değişimi ortaya çıkabilmektedir. Bu sorunlar tedavi bittikten sonra kendiliğinden düzelecektir. Konuyla ilgili uzman hekimlerden destekleyici tedavi için yardım alınması gerekebilmektedir.

 

SIK SORULAN SORULAR

Kemoterapi ilaçlarının türleri nedir?

Kanser tedavisinde uzun süredir kullanılan ‘klasik kemoterapi’ ilaçlarının yanı sıra son yıllarda hedefe yönelik akıllı ilaçlar sayesinde başarı oranı artmaktadır. Akıllı ilaçlar sayesinde olası yan etkilerin sayısı da en aza inmektedir.

Kemoterapi ilaçları nasıl seçiliyor?

Kemoterapi ilaçları tümörün cinsi, durumu ve yaygınlığının yanı sıra hastanın yaşı ve genel sağlık durumuna göre belirlenmektedir. Özellikle ek hastalık ve sorunlar varsa (şeker, böbrek ve kalp hastalığı ile tansiyon sorunu) ilaç, tıbbi onkoloji uzmanı hekimin değerlendirmesinden sonra belirlenmektedir. İlaçların dozu ve uygulama zamanı belirlendikten sonra tedaviye başlanmakta, ortaya çıkan yan etkiler için tedavi protokolü değişebilmektedir. İlaçlar genellikle 3 ya da 4 hafta uygulanabilmekte, tedavi protokollerinde bir veya iki haftada bir uygulama yapılabilmektedir. Tedavinin düzenli ve yan etkilerinin minimum seviyede tutularak yapılması amaçtır. Kemoterapi alma zamanının düzenli olması gerekir. Tedaviler arasında zaman aralığının uzun olması nedeniyle bazı durumlarda tümörler büyümeye ve yayılmaya devam edebilmektedir. Bunun için tıbbi onkoloji hekiminin belirlediği periyotlarda tedavi gerçekleştirilmelidir.

Kemoterapi sürecinde beslenme nasıl olmalı?

Tedavi boyunca hastaların düzenli ve dengeli beslenmesi gerekir. Bu sürede kilo kontrolü sağlayacak diyet planı uygulanmalı, temiz karbonhidrat kaynaklarına ek olarak protein ağırlıklı beslenme esas olmalıdır. Bulantı ve kusma nedeniyle bu dönemde birçok hasta yeterli beslenemediği için kısır döngüye girmektedir. İlaçların yıkıcı etkisi nedeniyle zarar gören dokuların hızla iyileşmesini sağlayacak beslenme önemli bir konudur. Sağlıklı yiyecekler tercih edilmeli, sık beslenilmeli ve tüm besin öğeleri tercih edilmelidir.

 

  • Raf ömrü uzun endüstriyel ürünler yenilmemeli.
  • Mevsimde yetişen sebze ve meyveler tüketilmeli.
  • Isıl işlem görmüş sosis, salam ve sucuk tercih edilmemeli.
  • UHT tekniği ile hazırlanmış̧ uzun ömürlü süt ürünleri ve meyve sularından uzak durulmalı.
  • Aşırı şerbetli tatlılar yenilmemeli.
  • Greyfurt ve ısırgan otu kesinlikle tüketilmemeli.

Kemoterapinin yerine bitkisel tedavi uygulanabilir mi?

Son yıllarda kemoterapi ilaçlarına alternatif olduğu ileri sürülen bitkisel tedavilerle bütün kanser türlerinin tedavi edildiği iddia edilmektedir. Kemoterapinin vücuda zarar verdiği, bitkisel ilaçların ise hiçbir yan etkisinin olmadığı ileri sürülerek, kanser hastalarının tedavisi geciktirilmektedir. Kemoterapi ilaçları uzun yıllar test edildikten sonra kanser hastalarına uygulanmaya başlamıştır. Bitkisel ilaçların ise nasıl bir etki yaptığı halen bilinmemektedir. Bu konuyla ilgili yeterli sayıda bilimsel çalışma da bulunmamaktadır.

Kemoterapi alınırken nelere dikkat edilmeli?

Bağışıklık sisteminin düşük olduğu bu dönemde bazı tedbirler alınması gerekmektedir.

  • Meyve ve sebzeler iyice yıkanmalı, pastörize süt değilse uzun süre kaynatıldıktan sonra içilmelidir.
  • Virüs ve enfeksiyon nedeniyle hasta olan kişilerden uzak durulmalıdır. Mahrem mesafe kuralına uyulmalıdır.
  • Hijyen konusunda şüpheli olan restoran ve lokantalarda yemek yenilmemelidir.

Kemoterapinin çocuk sahibi olmaya etkisi var mı?

Kemoterapi tedavisi boyunca erkeklerde sperm sayısı azalmaktadır. Bazı durumlarda geçici ya da kalıcı kısırlık söz konusu olabilmektedir. Kadınlarda ise kullanılan ilaçlar nedeniyle yumurta rezervi düşebilmekte, hormonlar olumsuz etkilenebilmektedir. Bu olumsuzluklar nedeniyle gebelik planlanıyorsa tedaviden önce embriyo dondurma işlemi yapılabilir.

 

Kemoterapi tedavisi sırasında gebelik olursa süreç nasıl işler?

Kemoterapi tedavisi sırasında eğer gebe kalındıysa, kadınların kadın doğum uzmanlarına rutin kontrollerini aksatmaması önerilir. Doğumdan sonra kemoterapi tedavisi devam ediyorsa bebek emzirilmez.

Kanser tüm dünyada ve ülkemizde en yaygın hastalık ve ölüm nedenlerinden biridir. Kanserden ve diğer hastalıklardan korunmak için düzenli sağlık testlerinin yapılması çok önemlidir. Siz de linke tıklayarak sağlığınız için gerekli testleri evinizin konforunda yaptırabilirsiniz.

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/genel-saglik-tarama-paketi/

bel-soguklugu-gonore-nedir-belirtileri-ve-tedavi-yontemleri-nelerdir
CategoriesGenel

Bel Soğukluğu (Gonore) Nedir? Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Dünya genelinde ciddi sağlık sorunlarından biri olan bel soğukluğu ya da tıbbi adıyla üretrit, cinsel yolla bulaşan bir enfeksiyon türü olarak bilinmektedir. Sık bilinen bulaş yolu cinsel temas olan bu hastalık Neisserria gonorrhoeae ve clamidya isimli bakterilerin cinsel ilişki esnasında semen ve vajinal sıvılar yoluyla bulaşması ile yaygınlaşmaktadır. Yayılımı hızlı ve kolay olan bu hastalık bazen belirti göstermemektedir. Gonokokal enfeksiyonlar şeklinde görülen bu hastalığa erkeklerde daha sık karşılaşılmaktadır. Memorial Dicle Hastanesi Üroloji Bölümü’nden Op. Dr. Kemal Ertaş, bel soğukluğu ve bilinmeyenleri hakkında bilgi verdi.

Bel soğukluğu nedir?

Bel soğukluğu cinsiyet ayrımı yapmaksızın kadın ve erkeklerde görülmektedir. Ancak yapılan araştırmalarda bel soğukluğunun erkeklerde görülme sıklığı kadınlara oranla oldukça fazla olarak tespit edilmiştir. Özellikle 15-24 yaş arası gençlerde görülmektedir. İleri yaş için ise yıllık taramaların yapılması önerilmektedir. Neisserria gonorrhoeae, clamidya bakterilerinin neden olduğu bel soğukluğu en sık cinsel organ, idrar yolu, rektum veya boğazı etkilemektedir. Kadınlarda, rahim ağzına da bulaşabilmektedir. Gebelerin enfekte olması durumunda bebekler doğum esnasında enfekte olabilmektedir. Bebeklerde ise gonore yani bel soğukluğu en sık gözü etkilemektedir.

Bel soğukluğu bulaş yolları nelerdir?

Bel soğukluğu bakterileri en sık oral, anal veya vajinal ilişki dahil olmak üzere cinsel temas sırasında bulaş göstermektedir. Gonore ile enfekte hamile kadın doğum sırasında bebeğe hastalığı bulaştırabilmektedir. Gonore çok sayıda partner ve korunması cinsel ilişkiye bağlı kolaycı yayılım göstermektedir. Kolayca yayılım göstermesinin nedenleri arasında bu sağlık probleminin semptom göstermemesi kaynaklıdır. Bilinenin aksine öpme, sarılma ya da  tokalaşma ile bulaş göstermemektedir.

Bel soğukluğu belirtileri nelerdir?

Etken vücuda girdikten sonra 4 ila 6 gün arasında kuluçka süresi bulunmaktadır. Kuluçka dönemi sonrası belirtiler ortaya çıkmaktadır. Ancak bel soğukluğu kimi zaman belirti göstermemektedir. Belirti verdiğinde ise çoğunlukla cinsel organlarda gözle görülen septomlar görülmektedir. Erkeklerin yüzde 10’unda hiçbir belirti görülmemektedir. Erkeklerde en sık görülen belirtiler şu şekilde sıralanabilir;

  • İdrar yaparken ağrı ve yanma,
  • Penisten beyaz, sarı ya da yeşil renkte akıntı,
  • Penis ucunda kızarıklık
  • Bağırsak hareketleri, rektal akıntı veya kabızlık ile ağrıya neden olabilir.
  • Nadiren testislerde ağrı ya da şişlik şeklinde görülmektedir.

Bel soğukluğu kadınlarda ise çoğunda herhangi bir belirti göstermez ya da belirtiler vajina, idrar yolları enfeksiyonları ile karıştırılabilmektedir. Kadınlarda en sık görülen belirtileri şu şekilde sıralanabilir;

  • Vajinal akıntı
  • İdrar yaparken ağrı ve yanma hissi
  • Dış genital bölgede kaşıntı
  • Adet dönemi dışında vajinal kanama
  • Özellikle cinsel ilişki sonrasında kanama
  • Cinsel ilişki sırasında acı hissetme ve pelvik bölgede (alt karın ) ağrı görülebilir.

Vücudun diğer bölgelerinde bu enfeksiyonun yol açabileceği belirtiler şunlardır:

  • Makat bölgesinde kaşıntı, akıntı, tuvalet kâğıdında görülebilen kırmızı lekelenme,
  • Gözlerde ağrı, ışığa hassasiyet ve gözlerin biri ya da ikisinden iltihaplı akıntı görülebilir,
  • Boğaz ağrısı, kasıkta veya boyundaki lenf bezlerinde şişlik görülebilir,
  • Eklemlerden bir veya bir kaçını etkileyebilir.
  • Enfekte olan eklemlerde kızarıklık şişlik ve ağrı olabilir.

Bel soğukluğu tanısı nasıl konulur?

İdrar testleri ile üretredaki bakteriler belirlenerek gonore yani bel soğukluğu tanısı konulmaktadır. Kesin tanı için erkeklerde idrar kanalından, kadınlarda ise rahim ağzından örnek alınmaktadır. Aynı zamanda kadınlar için bel soğukluğu tanısını yardımcı evde test kitleri bulunmaktadır. Bazı durumlarda ise rektum ya da boğazdan örnek alınabilmektedir. Bel soğukluğu hastalarının yüzde 40’ında klamidya enfeksiyonu görülmektedir. Bel soğukluğunun tespit edildiği durumlarda uzman hekim cinsel yolla bulaşan enfeksiyonların tümünün tespiti için test isteyebilmektedir.

Bel soğukluğu tedavisi nasıl sağlanır?

Genellikle yetişkinlerde bel soğukluğu tedavisi antibiyotikler ile sağlanmaktadır. Uzman hekim tavsiyesi doğrultusunda kullanılacak antibiyotikler oral yollar ya da iğne yardımı ile alınmaktadır. Ancak bel soğukluğu farklı organlara ya da idrar yollarında hasara neden olmuş ise farklı tedavi seçenekleri doğmaktadır. Kesin tanı sonrası tedavi sürecinde partner eşliğinde tedavi süreci gerçekleşebilmektedir. Bazı durumlarda semptom göstermemesine bağlı çiftlerden birinde görülmesi durumunda partnerin de test yaptırması gerekmektedir. Yayılımı basit olan bel soğukluğunda tedbir amaçlı yapılacak test sonuç çiftlerin pozitif çıkması durumunda tedavi sağlanarak bulaş riski azaltılmaktadır. Bel soğukluğu tespit edilen anneden doğmuş bebeklerde gözlerdeki enfeksiyonu önlemek için göze ilaç tedavisi uygulanmaktadır. Enfeksiyon şiddetine göre hekim onayı ile oral yollardan antibiyotik verilebilmektedir.

Bel soğukluğunun tedavisi sağlanmazsa ne olur?

Üreme sağlığını olumsuz etkileyen bel soğukluğu ciddi sağlık problemlerinin arasında bulunmaktadır. Tedavisi sağlanmadığı takdirde cinsiyet ayrımı olmaksızın farklı organlara ve idrar yollarına zarar vermektedir. Kadınlarda pelvik inflamatur hastalık (PID) oluşmasına bağlı tüplerde yapışıklık ve tıkanıklık, infertilite (kısırlık), uzun dönemli kasık ve karın ağrılarıyla sonuçlanmaktadır. Erkeklerde testislerin bağlı olduğu tüplerde ağrı ve nadiren kısırlık ile sonuçlanabilmektedir. Tedavisi sağlanmayan gonore halk tabiriyle bel soğukluğu kan ve eklemlere yayılabilmektedir. Bu durum hayati önem arz etmektedir. Bel soğukluğu tedavisi sonrası korunmasız cinsel ilişki ile tekrar hastalığa yakalanma riski yüksektir.

Bel soğukluğu korunma yolları nelerdir?

Korunma yollarının başında cinsel ilişki esnasında korunma yöntemlerinin kullanılması bulunmaktadır. Bazı korunma yöntemleri şu şekilde sıralanabilir;

  • Tek eşlilik enfeksiyon riskini azaltır.
  • Düzenli gonore taraması yapılmalıdır.
  • Vajinal, oral ve anal vb. tüm cinsel ilişkilerde kondom kullanılması
  • Kondomun yırtılmamasına ve doğru şeklide kullanılmasına özen gösterilmesi,
  • Çiftlerin cinsel yolla bulaş sağlamış enfeksiyonlar hakkında bilgi sahibi olması,
  • Cinsel yollarla bulaşan enfeksiyon belirtilerine sahip olmak ya da partnerin sahip olması durumda (idrar esnasında acı, genital bölgede kızarıklık ya da siğille) tedavi sağlanana dek cinsel ilişkiden kaçınmak.

Bel soğukluğu cinsel isteksizlik yapar mı?

Cinsel yollarla bulaş sağlayan bazı sağlık problemleri tedavi sonrası tekrar yakalanma riski ve korkusu nedeni ile cinsel işlev bozukluklarıyla sonuçlanabilmektedir. Aşırı kaygı ve paniğe bağlı yaşanacak sertleşme, erken boşalma ve isteksizlik gibi problemlerde psikolojik destek alımı sağlanabilir.

Bel soğukluğu gebeliğe engel midir?

Bel soğukluğuna bağlı infertilite  (kısırlık) görülebilmektedir. Üreme fonksiyonlarında işlevsel bozukluğa neden olan bel soğukluğu yumurtalıkları rahime bağlayan tüpleri enfekte ederek gebeliğe engel olabileceği gibi ani bebek kayıplarına düşüğe neden olabilmektedir. Dış gebelik riskini arttıran sağlık problemlerinin arasında bel soğukluğu bulunmaktadır.

Siz de genel sağlığınız ile ilgili risklerinizi bilmek ve bu konuda gerekli testlerinizi yaptırmak istiyorsanız linke tıklayabilirsiniz.

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/genel-saglik-tarama-paketi/

anksiyete-belirtileri-nedir-tani-ve-tedavi-yontemleri-nelerdir
CategoriesGenel

Anksiyete Belirtileri Nedir? Tanı ve Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

Anksiyete ya da kaygı, kötü bir şey olacağından endişelendiğimiz zaman ortaya çıkan nedensiz bir korku ve tedirginlik hali olarak tanımlanmaktadır. Genellikle bilinmeyen bir tehdide verilen duygusal bir yanıt olabilmektedir. Ancak günlük hayatı önemli düzeyde olumsuz etkilemektedir. Memorial Bahçelievler Hastanesi Psikoloji Bölümü’nden Uz. Psi Ayşe Burcu Durak, anksiyete hakkında bilgi verdi.

Anksiyete nedir?

Kaygı, endişe ya da anksiyete, hoş olmayan bir iç çatışma durumu ile karakterize edilen, sıklıkla ileri geri ilerleme gibi sinirsel davranışların eşlik ettiği bir duygu. Bu durum, beklenen olaylar karşısında öznel olarak hoş olmayan dehşet duygularıdır. Anksiyete bozukluğu, psikolojik rahatsızlıklar arasında yer almaktadır. Toplumun %18’ini etkisi altına alan bu problem daha çok arttığında hastalık seviyesine gelebilmektedir. Son derece yorucu olan ve hayat kalitesini düşüren anksiyete bozukluğunun tedavisi mümkündür.

Dış dünya insanın ihtiyaçlarını karşılayabilecek sayısız objelerle doludur. Ama bu çevre tehlikeli bölgeleri de içerir ve doyurucu olduğu kadar ürkütücüdür de. İnsanın dış çevreden gelen tehlikelere karşı olağan tepkisi korku duygusudur. İçten ya da dıştan gelen tehdit edici güçler denetim altına alınamadığında egoya anksiyete denilen duygu egemen olur. Her insan arada bir anksiyete hisseder günlük yaşamda arada bir herkesin yaşadığı anksiyete “gerçekçi” anksiyetedir. Gerçeklik anksiyetesi dış dış dünyadaki gerçek tehlikelerle karşılaşıldığında duyulan korku ya da kaygıdır.

Diğer anksiyete türleri nevrotik anksiyete ve suçluluk anksiyetesidir.

Anksiyete belirtileri nelerdir?

Anksiyete krizi belirtileri tetikleyiciye ve kişinin buna nasıl tepki vereceğine bağlı olarak hafif, orta veya şiddetli olabilir.

  • Kendini gergin, huzursuz, panik halinde hissetmek.
  • Nefes darlığı, ağız kuruluğu yaşamak,
  • Kötü bir şey olacakmış gibi endişeli hal.
  • Kalp atışlarında yaşanan aşırı hızlanma.
  • Aşırı terleme.
  • Ellerde titreme hali.
  • Odaklanma, konsantrasyon problemleri.
  • Hazımsızlık sıkıntıları
  • Uyku problemleri

Anksiyete tanısı nasıl konulur?

Değerlendirme aşamasında önemli nokta semptomlarınızın ne kadar süredir var olduğu ve ne kadar yoğun olduğudur. Kaygı, endişenizin günlük hayattan keyif almanızı engelleyecek düzeyde olup olmadığını bildirmeniz teşhis için oldukça mühimdir. Var olan bedensel semptomların tıbbi bir durumdan kaynaklanıp kaynaklanmadığının tespit edilmesi anksiyete tanısı koymadan önce ekarte edilmelidir. Bu belirtilerin herhangi bir fiziksel hastalıktan kaynaklanıp kaynaklanmadığını anlamak için bazı incelemeler yapılmalıdır.

Anksiyete tedavisi nasıl gerçekleştirilir?

İlk yapılması gereken bir psikiyatri uzmanına başvurmaktır. İlk başvuruda kapsamlı bir psikiyatrik değerlendirmenin yanı sıra, bu belirtilerin herhangi bir fiziksel hastalıktan kaynaklanıp kaynaklanmadığını anlamak için bazı incelemeler yapılacaktır.

Tedavi gören anksiyeteli hastaların çoğunluğu tedaviden yarar görür. Psikoterapi ya da ilaç tedavileri uygulanabilir. Bu yöntemlerden birinin ya da birlikte uygulanmasının etkin olduğu gösterilmiştir. Hangi tür tedavinin size uygun olabileceğine doktorunuzla birlikte karar vermek yerinde olacaktır. Bir kişi için uygun olan bir tedavi, diğeri için uygun olmayabilir.

Anksiyete tedavisinde antidepresan ve anksiyolitik ilaçlar kullanılır. Bu ilaçlar depresyonun ve başka anksiyete bozukluklarının tedavisinde de kullanılır.

Anksiyetenin fiziksel belirtileri hangileridir?

  • Kalp atışlarında yaşanan aşırı hızlanma
  • Aşırı terleme
  • Ellerde titreme hali
  • Nefes almakta yaşanan güçlük
  • Bulantı
  • Sıcak basması
  • Yutma güçlüğü
  • Baş ağrısı
  • Nedensiz yorgunluk

Sosyal fobi veya sosyal anksiyete belirtileri nelerdir?

Sosyal fobi, bir diğer adıyla sosyal anksiyete tarih boyunca farklı yönleriyle tanımlanmış olsa da, 1980 yılında özgün bir psikiyatrik tanı olarak sınıflandırılmıştır.

Sosyal fobisi olan kişiler grup içinde yemek yemek, tanımadığı kişilerle sohbet etmek, kendisinden üst pozisyonda kişilerle konuşmak veya topluluk önünde sunum yapmak gibi sosyal ve performans gerektiren durumlarda şiddetli ve sürekli bir kaygı yaşarlar.

SF bireyin başkaları tarafından yargılanabileceği kaygısını taşıdığı toplumsal ortamlarda mahcup ya da rezil olacağı konusunda belirgin ve sürekli korkusunun olduğu bir kaygı bozukluğudur. Kişiler başkalarıyla etkileşimde bulunmalarını gerektiren ya da bir eylemi başkalarının yanında yerine getirmeleri gereken durumlardan korkarlar ve bunlardan olabildiğince kaçınmaya çalışırlar.

Ellerinin ya da seslerinin titrediğinin farkına varacaklarıyla ilgili kaygılarından ötürü toplum önünde konuşmaktan korkabilirler ya da düzgün bir biçimde konuşamıyor gibi görünmekten korktukları için başkalarıyla karşılıklı konuşurken aşırı kaygı duyabilirler.

Anksiyete ataklarının belirtileri nelerdir?

  • Kendini gergin, huzursuz, panik halinde hissetmek
  • Nefes darlığı, ağız kuruluğu yaşamak,
  • Kötü bir şey olacakmış gibi endişeli hal
  • Kalp atışlarında yaşanan aşırı hızlanma
  • Aşırı terleme
  • Ellerde titreme hali

Sosyal anksiyete/ sosyal fobi belirtileri nelerdir?

Sosyal anksiyete sosyal fobi, korkulan durumla karşılaşıldığında bedensel belirtiler ortaya çıkar. Bunlar yüz  kızarması, terleme, ağız kuruluğu, çarpıntı, nefes kesilmesi, nefes darlığı, mide barsak sisteminde rahatsızlık, diyare, kas gerginliği, titreme gibi. Bu sırada aklından geçen düşünceler “güçsüzüm, yetersizim, çirkinim, beğenilmiyorum, sevilmeye layık değilim, hata yapmamalıyım, mükemmel olmalıyım, kaygılı olduğumu belli etmemeliyim, rahat davranmalıyım, kusursuz görünmeliyim, herkesin beğenisini kazanmalıyım” şeklindedir. Bu düşünceler sonrasında oluşan kaçınma belirtileri ise korkulan ortama girmeme, korkulan ortamı terk etme, göz temasından kaçınma, ilgisiz şeyler düşünme şeklinde olabilir.

Sosyal fobinin tipleri var mıdır?

Sosyal fobi iki şekilde görülür. Korkular birçok toplumsal durumları kapsıyorsa yaygın tip, bazı durumları kapsıyorsa (Başkalarının önünde imza atmak, yemek yemek, konuşma yapmak gibi) yaygın olmayan tiptir.

Anksiyete krizi/ atağı belirtileri nasıl anlaşılır?

  • Ellerde aşırı terleme
  • Kalp ritminde artış
  • Titreme
  • Hazımsızlık
  • Nefes almakta zorluk çekme
  • Şiddetli baş ağrıları
  • Mide krampları
  • Hızlı nefes alıp verme
  • Sık idrara çıkma

Anksiyete ve depresyon belirtileri arasındaki farklar nelerdir?

Aralarında belirgin farklılıklar var ama bazı kişilerde ikisi aynı anda gelişebilir. Yani kişi hem depresyon hem de kaygı bozukluğu yaşıyor olabilir. En temel farklara bakacak olursak; kaygı genellikle geleceğe, gelecekte yaşanacak olaylara ait korkuları, endişeleri içerir. Gelecek derken bu bir dakika sonrası da olabilir bir gün sonrası da… Kaygılı insanlar şu anda değil bir sonraki anda yaşarlar ve başlarına hep kötü şeylerin geleceğinden korkarlar.

Kaygı bozukluklarında, terleme, hızlı nefes alıp verme, kalp çarpıntısı, ajite bir görüntü ile yüksek enerjili bir ruh hali ortadadır. Genellikle geleceğe odaklı olma hali ve olumsuz düşünce ve yoğun bir korku, endişe, evham ve huzursuzluk halidir. Kişi an’da değil daima gelecekte yaşar, kişi, sürekli olabilecek olumsuzluklarla ilgili düşüncelere saplanmış gibidir ve daima felaket kurguları oluşturur.

Depresyonda ise kişinin isteksizliği, yorgunluğu ve enerji azlığı görüntüsü ile düşük enerjili bir ruh hali vardır ve bu hal depresyonun en çekirdekteki semptomunu oluşturur. Kişinin kendine, hayata, geleceğe ve geçmişe dair olumsuz duygu ve düşünceleri vardır ve bunların gerçekliğini sorgulamadan emin bir şekilde kabul etmiştir. Kişi, hayata ve kendine dair olumsuzlukları zaten yaşamış gibi hisseder ve belirgin pişmanlık, suçluluk, umutsuzluk ve öfke içeren düşünceler hakimdir.

Kaygılı kişiler “ya işimde başarılı olamazsam, ya yetiştiremezsem” gibi cümleler kurarken, depresif kişiler “ben işimde başarılı olamam çünkü yetersizim, kimse beni beğenmiyor” gibi cümleler kurarlar. Depresyonda olan kişinin bu tip korkuları, endişeleri olmaz. Onların kendilerine, hayata ve geleceğe ait olumsuz düşünceleri vardır ve bu düşüncelerin gerçek olduğuna inanırlar.

Anksiyete testi var mıdır?

Kaygı testi, bireylerde anksiyete (kaygı) düzeyini belirlemek amacıyla geliştirilmiştir. Bu testler uzman kişiler tarafından uygulanıp puanlanır ve yorumlanır. Bu amaçla geliştirilmiş geçerlik ve güvenirlik çalışmaları yapılmış psikolojik testler mevcuttur.

Anksiyete genel sağlığı da olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Siz de sağlığınızdan emin olmak için linke tıklayarak size özel testleri evinizin konforunda yaptırabilirsiniz.

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/genel-saglik-tarama-paketi/

bartholin
CategoriesKadın Sağlığı Yazıları

Bartholin Kisti Nedir? Tedavisi Nasıl Yapılır?

Bartholin kisti (bartolin) ergenlik döneminden menopoz sürecine kadar pek çok kadında görülebilen, vajina girişinde şişlikle, bazen de kızarıklık ve ağrı ile kendini gösteren bir tablodur. Yaşam kalitesini düşüren Bartholin kisti, kadın hastalıkları ve doğum bölümü uzmanları tarafından tedavi edilmelidir. Memorial Şişli Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Doç. Dr. Gökhan Demirayak, Bartholin kisti hakkında bilgi verdi.

 Bartholin kisti nedir?

Bartholin kisti veya vulva kisti, vajina ağzının yakınında labianın (vajinal dudaklar) her iki iç kısmında oluşabilen bir tür vajinal kisttir. Adını vajinanın ıslaklığını sağlayan mukusu üreten ve her iki yanda yer alan Bartholin bezlerinden alır. Labiumlar ve Bartholin bezleri dişi üreme sistemindeki vulvanın bir parçasıdır. Bu bezlerden birinin vajinaya açılan kanallarında tıkanıklık meydana geldiğinde kanal genişler ve Bartholin kisti oluşur. Tipik olarak sadece iki bartholin bezinden birinde görülür. Bazı Bartholin kistleri küçüktür ve ağrıya neden olmaz. Ancak bu kist bakteri ile enfekte olursa apse oluşabilir. Bartholin kistleri enfekte olduğunda çoğunlukla şiddetli ağrıya neden olur ve tıbbi tedavi gerektirir. Bartholin kistleri vajina dudaklarında derinin altında yuvarlak yumrular gibi görünürler. Enfekte olan kistler genelde kızarık, hassas ve şişmiş olabilir. Bazıları da irin ya da sıvı dolu görünebilir. Bazı kistler bezelye tanesi kadarken, bazıları bir golf topu kadar büyüyebilir. Kistler, vajina dudağının bir tarafının daha büyük görünmesine ya da orantısız görünmesine sebep olur. Üreme çağındaki kadınlarda daha sık görülen bartholin kistleri, tüm kadınların yaklaşık yüzde 2’sinde hayatlarının bir döneminde ortaya çıkabilir. Menopozdan sonra Bartholin kisti görülme riski daha düşüktür.

Bartholin kisti belirtileri nelerdir?

Birçok Bartholin kisti küçüktür ve küçük tahriş dışında semptomlara neden olmaz. Bir Bartholin kisti büyürse veya apse (enfeksiyon) oluşturursa bazı semptomlar gösterebilmektedir. Bu semptomlar şu şekilde sıralanabilir:

  • Seks sırasında, yürürken, otururken veya tuvaleti kullandıktan sonra oluşan rahatsızlık hissi ve ağrı
  • Tampon kullanırken hissedilen ağrı
  • Bölgede şişlik ve hassasiyet
  • Ateş veya titreme.
  • Bölgede oluşan kırmızılık.
  • Kistten iltihap gelmesi
  • Kistin büyümesi

Bartholin kisti neden olur?

Bazı kadınların Bartholin kistine daha yatkın olduğu bilinir. Bartholin kisti pek çok sebebe bağlı gelişebilmektedir. Bartholin kistlerinin bazı nedenleri şu şekilde sıralanabilmektedir:

  • Vajinanın vulva bölgesinde tahriş
  • Geçirilen bazı operasyonlar
  • Klamidya, bel soğukluğu veya cinsel yolla bulaşan diğer enfeksiyonlar
  • Escherichia ( E. coli ) gibi bakteriyel enfeksiyonlar

Bartholin kisti teşhisi nasıl konulur?

Bir Bartholin kisti teşhis etmek için kadın hastalıkları ve doğum uzmanı fizik muayene yapacaktır. Hekim, kistin boyutlarına ve enfeksiyon belirtilerinin olup olmadığına bakar. Eğer kist akıntı üretiyorsa, hekim bunu cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar (CYBE) veya diğer bakteriyel enfeksiyonlar için teste gönderebilir. 40 yaşından büyük kadınlarda hekim, vulva kanserini ekarte etmek için biyopsi yapabilir. Bu test sırasında, hekim kistten küçük bir doku örneği alacak ve ona mikroskop altında bakacaktır.

Hekim kistin kanser olduğunu düşünürse bunun cerrahi yolla çıkarılması gerekebilir. Bartholin bezinde kanser gelişmesi nadirdir, ancak 60 yaşın üzerindeyseniz daha sık görülür.

Bartholin kisti tedavisi nasıl yapılır?

Bartholin kistlerinin tedavisi semptomlara bağlıdır. Bir kist küçük, ağrısız ve enfekte görünmüyorsa tedaviye ihtiyacı olmayabilir. Semptomlar devam ederse veya kist büyürse, apse (enfeksiyon) geliştiriyor olabilirsiniz. Bu vakalarda apselerin cerrahi olarak boşaltılması gerekir.

Tedavi seçenekleri şunları içerebilir:

Oturma banyoları: Bartholin kisti evde tedavisi olan bir durum mu diye soranlar olmaktadır. Bartholin kisti doktorun tedavi etmesi gereken bir sorundur. Belki birkaç ev uygulaması doktor tavsiyesiyle yapılabilir. Bunlardan biri de oturma banyoları olabilir. Birkaç gün boyunca günde birkaç kez ılık su içeren bir küvette oturun. Bu rahatlama sağlayabilir ve iyileşmeyi teşvik edebilir.

Ağrı kesiciler: Hekimler oluşabilecek ağrı için size ağrı kesici verebilir. Bunları hekimin belirttiği şekilde kullanmak gerekir.  

Antimikrobiyal tedaviler: Kistiniz enfekte olursa veya testler cinsel yolla bulaşan bir enfeksiyonunuz (CYBE) olduğunu gösteriyorsa, sağlık uzmanınız antimikrobiyal ilaçlar reçete edebilir.

Cerrahi boşaltma: Kistiniz büyük ve enfekte ise, sıvıyı boşaltmak için ameliyat yapılabilir. Kist içine kateter adı verilen küçük bir tüp yerleştirilecektir. Kateter, tam drenaja izin vermek için genellikle birkaç hafta yerinde bırakılır.

Gümüş Nitrat uygulanması: Kist veya apse boşaltıldıktan sonra oluşan boğluğa gümüş nitrat bırakılır. 4-5 gün içinde kist cidarı kendiliğinden soyulur ve çıkarılır.

Marsupializasyon: Bartholin kisti marsupializasyon ameliyatı ile kist cerrahi olarak açılır ve boşaltılır. Ardından cerrah, sürekli drenaj için kalıcı bir açık cep veya “kese” oluşturmak üzere kist duvarının kenarlarını dikecektir. Bu genellikle tekrarlayan Bartholin kistleri için yararlıdır.

Bartholin bezinin çıkarılması: Bartholin kisti ameliyatı olarak da adlandırılan yöntemde cerrahi işlem yapılır. Tedavinin işe yaramadığı çok nadir durumlarda, sağlık uzmanınız bartholin bezlerini cerrahi olarak çıkarabilir.

Bartholin kisti tedavisi, sadece kadın hastalıkları ve doğum bölümü uzmanları tarafından yapılmalıdır. Evde hekime danışmadan herhangi bir şey yapmayın. Enfeksiyona neden olabileceği ve semptomlarınızı daha da kötüleştirebileceği için bir kisti boşaltmaya veya sıkmaya çalışmayın.

MERAK EDİLEN SORULAR

Bartholin kisti kendiliğinden geçer mi?

Bir kist küçük, ağrısız ve enfekte görünmüyorsa tedaviye ihtiyacı olmayabilir. Kistin kendiliğinden geçmesi için patlaması, içinin tamamen boşalması gerekmektedir. Ayrıca bu durumda antibiyotik ve çeşitli ağrı kesiciler kullanılır. Fakat Bartholin kisti tekrarlayabilir. Bazı kişiler, “Bartholin kisti evde nasıl patlatılır?” şeklinde araştırmalar yapmaktadır. Bu şekilde bir tedavi yöntemi yoktur. Kesinlikle böyle bir şey yapılmaması gerekir. Bu durum farklı sorunlara da neden olabilir. Bartholin kisti bitkisel tedavisi diye bir yol da yoktur. Doktora danışmadan herhangi bir uygulama yapılmamalıdır. Bartholin kisti patlaması, tedavi yoluna gidilmezse meydana gelebilir. Eğer Bartholin kisti patlarsa ve buna müdahale edilmezse kist nüksedebilir.

Bartholin kisti cinsel yaşamı etkiler mi?

Bartholin kisti nedeniyle cinsel temas sırasında ağrı artabilir. Bu da ilişki kalitesini bozabilmektedir.

Bartholin kisti tedavi edilmezse ne olur?

Kist tedavi edilmezse büyür ve genellikle kendiliğinden açılır. Açıldığı yer iyileştikten sonra tekrar Bartolin kisti oluşma ihtimali çok yüksektir.

Bartholin kisti ameliyatı sonrası işe ne zaman dönülür?

Ameliyatın ertesi gününde ağrı kesici de kullanılarak işe dönülebilmektedir.

Bartholin kisti için krem tedavisi var mıdır?

Bartholin kisti için krem tedavisi bulunmamaktadır.

Bartholin kisti kanama yapar mı?

Bartholin kisti genelde kanamaya neden olmaz. Ancak içi boşalırsa içinden şeffaf bir sıvı çıkabilir. Ameliyat olunursa da lekelenme tarzında kanamalar olabilir.

Bartholin kisti ameliyatından sonra ne zaman taburcu olunur?

İşlem sonrasında hemen hastaneden taburcu olunabilir.

Bartholin kisti kansere dönüşür mü?

Bartholin kistinin kansere dönüşme olasılığı yok denecek kadar azdır.

Tekrarlayan bartholin kisti için ne yapılmalıdır?

Böyle bir durumda bartholin bezinin çıkarılması uygun olacaktır.

Bartholin kisti kimlerde görülür?

Ergenlik döneminden menopoza kadar tüm kadınlarda Bartholin kisti görülebilmektedir. Bakirelerde de Bartholin kisti görülebilmektedir. Sık vajinal enfeksiyon geçirenlerde, sık doğum yapanlarda Bartholin kisti görülebilir.

Hamilelikte bartholin kisti olur mu?

Bazen hamilelikte de görülebilir.

Bartholin kisti tehlikeli midir?

Bartholin kisti ağrı, otururken ya da yürürken zorluk yaptığı için yaşam kalitesini olumsuz etkiler. Çok nadir olarak Bartholin bezinde kanser olur. Genel anlamda tehlikeli değildir.

Kız çocuklarında Bartholin kisti olur mu?

Bartholin bezleri ergenlik sonrası dönemde aktif olduğu için çocukluk döneminde bartholin kisti görülme ihtimali çok düşüktür.

Bartholin kisti kısırlık yapar mı?

Bartholin kistinin kısırlık yapması mümkün değildir.

Bartholin kisti tedavi edilebilir mi?

Bartholin kisti tedavi edilebilen bir sorundur. Bu konuda doktora gitmekten çekinilmemelidir.

 

Siz de kadın sağlığı ile ilgili testlerinizi evinizin konforunda yaptırmak istiyorsanız https://evdesaglik.memorial.com.tr/urun-ve-hizmetler/laboratuvar-paketleri-c/kadin-sagligi-c11/ linke tıklayabilirsiniz.

göbekeritme
CategoriesGenel

Göbek Eritme Yöntemleri Nelerdir?

Vücuttaki bölgesel yağlanmayla ortaya çıkan aşırı kilo, birçok sağlık sorununa neden olabilmektedir. Özellikle göbek bölgesinde başlayan yağlanmanın oluşmaması için dengeli beslenme ile düzenli egzersizin hayatın vazgeçilmezi olması gerekir. Göbek eritmek için ise beslenme alışkanlıklarında değişiklik yapılması, düzenli olarak minimum 7 saat uyunması ve stresten uzak durulması önem kazanmaktadır. Memorial Kayseri Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Dyt. Betül Merd, göbek eritme yöntemleri hakkında bilgi verdi.

 Vücuttaki yağlanma nedir?

Vücuttaki yağlanma deri altında ve organların çevresinde ortaya çıkar. Deri altında oluşan yağlanma, derinin hemen altındaki karın kaslarının önündedir. İç organların çevresindeki yağlanma ise kasların hemen altında ve organların çevresinde kendini göstermektedir. Organların çevresindeki yağlar bir süre sonra vücut tarafından organ gibi algılanmakta ve zararlı kimyasallar salgılayarak vücuda zarar vermektedir. Bir süre sonra bu sorun nedeniyle kan şekeri ve kan yağlarında artış ortaya çıkmakta, tansiyon yükselmekte ve damarlarda başlayan deformasyon nedeniyle daha ciddi tablolar yaşanmaktadır. Vücuttaki yağ oranının artması kalp hastalıklarına ve diyabete davetiye çıkarmaktadır.

Göbek yağlanması nasıl oluşur?

Abdominal (karın) yağlanma sonucunda iç organların çalışma düzeni bozularak, vücuttaki genel yağ düzeyi artmaktadır. Vücuttaki yağ oranını değerlendirirken, yağın hangi bölgede olduğu önemlidir. Karın yani göbek bölgesindeki yağlanma vücudun diğer bölgelerindeki yağlanmadan daha tehlikelidir. Vücuttaki bel ve kalça oranı hesaplanarak ideal ağırlık belirlenirken, bel ve kalçadaki yağ oranının yüksek olması abdominal yağlanmaya işaret etmektedir. Yapılan araştırmalarda bel bölgesinde yağlanması olanlar, kalça yağlanması olanlardan daha fazladır. Abdominal yağlanma, bel kısmından başlayarak mide, karaciğer ile bağırsakları sarmaktadır. Aşırı iç yağlanma genel sağlığı olumsuz etkiler. Öte yandan, bel kalça oranı hesaplanırken, bel ölçüsü santimetre cinsinden kalça çevresinin ölçüsüne bölünerek bulunur. Erkekler için en ideal kalça oranın 1’in altında, kadınlar için ise 0,8 altında olması gerekmektedir. Bel çevresi erkeklerde 94 santimetre kadınlarda ise 80 santimetrenin altındaysa normal, 94-102 santimetre arasındaki erkekler aşırı kilolu, 102 santimetre ve üzerindekiler ise şişman sınıfına girmektedir. Mesela, 81-89 santimetre arasındaki kadınlar fazla kiloluyken, 89 santimetreyi geçenler şişman olarak kabul edilir.

Göbek yağlanmasının nedenleri nelerdir?

Bel ve karın yağları fazla kalori alınması ile artmakta ve abdominal obeziteye neden olmaktadır. Dengesiz ve sağlıksız beslenme, durağan yaşam, yaşlanmaya ve genetik etkenlere bağlı olarak ortaya çıkan karın yağlanması zamanla tehlikeli boyutlara gelmektedir.

  • Şekerli içecekler aşırı kalori alımına neden olurken, karın ve bel çevresindeki yağlanmanın en önemli nedenlerinden birisi olmaktadır. Şekerli ve gazlı içeceklerin büyük bir bölümünde kalorisi yüksek mısır şurubu kullanılmaktadır.
  • Margarinlerde kullanılan trans yağları ise karın yağlanmasını artırmaktadır.
  • Fast food tipi beslenme trans yağ ve yüksek kalori içerdiği için karın yağlarını arttırıcı etki yapmaktadır.
  • İşlenmiş  ve  paketlenmiş  her türlü  endüstriyel gıdalar kilo  alımını  ve  karın  yağlanmasını  artırmaktadır.

 

Hareketsiz yaşam: Vücutta yakılan kaloriden fazlasını almak kiloya neden olur. Hareketsiz bir yaşam tarzı, karın çevresindeki fazla yağların artmasının nedenleri arasındadır.

Stres: Kortizol olarak bilinen bir steroid hormonu, stresle başa çıkmada önemli rol oynamaktadır. Stresli dönemlerde vücutta salgılanan kortizol metabolizmayı olumsuz yönde etkiler. Bu dönemde insanlarda stres nedeniyle aşırı yeme alışkanlığı gelişmektedir.

Genetik Faktör: Genlerin, obezite ile ilgisi olduğu düşünülmektedir. Ailesinde aşırı kilolu olanların zamanla kilo aldığı bilinmektedir.

Düzensiz uyku: Kilo alımının düzensiz ve kısa uyku süresiyle ilişkisi vardır.  Yeteri kadar alınamayan uyku, karın yağının gelişiminde rol oynamaktadır.

 

Göbek eritme diyeti (yöntemleri) nelerdir? Göbek eritme diyeti nasıl yapılır?

Beslenme alışkanlığında değişiklik: Göbek yağlarının oluşmasında en etkili faktör beslenme alışkanlığıdır. Göbekteki yağ oranını düşürmek için de beslenme alışkanlığında değişiklik yapmak gerekir. Düzenli ve az kalorili, sebze ve lif ağırlıklı öğünlerin atlanmaması yağ oluşumunu engelleyecektir.

 

Spor ve egzersiz yapmak: İnsanların büyük bir bölümünün spor alışkanlıkları bulunmamaktadır. Çoğu zaman günlük hayatın koşturmacası nedeniyle spora vakit ayıramadıklarından şikayet ederler. Hareketsiz yaşamın sonucu olarak da basen ve göbek bölgesindeki yağ hızla artar. Göbek eritmek için bölgesel zayıflamaya yönelik egzersizler yapılmalı, spor yaşamın ayrılmaz bir parçası olmalıdır.

 

Hayat tarzının değiştirilmesi: Kilo vermek için yapılan diyet ve spor bazen yağlardan kurtulmak için yeterli olmamaktadır. Hayat tarzının düzenli olması gerekir. Düzenli uyku ve stres kaynaklarından uzak durarak hayat tarzında değişiklik yapılmalıdır.

 

Göbek eritmenin en kolay yolu nedir?

  • Kan şekerini kontrol altında tutmak oldukça önemlidir. Kan şekerini kontrol altında tutarak göbek yağlanması engellenir. Kan şekerinin dengeli biçimde artıp azalması nedeniyle aşırı besin tüketimi gerçekleşmez. Tüketilen daha az besin nedeniyle kilo alımı da ortaya çıkmayacaktır. Kan şekerini dengede tutmak için şeker ve şekerli gıdalar günlük beslenme planından çıkarılmalıdır.
  • Vücutta hızlı parçalanan karbonhidratlardan da uzak durulmalıdır. Karbonhidrat ağırlıklı beslenmek yerine protein ağırlıklı beslenme planı uygulanmalıdır. Göbek bölgesindeki yağ oranı düşene kadar günlük karbonhidrat alımı azaltılmalıdır.
  • Metabolizmayı hızlandırıcı gıdalar tüketilmeli, yağ yakıcı bitki çaylarından destek alınmalıdır.
  • Günlük program yapılmalı. Uyuma ve yemek süresi ile tuvalete gidilen saat rutinleştirilmelidir. Bu sayede metabolizma daha düzenli çalışacaktır.
  • Her gün düzenli olarak geceleri minimum 7 saat uyunmalıdır. Bu sayede hormonlar dengeye girecek ve metabolizma hızlanacaktır.

Göbek eritme diyet listesi (örnek detoks programı) nasıl olmalıdır?

1.gün diyet listesi: İlk gün beslenme listesinde eski düzene göre hafif bir geçiş yapılmalıdır.  Başlangıç günü olduğu için beslenme listesi hafif bir geçiş amacıyla düzenlenmiştir. Ayrıca diyetin tamamında olduğu gibi ilk günde de öğün saatlerine azami özen gösterilmeli, kahvaltı olabildiğince erken, öğle yemeği normal saatinde, akşam yemeği de yediden önce yenmelidir. Bu sayede metabolizmanın olması gerekenden % 40 daha hızlı çalışması sağlanır.

Kahvaltı: Bir adet haşlanmış yumurta ve yanında arzu edilen kadar maydanoz. Yağ yakması amacıyla da şekersiz yeşil çay tüketilmeli.

Öğle yemeği: 75 gram haşlanmış tavukgöğsü, yanında da bol limonlu salata.

Ara öğün: Bir avuç leblebi.

Akşam yemeği: Bir kase mercimek çorbası, iki dilim tam tahıl ekmeği.

 

2.gün diyet listesi

Kahvaltı: Bir porsiyon sütlü yulaf.

Öğle yemeği: Bir adet patates haşlaması ve yanında bir dilim yağsız peynir.

Ara öğün: Bir adet orta boy elma.

Akşam yemeği: Bir adet orta boy az yağlı balık buğulama, yanında da bol limonlu yeşillik salatası.

 

3.gün diyet listesi

Kahvaltı: Bir adet küçük boy elma püresi ile karıştırılan bir kase yoğurt.

Öğle yemeği: Haşlanmış tavuk but. Yanında da limonlu salata.

Ara öğün: Bir avuç badem.

Akşam yemeği: 100 gram yağsız kırmızı et ve yanında bol limonlu salata.

 

4.gün diyet listesi

Kahvaltı: Bir adet haşlanmış yumurta ve arzu edilen kadar maydanoz.

Öğle yemeği: Bir adet orta boy yağsız balık buğulama. Yanında da bol limonlu yeşillik salatası.

Ara öğün: Bir adet orta boy kırmızı elma.

Akşam yemeği: Bir porsiyon taze fasulye yemeği ve yanında iki dilim tam tahıl ekmeği.

 

5.gün diyet listesi

Kahvaltı: İki dilim tam tahıl ekmeği, arzu edilen kadar yeşil çay, bir adet domates, bir adet yeşil biber, bir dilim yağsız beyaz peynir.

Öğle yemeği: 100 gram ızgara tavuk göğsü ve yanında bol limonlu salata.

Ara öğün: Bir kase yoğurt ve yanında orta boy meyve.

Akşam yemeği: Haşlanmış brokoli veya kereviz yemeği. Yanında bol limon ile servis edilmeli.

 

6.gün diyet listesi

Kahvaltı: Bir kase sütlü yulaf.

Öğle yemeği: Bir adet haşlanmış patates ve yanında bir dilim yağsız peynir.

Ara öğün: Bir avuç leblebi.

Akşam yemeği: Bir adet orta boy yağsız balık ve yanında bol limonlu yeşillik salatası.

 

7.gün diyet listesi

Kahvaltı: İki dilim tam tahıl ekmeği, bir adet haşlanmış yumurta, yeşillik salatası.

Öğle yemeği: Bir adet ızgara tavuk göğsü ve yanında bol limonlu salata.

Ara öğün: Bir kase yoğurt ve yanında bir adet elma.

Akşam yemeği: Bir porsiyon bol limonlu bamya yemeği.

Diyet uygulanırken bol miktarda sıvı tüketilmelidir. Şekerden, asitli içeceklerden, hareketsizlikten uzak durmanız gerekmektedir. Ayrıca diyeti uygulamadan önce kan değerlerinizi ölçtürerek bu ağır diyete uygunluğunuzu kontrol ettirmeniz önemlidir.

Göbek eritmeye yardımcı besinler nelerdir?

Doğal olarak göbekten kurtulmak için de beslenme alışkanlıklarının değiştirilmesi, yağ yakma hızını artıran bazı besinlerin tüketilmesi gerekmektedir. Bu besinlerin tamamı metabolizmanın çalışma hızını artırır.

Elma sirkesi: Elma sirkesinin en temel özelliği kan şekerini ve kolesterolü düzenliyor oluşudur. Bu sayede besin tüketme ihtiyacını minimuma indirir. Ayrıca metabolizmayı da % 20 oranında hızlandırmaktadır. Yemeklerden önce doğru zamanda tüketilen elma sirkesi tokluk hissi oluşturmaktadır. Ancak elma sirkesinin organik olması gerekmektedir.

 

Chia tohumu: Kilo vermek isteyenler tarafından kullanılan  chia tohumu ülkemizde son 5-6 yıldır çok fazla tüketilmektedir. Besin değerleri açısından tokluk hissi sağlayan chia tohumu,  Bu sayede de kişinin besin tüketme ihtiyacı azalır. Ayrıca doğal yağlar içerir. Bu yağlar, yağları yakmada oldukça etkili olmaktadır.

 

Hindistan cevizi ve yağı: Sağlıklı yağlardan biri olan Hindistan cevizi yağı göbek eritmede de kullanılmaktadır. Hormonları dengeleyen Hindistan cevizi yağı, tiroid hormonunun düzenli çalışmasını sağlayarak metabolizma hızını artırır. Aynı zamanda da fazla besin tüketme isteğini de baskılamaktadır.

 

Kefir: İçerisinde bağırsakları düzenleyen probiyotikleri barındırır. Aynı probiyotikler yağ yakım sürecini de hızlandırmaktadır. Eğer göbek bölgenizdeki yağları vermek istiyorsanız her gün düzenli olarak kefir tüketmelisiniz.

 

Lahana, karnabahar, bürüksel lahanası, brokoli: Tüm bu sebzeler sağlıklıdır. Diyet dönemlerinde haşlanarak tüketilmeleri tavsiye edilir. Ayrıca zeytinyağlı şekilde tüketilmeleri halinde vücuda oldukça faydalıdırlar. Tüm bu özelliklerinin yanında, göbek eritmek isteyenler tarafından tüketilmeleri halinde yağların hızlıca erimesini sağlarlar.

 

Yüksek protein içeren peynir altı suyu ile tavuk: Protein zengini olan peynir altı suyu ve tavuk tüketmek gerekir.

 

Bitki çayları: Az miktarda da olsa kafein içeren birçok bitki çayları, metabolizmanın hızını artırır. Diyet dönemlerinde bitki çaylarının tüketilmesi metabolizma hızını % 20 oranında artıracaktır. Gün içerisinde düzenli tüketilirse göbek yağları yakılabilir.

 

Greyfurt: Oldukça sağlıklı bir meyve olan greyfurt, tadının hafif acımtırak olmasından dolayı pek tüketilmese de konu yağ yakımı olduğunda başı çekmektedir. Özellikle kahvaltıda meyve suyu olarak katkısız şekilde tüketilmesi halinde metabolizma hızını % 30 oranında artırır. Bu artış geçici bir etki değildir ve gün boyu sürmektedir.

 

Kilo kontrolü hakkında neden zorlandığınızı anlamak için paketimizi satın alabilir, merak ettiklerinizi detaylı bir şekilde öğrenmek için https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/kilo-kontrolu-test-paketi/ linkine tıklayabilirsiniz.

hangisporuyapmaliyim

Kolesterol
CategoriesGenel

Kolesterol Yüksekliği Nedir? Belirtileri Nelerdir?

Yüksek kolesterol, kalp hastalığı ve kalp krizi riskinizi artıran önemli bir faktördür. Yüksek kolesterol ile kan damarlarında yağ birikintileri oluşur. Sonunda, bu birikintiler büyür ve atardamarlardan yeterli kanın akmasını zorlaştırır. Bazen bu tortular aniden kırılabilip, kalp krizi veya felce neden olan bir pıhtı oluşturabilir. İlaçlar kolesterolü iyileştirmeye yardımcı olabilir, ancak kolesterolü iyileştirmek için yaşam tarzı değişiklikleri yapmak da kolesterol değerlerinin düşmesinde önemli role sahiptir. Memorial Antalya Hastanesi İç Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Tülay Kadıoğlu, kolesterol yüksekliği hakkında bilinmesi gerekenleri anlattı.

Kolesterol yüksekliği nedir?

Kolesterol kanda tespit edilen vücudun bütün hücrelerinde bulunan bir yağ türüdür. En başta karaciğer olmak üzere tüm hücreler tarafından üretilir ve vücutta çeşitli alanlarda kullanılır. Hücre yapısını oluşturan hücre zarı üretiminin yanı sıra bazı hormonlar ve vitaminlerin de oluşturulmasında rol oynayan bir lipittir. Bu nedenle vücutta belirli bir miktar kolesterole ihtiyaç vardır. Kolesterol bir yandan karaciğerde üretilirken besinlerle de alınır.

Et, süt ürünleri, yumurta gibi hayvansal kaynaklı besinlerde kolesterol bulunur. Meyve, sebze ve tahıllarda ise bulunmaz.

 

Kolesterol karaciğerde üretildikten sonra kullanılmak üzere hücrelere taşınması gerekir. Ancak kolesterol suda çözünebilen bir molekül olmadığı için kanda kendi başına taşınamaz. Bu nedenle karaciğerde bu taşıma görevini üstlenmek üzere lipoprotein adı verilen taşıyıcı moleküller üretilir. Lipoproteinler yağlar ve proteinlerden oluşurken trigliserid ise yağlardan oluşmaktadır.

 Kaç çeşit kolesterol vardır?

En çok bilinen iki lipoprotein türü LDL ve HDL’dir. LDL ( düşük yoğunluklu kolesterol) halk arasında kötü kolesterol olarak bilinen kolesterol çeşidi iken HDL (yüksek yoğunluklu kolestrerol) ise iyi kolesterol olarak da bilinir.

 

LDL kolesterol: Kanda kolesterolü taşıyan temel lipoproteindir. Dokudaki kolesterolü kan yolu ile vücutta ihtiyaç duyulan bölgelere taşımakla yükümlüdür. Ancak kandaki seviyesi gerekenden yüksek olduğu zaman damar duvarlarının iç yüzeylerine yapışarak birikir. Ve aterosklerotik plak adı verilen yapıları oluşturur. Bu plaklar zamanla büyüyerek damarlarda daralma ve tıkanıklıklara yol açar. Bu plakların üzerinde de kan pıhtıları toplanma riski mevcuttur. Bu pıhtılardan parçalar koparak hayati organlara ulaşabilir, fonksiyonlarını etkileyebilir. Bu durum emboli olarak adlandırılır. Plakların oluştuğu damara göre oluşacak hastalıklar değişkenlik gösterir. Eğer beyin damarlarında plaklar birikmişse felç, inme gibi hastalıklara sebep olurken kalp damarlarında birikirse de kalp krizi gibi hastalıklar ortaya çıkar. Ayrıca periferdeki damarlarda birikerek periferik damar hastalıklarını oluşturabilir.

HDL kolesterol: Kolesterol gibi yağ yapıdaki maddelerin doku ve damarlardan toplanarak karaciğere taşınmasını sağlar ve bu şekilde damarlarda birikmesini önleyerek damar sağlığını korur.

HDL ve LDL’nin dışındaki diğer kolesterol çeşitleri şunlardır:

VLDL (Çok Düşük Yoğunluklu Lipoprotein)

Karaciğerde bulunan lipidlerin kas ve yağ dokularına ulaştırılmasında görev alır. VLDL genel olarak trigliseridleri taşıma görevini üstlenir. Fazlalığı durumunda LDL kolesterol gibi damarlarda hasar oluşturma ihtimali mevcuttur.

Şilomikronlar

En büyük hacme sahip olan lipoprotein grubu olan şilomikronlar, kolesterol ve lipidlerin bağırsaktan emilim sonrasında karaciğere taşınmasını sağlarlar.

Trigliseridler

Vücut hücrelerinde bulunan yağların depolandığı forma trigliserid ismi verilir. Kolesterol gibi hem vücutta üretilir hem de besinlerle alınır. Kolesterol hücre zarı üretiminde, hormon ve vitaminlerin üretiminde kullanılırken, trigliseridler ise hücreler için bir enerji kaynağı olarak kullanılır. Vücudun ihtiyacından daha yüksek düzeylerde kalori alımı olması ve yağlı beslenme ile vücuttaki trgiliserid düzeyleri artış gösterir. Trigliserid yüksekliği tespit edilen hastalarda kalp hastalığı sıklığı daha fazladır.

 Kolesterol yüksekliğinin belirtileri nelerdir?

Kolesterol yüksekliği uzun süre belirti vermeden devam edebilir. Çoğu zaman rutin yapılan kan tetkiklerinde saptanır. Belirti vermeye başladığında ise hayati organları etkileyen damarlarda oluşan hastalıklar ilk bulgu olarak ortaya çıkabilir. Bu nedenle dönem dönem kan tetkikleri ile kolesterol düzeylerinin kontrolünü yaptırmak önemlidir.

Kolesterol yüksekliği durumunda sıklıkla karşılaşılan şikayetler şu şekildedir;

  • Baş ağrısı
  • Baş dönmesi
  • Göğüs ağrısı
  • Yüzde ve özellikle göz çevresinde sarı renkli yağ bezeleri
  • Deri altında yağ birikmesi
  • Ayak ve bacaklarda ağrı ve uyuşma

20 yaşından sonra erişkinlerde ek risk faktörü yoksa 5 yılda bir kolesterol düzeyinin kontrol edilmesi önerilirken, risk faktörü olan hastalarda daha sık aralıklarla kontrol yapılması gerekir. Erkeklerde 45 yaşından kadınlarda ise 55 yaşından sonra kontrol zamanları daraltılmalıdır.

 Kolesterol yüksekliği tanısı nasıl konmaktadır?

Kolesterol yüksekliği kan testleriyle tespit edilir. Hastanın kolesterol düzeyleri değerlendirilecekse verilecek kan analizinden önce 12 saat kadar aç kalması önerilir.

Kolesterol yüksekliği tespit edilen hastalarda takip oldukça önemlidir. Çünkü LDL kolesterol değerlerindeki her 10 mg/dl’lik artış, kalp krizi riskini yaklaşık %20 oranında artırmaktadır. Buna karşılık HDL kolesterol değerlerindeki yükseklikle birlikte kalp krizi riskinde azalma olmaktadır. HDL kolesterol her 1 mg/dl’lik artış kalp damar hastalığı gelişme riskini %2-3 oranında azaltmaktadır.

Kolesterol yüksekliği durumunda, LDL kolesterol düzeylerine göre ilaç tedavisi kararı kişinin mevcut kronik hastalıklarına ve ek risk faktörlerine göre verilir.

Ek risk faktörleri genel olarak aşağıdaki gibidir;

  • Erkeklerde 45, kadınlarda 55 yaşın üzerinde olmak
  • Aile içinde damar sertliği hastalığı yaşamış kişilerin varlığı
  • Ailede erken yaşta kalp krizi geçirme öyküsü olması
  • Hipertansiyon
  • Diyabet
  • Sigara kullanımı
  • HDL kolesterol düşüklüğü

 Kolesterol düzeyleri kaç olmalıdır?

Toplam kolesterol                           LDL kolesterol                      HDL kolesterol

Normal            200 mg/dl den düşük     130 mg/dl den düşük                  40 mg/dl den yüksek

Sınırda yüksek           200-240 mg/dl    130-159 mg/dl

Yüksek           240 mg/dl’den yüksek               160 mg/dl ve üzeri            60 mg/dL den yüksek

 Trigliserid normal: 150 mg/dl’den düşük sınırda yüksek 150-199 mg/dl yüksek:200-499 mg/dl çok yüksek 500 mg/dl den yüksek olarak sınıflandırılır.

 Kolesterol yüksekliği nasıl tedavi edilir?

Kolesterol yüksekliği tespit edilen hastalarda ilk aşamada yaşam tarzı değişikliği yapılması önerilmektedir. Yağlı besinlerin diyette azaltılması, aşırı kalorili yiyeceklerden uzak durulması, hastanın fazla kilosu mevcut ise doktor önerisi ile diyetisyen kontrolünde hazırlanan diyet ile beslenmesinin düzenlenmesi ilk sırada yer alır. Düzenli fiziksel aktivite, tütün kullanımının sınırlandırılması ve uygun beslenme ile hastaların LDL kolesterol düzeylerinde  %10-15’lik düşüş sağlanabilir.

Kolesterol değerlerini düşürmek için beslenmede şunlara dikkat edilmelidir;

  • Trans ve doymuş yağ içeren besinleri tüketmemek
  • Süt ve süt ürünlerinde az yağlı ya da yağsız olanları tercih etmek
  • Zeytinyağı gibi sağlıklı yağları tercih ederek kuyruk yağı gibi hayvansal yağlardan uzak durmak
  • Doymamış yağ asidi içeren besinlere diyette daha çok yer vermek, kırmızı et yerine tavuk ya da balık gibi beyaz et tercih etmek
  • Fast food yiyecekler, hazır ve dondurulmuş yiyeceklerden uzak durmak
  • Alkol tüketimini azaltmak
  • Baklagiller, yüksek lif içeren meyve ve sebzeler, kuruyemiş ve tohumlu yiyeceklere daha çok yer vermek
  • Haftanın en az 3-4 günü en az 30-35 dakikalık yürüyüş, yüzme, bisiklete binmek gibi kardiyo ağırlıklı fiziksel aktivite önerilmektedir.

Yaşam tarzı ve beslenme değişiklikleri ile yeterli kolesterol düşüşü sağlanamayan hastalarda ise ilaç tedavisi gerekebilir. Statinler tedavide başlıca kullanılan ilaç grubudur. Karaciğerden kolesterol üretimini kısıtlayarak kolesterol düzeylerini düşürür. Statin grubu ilaçların yanı sıra fibrat,  niasin, sekestran, kolestiramin veya kolesterol emilim inhibitörleri de kullanılabilir. Tedavi başlanılan hastalarında düzenli aralıklarla takip edilmesi gerekir.

Kolesterol yüksekliğinizin olup olmadığınızı öğrenmek için Kolesterol Kontrol Testi paketlerimizi satın alabilir, evinizin rahatlığında hizmet alabilirsiniz. https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/kolesterol-kontrol-testleri/

PRP-Tedavisi-min
CategoriesGenel

PRP Tedavisi Nedir? Kimlere Uygulanabilir?

PRP, kişinin kendi kanının özel bir takım işlemlerden geçirilerek sorunlu olan bölgeye uygulandığı bir tedavi yöntemidir. Uygulandığı bölgelerde yenilenme ve iyileşme sağlamaktadır. PRP’nin oldukça geniş bir kullanım alanı bulunmaktadır Dermatoloji, ortopedi, fizik tedavi ve kadın hastalıkları branşlarında tedavi yöntemi olarak uygulanmaktadır. PRP tedavisi enjeksiyon yöntemi ile uygulanmaktadır. Memorial Şişli Hastanesi Dermatoloji Bölümü’nden Uz. Dr. Tuğba Kevser Uzunçakmak, PRP işlemi hakkında bilgi verdi.

PRP nedir?

PRP (Platelet Rich Plasma) kanın belirli hücrelerden arındırılmış bir parçasıdır. PRP, koldan alınan kanın özel bir işlemden geçirilmesinden sonra elde edilmektedir. Bu işlem kırmızı ve beyaz kan hücreleri ayrıştırılarak trombositlerin konsantre edilmesini mümkün kılmaktadır. Trombositler pıhtılaşmadan sorumlu kan hücreleridir ve cilt, kemik, kıkırdak, tendon veya kas onarımını uyaran büyüme faktörlerini içermektedirler. PRP normal kandan 5 kat daha fazla trombosit içerir. Sorunlu bölgeye enjekte edildikten sonra doku yenilenmesinden sorumlu olmaktadırlar.

PRP yani trombositten zengin plazma uygulaması cilt hücrelerinin, özellikle fibroblastların çoğalmalarını sağlamaktadır. Bu durum da, tip 3 kolajeninin artışa yol açmaktadır. Tip 3 kolajen, cildin görünümünü, rengini ve elastikiyetini belirlediği için yüz, boyun, dekolte ve ellerin gençleşmesini sağladığı için çok önemlidir.

PRP tedavisi hangi sağlık sorunlarında kullanılır?

PRP cildi yenilemek, gençleştirmek ve cilt kusurlarını gidermek için kullanılır. PRP uygulandığında büyüme faktörleri sayesinde tam bir değişim görülür, elastikiyet artar, kolajenin yeniden yapılandırılması ve artan üretim sayesinde cilt gevşemesi ve kırışıklıklar azalır. PRP tedavisi ile yüz, boyun, eller ve vücudun diğer birçok bölgesindeki yaşlanma belirtileri büyük ölçüde azalır. PRP tedavisi yeni kolajen ve elastin üretimini uyarmaktadır. Akne tedavisinde, sivilcelerin neden olduğu izlerde, kuruluk için veya çeşitli lezyonlarda kullanılır. PRP ciltte herhangi bir nedenle oluşan lezyonların etrafındaki yaraların iyileştirmektedir. PRP tedavisi cilt lekelerinin tedavisinde de kullanılabilmektedir. PRP ayrıca cilt dokusunu pürüzsüzleştirir, cilt tonunu eşitler. Gözeneklerin görünümünü en aza indirir.  Güneşin cilde verdiği hasarı da onarır.

Platelet Rich Plasma (PRP) tedavisi, saç dökülmesini durdurmak veya ince ve zayıf saçların kalitesini artırmak için kullanılan bir yöntemdir. Saç derisine uygulanan PRP, zayıf ve hasar görmüş saç köklerini uyararak saç dökülmesini durdurur. PRP uygulaması, saçsız veya ince saç bölgesine yapılmaktadır. Saçı daha parlak ve canlı hale getirir.

PRP tedavisi; kas yırtılmalarında, tendon yaralanmalarında, bağ yaralanmalarında veya osteoartrit gibi eklem hasarlarında sıklıkla kullanılır. Bazı durumlarda doku iyileşmesini hızlandırmak için cerrahi işlemin sonunda PRP enjeksiyonu yapılır. PRP’nin kullanıldığı hastalıklar; kas hasarı, tendon yaralanmaları ve menisküs lezyonlarıdır.  Tendon ve bağ yaralanmalarında önemli bir yan etki olmaksızın daha hızlı iyileşme sağlanmaktadır. Kas ve tendon yaralanmalarına ek olarak, PRP tedavisi diz ve kalça kireçlenmelerinin başlangıç aşamalarında da etkili olabilmektedir.

PRP tedavisi kadın hastalıkları ve tüp bebek branşlarında da kullanılan bir yöntemdir. İdrar kaçırma sorunu yaşayan kadınlara PRP uygulamasına başvurulabilmektedir.

 

 Hangi cilt problemlerinde PRP tedavisi uygulanır?

PRP, doku yenilenmesini destekleyebilen, trombositlerden veya büyüme faktörlerinden zengin plazmadır. Trombositler hücrelerin yenilenmesi ve iyileşme mekanizmalarını harekete geçirmektedir. PRP’nin cilde enjeksiyonu, özellikle kolajen oluşumunu teşvik ederek cilde daha sağlıklı, pürüzsüz ve genç bir görünüm kazandırmayı mümkün kılmaktadır.

PRP enjeksiyonu, yüz, boyun, dekolte, kollar ve ellere uygulanabilmektedir.

 

  • Cildin kalitesi, elastikiyeti artar ve canlı görünür.
  • Kırışıklıklar, ince çizgiler ve koyu halkaların görünümü azalır.
  • Güneş lekeleri, akne izleri veya travma sonrası izlerin görünümünü iyileşir.
  • Gözeneklerin görünümünü en aza indirir.
  • Güneşin cilde verdiği hasarı da onarır.

Tedavinin ilk seanslarından itibaren cildin görünümünde düzelme fark edilebilmektedir. PRP tedavisi cilt uygulamalarında genellikle 3-4 seans sürebilmektedir. Seanslar 2-4 hafta aralıklarla uygulanabilmektedir.

Saç dökülmesi tedavisinde PRP nasıl uygulanır?

Saç dökülmesi normaldir ancak uzun süre devam ediyorsa ve dökülme önemli düzeydeyse sorun haline gelebilmektedir. Saçların dökülmesinin birçok nedeni olabilir. Stres, sigara ve alkol genel sağlığı etkilediği gibi saç sağlığını da olumsuz etkilemektedir. Çevresel faktörler ve saç derisi hijyeni de yine saç dökülmesi nedenleri arasında yer almaktadır. Hormonal değişiklikler özellikle kadınlarda saç dökülmesinin en yaygın nedenleri arasındadır. Hamilelik ve menopoz, kafa derisinin sağlığını etkileyerek kadınlarda belirgin saç dökülmesine neden olabilmektedir.  Erkeklerde kellik genellikle genetik bir yatkınlıktan kaynaklanır.

PRP saç tedavisinin amacı, zayıf ve çok ince saçları ve canlanan saç köklerini uyararak saç sağlığının geri kazanılmasına yardımcı olmaktır. PRP tedavisi sırasında elde edilen plazma, yüksek oranlarda trombosit ve lökosit (beyaz kan hücreleri) içermektedir. Trombositler ve lökositler büyüme faktörleri salgılarlar ve hasarlı dokuların yenilenmesini sağlarlar. PRP tedavisi saç kökünün yenilenmesini ve büyümesini sağlamaktadır. Saç dökülmesinde PRP’yle birlikte saç mezoretapisi de uygulanabilmektedir.

Uygulama genellikle ortalama 3-4 ay boyunca 15 günde bir yapılır. Bundan sonra yılda bir uygulama yeterli olacaktır. Bu yöntemin en önemli avantajı, özel plazmanın hastanın kanından elde edilmesi ve bu nedenle alerji riski olmamasıdır.

PRP nasıl uygulanır?

PRP kişinin kolundan alınan kanla yapılmaktadır. Açlık ya da tokluk durumu gerekli değildir.  Alınan kan trombositten zengin bileşenin kırmızı kan hücresinden zengin bileşenden ayrılmasından sonra PRP hazırdır. PRP tedavisi sorunlu bölgeye enjeksiyon yöntemi ile uygulanmaktadır. Genellikle PRP enjeksiyonları ağrılı değildir. Bununla birlikte, rahatsızlık seviyesi, vücudun tedavi edilen kısmına bağlıdır. PRP tedavisi öncesi uygulama yapılacak bölge lokal olarak uyuşturabilir. Enjeksiyon sonrası hafif kızarıklık, ödem ve morluk görülebilmektedir.

PRP’nin avantajları nelerdir?

Hastanın kendi kanı kullanıldığı için yan etki ve alerji riski çok düşüktür. Tedavi ayakta uygulanan tedavidir ve özel hazırlık veya hastaneye yatış gerektirmez. Bu özelliği aynı zamanda iyileşmenin hızlı olmasını da sağlamaktadır.

PRP’nin yan etkisi var mıdır?

Elde edilen PRP hastanın kendi kanından elde edildiğinden yan etki riskleri çok az olmaktadır. İşlem sonrası ödem ve kızarıklık ile birlikte hafif iltihabi reaksiyonlar gözlenebilmektedir. Bunlar ilerleyen günlerde yavaş yavaş kaybolmaktadır.

PRP tedavisi bazı ilaçlar kullanılırken yapılmamalıdır. Herhangi bir riskten kaçınmak için PRP tedavisi öncesinde kullanılan ilaçlar doktora bildirilmelidir. PRP tedavisi için kan alımı sonrasında kolda morarma gibi rahatsızlıklar da yaşanabilmektedir. Hamile ve emziren kadınlara PRP tedavisi uygulanması önerilmemektedir. PRP tedavisi sonrasında ilk gün banyo yapılmaması ve güneşten kaçınılması gerekmektedir.

 

Saçınız dökülüyorsa ya da saçınızın dökülmesinden endişe ediyorsanız saç dökülmesi kontrol testi paketlerimizi satın alabilir, evinizin rahatlığında hizmet alabilirsiniz.”

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/sac-dokulmesi-kontrol-testleri-detayli/

gazsıkısması
CategoriesGenel

Mide Üşütmesi Nedir? Mide Üşütmesine Ne İyi Gelir?

Mide üşütmesi yaş ve cinsiyet ayrımı olmaksızın vücuda giren virüslerin bağırsak enfeksiyonuna neden olması durumudur. Bağışıklık sistemine bağlı olarak hafif seyirli ya da şiddetli belirtiler gösterebilir. Bulaşıcılığı nedeni ile korunma yöntemleri göz ardı edilmeyerek virüs ile enfekte olunmaktan kaçınılmalıdır. Memorial Dicle Hastanesi İç hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Abbas Zülfüoğulları mide üşütmesi hakkında bilgi verdi.

Mide üşütmesi nedir?

Zararlı virüsler ile enfekte olduktan kısa bir süre sonra mide üşütmesi semptomları ortaya çıkmaktadır. Mide gribi olarak da adlandırılan bu durum solunum sistemini etkileyen grip ile karıştırmamalıdır. Normal grip boğaz, burun ve akciğerleri etkilerken gastoenterit şekli ise bağırsakları etkilemektedir. Mide üşütmesi genel olarak bir hafta gibi bir zaman diliminde iyileşme ile sonuçlanmaktadır. Ancak bazı durumlarda iyileşme süresi daha uzun olabilmektedir. Genellikle yetişkinlerde ciddi sonuçlar doğurmayan bu bağırsak enfeksiyonu ateş ve ishal belirtileri ile ortaya çıkmaktadır. Viral gastroenterit yani mide üşütmesi besin kaynaklı ve virüslerin olduğu alanlarda elle temas ettikten sonra el yıkamadan ağız, göz çevresine dokunma ile bulaşabilmektedir.

Mide üşütmesi neden olur?

Mide gribi sıklıkla enfeksiyonu taşıyan ya da saflığı kalmayarak tehlikeli maddeler ile değişime uğrayan besin, su gibi temel ihtiyaç maddelerinin tüketilmesi ile gelişmektedir. Çeşitli zararlı virüs, bakteri ve parazitlerden kaynaklanan mide gribinin kişisel eşyaların paylaşılarak hijyen şartlarına dikkat edilmemesi durumu bilindik nedenler arasında yerini almaktadır. Bebek ve çocuklarda daha şiddetli ortaya çıkan rotavirüs mide gribi nedeni sayılabilmektedir.  Mide üşütmesi yani mide gribi tedavisi için alınacak bir takım önlemler ve tıbbi yardım kısa sürede atlatılmasını sağlamaktadır.

Mide üşütmesi belirtileri nelerdir?

Genellikle mide üşütmesine neden olan zararlı virüs ve bakteriler ile enfekte olduktan sonra septomlar 3 gün içerisinde ortaya çıkmaktadır. Bağırsak enfeksiyonu olan viral gastoenterit bağışıklık sistemi yeteri kadar gelişmeyen çocuk ve bebekler, bağışıklık sistemi zayıflayan ileri yaş grubu için tehlike arz etmektedir. Bazı belirgin belirtileri bulunan mide üşütmesinin bazı semptomları şu şekilde sıralanabilir;

  • Yüksek ateş
  • Mide bulantısı
  • Kusma
  • Mide krampları
  • Ara sıra kas ağrıları
  • Baş ağrısı
  • Sulu ishal
  • Kanlı ishal ise şiddetli enfeksiyonun olduğu durumlarda görülmektedir.

Mide üşütmesi tedavisi nasıl sağlanır?

Bazı dönemde toplumda salgın şeklinde görülebilmektedir. Böyle dönemlerde tanı konulması daha kolay olmaktadır. Uzman hekim tarafından yapılacak fizik muayene ile birlikte bazı semptomları varlığı tanı koymada yardımcı olmaktadır. Sürekli ve sıklıkla sulu ishal ya da kanlı ishal, 48 saati aşan kusma problemi ve mide krampları mide üşütmesi rahatsızlığında tanı koymadan önemli belirtiler olarak tanımlanmaktadır. Mide üşütmesi rahatsızlığında şiddetli enfeksiyon durumu iyileşme süresinin gecikmesine sebep olmaktadır. Normal şartlarda 7 ila 10 gün içerisinde gerçekleşen iyileşme durumu 14 güne kadar çıkabilmektedir. Genellikle tedavi yöntemi olarak uzman hekim tavsiyesi doğrultusunda oral (ağızdan) alınan ilaçlar verilebilmektedir.

Mide üşütmesi korunması yöntemleri nelerdir?

Etkin bir tedavi yöntemi bulunmadığı için mide üşütmesinin yayılımını engellemek ve korunmak için alınacak bazı yöntemler şu şekilde sıralanabilir;

  • Temas sonrası ellerin yıkanması,
  • Çocuklar aşılanabilir,
  • Hapşırırken ve öksürürken peçete kullanımı ya da dirseğin iç kısmına doğru kullanım,
  • Gün içerisinde kullanılan kıyafet, materyal ve nesnelerin dezenfekte edilmesi,
  • Meyve ve sebzelerin tüketim öncesi iyice yıkanması,
  • Virüs ile enfekte olunan ortamlarda kişisel eşyaların çoklu kullanılmamasına özen gösterilmelidir,
  • Kalabalık ortamlarda sosyal mesafeye özen gösterilmelidir.

 Mide üşütmesine ne iyi gelir?

Mide üşütmesi sulu ishale sebep olacağından ishali artıracak yeşil sebze, yağlı gıda, karpuz ve kavun gibi meyve, sebze tüketimi bu sürede önerilmemektedir. Aynı şekilde ishali tetikleyecek aşırı baharatlı besinlerin tüketimi sağlanmamalıdır. Toplumda genellikle mide üşütme tedavisi evde sağlanmaya çalışılarak nane limon tüketimi oldukça fazladır. Ancak mide üşütmesine iyi gelen nane limon suyunun fazlaca tüketilmesi, bağışıklık sistemi gelişme aşamasında olan ya da bağışıklık sistemi zayıflayan çocuk, bebek ve yaşlılarda olumsuz yan etkileri görülebilmektedir. Hekim onayı ile verilen ilaçlara ek olarak aşırıya kaçmayacak şekilde şu besinler tüketilebilir;

  • Bal
  • Zencefil
  • Nane – limon
  • Ilık bir çorba

Mide üşütmesi gaz yapar mı?

Bağırsak enfeksiyonu olduğu dönemlerde soğuk içecek ve besinlerin tüketimi midede gaz oluşumunu tetikleyebilmektedir. Bu süreçte gaz oluşumu riskini azaltmak adına sıcak besinlerin tüketilmesi önerilmektedir.

 Mide üşütmesine duş iyi gelir mi?

Hastalık döneminde ılık su ile duş almak vücudu rahatlatarak gergin kasların yumuşamasına neden olmaktadır. Mide üşütmesi rahatsızlığında baş ağrısına ve kas ağrısına iyi gelebilir. Ancak tam anlamıyla hastalığında ortadan kalkmasında etkin rol oynamamaktadır.

Mide üşütmesi regl geciktirir mi?

Regl gecikmeleri çoğunlukla sinir ve strese bağlı olarak tarih değişmektedir. Şiddetli seyreden hastalık dönemlerinde regl düzensizliği yaşanabilmektedir. Çoğu zaman geçici olan bu durum çok nadir de olsa görülebilmektedir.

Mide üşütmesine ağrı kesici iyi gelir mi?

Toplumda sıkça yanlış kullanılan ağrı kesiciler yalnızca ağrıyı hafifleterek rahatlama hissi oluşturmaktadır. Ağrı kesiciler bir tedavi şekli olmamakla birlikte hastalığın tamamen atlatılmasını sağlayacak bir tıbbi güce sahip değildir. Belirti olarak görülen baş, kas ağrısı ve mide kramplarına geçici olarak reçeteli ağrı kesici ile müdahale edilebilmektedir.

Mide üşütmesi ve gıda zehirlenmesi arasında fark nedir?

Mide krampları ve bulantı belirtileri benzerliğinden mide üşütmesi ve gıda zehirlenmesi halk arasında karıştırılmaktadır. Belirgin ve ayırt edici bir fark olarak gıda zehirlenmelerinde besini tüketimi sonrası çoklu şekilde zehirlenmeler yaşanmaktadır. Gıda zehirlenmeleri fark edikten hemen sonra en yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır.

Mide üşütmesi bebeklerde belirtileri nelerdir?

Yetişkinler ile bebekler arasında belirti anlamında çok büyük farklılık gözlenmemektedir. Ancak bebeklerde emme isteğinin olmayışı, fazla gaz ve ağlama şikayetlerinin mide üşütmesi belirtisi olduğu düşünülmektedir.

Soğuk hava mide üşütmesi yapar mı?

Soğuk havaya bağlı mide üşütmesi toplumda yaygın olan yanlış bilgilerin başında yer almaktadır. Mide üşütmesi viral enfeksiyon ile temas sonrası ya da enfekte olmuş besinlerin tüketimi ile ortaya çıktığından üşütme diye adlandırılan soğuk algınlığından farklı bir hastalıktır. “Mide üşütmesi konusunda merak ettiklerinizi öğrenmek ve “ Bağışıklık Paketi” ni incelemek için linke tıklayabilirsiniz.

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/bagisiklik-test-paketi-detayli/

nar
CategoriesBeslenme

Narın Faydaları Nelerdir?

Pek çok topluma göre bereketin simgesi olan narın sağlık için de pek çok faydası bulunmaktadır. Diyetlerde de rahatlıkla tüketilebilen nar, hem tok tutmakta hem de antioksidan içeriğiyle vücuttaki pek çok sisteme iyi gelmektedir. Memorial Şişli Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Uz. Dyt. N. Sinem Türkmen, narın faydaları hakkında bilgi verdi.

Nar nedir?

Nar dünyanın en faydalı meyvelerinden biridir. Araştırmalara göre nar, vücut için çok faydalıdır ve çeşitli hastalıkların riskini azalttığı bilinir. Nar, kalın kabuklu, hafif ekşimsi, kabuğunun içinde kırmızı küçük tanelerin olduğu bir meyvedir. Kabuğu yenilmese de içindeki taneleri sade olarak, salatada, yulaf ezmesinde ve pek çok yemeğin üzerinde yenilebilir. Nar ağacı üzerinde yetişen narın büyümesi ve olgunlaşması için sıcak havaya ihtiyaç vardır. Genelde Orta Doğu ve bazı Asya ülkelerinde yetişir. Nar, kuraklığa dayanıklı bir meyvedir. En çok -10 derecede soğuğa kadar dayanabilmektedir. Güneş seven bir meyvedir. Türkiye’de de Ege’de, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde, Denizli’de yetişebilmektedir. Dünyada İran, Çin, Türkiye, Irak, Hindistan, İspanya, Suriye, Afganistan, Mısır, Özbekistan, Pakistan gibi ülkeler nar üretiminde önde gelmektedir. Çin ve Hindistan da nüfus çokluğu nedeniyle nar ihracatı yapmaz. En çok nar ihracatı yapan ülkeler Türkiye, İran, İspanya, Hindistan, Azerbaycan ve ABD’dir. Eylül ve Kasım ayına kadar yenilebilir. Uzun raf ömürleri sayesinde Ocak ayına kadar da pek çok yerden satın alınabilir. Narın faydaları saymakla bitmez. Pek çok besinden üç kat daha fazla antioksidan içerir. Antioksidan, vücut hücrelerini hasardan korur.

Narın faydaları nelerdir?

Narın kalorisi çok yüksek değildir. 100 gramlık narda 82 kcal bulunur. Bir çorba kaşığı nar da 9 kcal’dir. Narda çok sayıda antioksidan vardır. 100 gram narda 10 mg kalsiyum, 236 mg potasyum, 3 mg sodyum, 19 gr karbonhidrat vardır. Şeker içeriği yüksektir. Bu nedenle dikkatli ve ölçülü tüketilmelidir. Narın lif oranı yüksektir. Lif oranı yüksek olduğu için de tok tutar. Nar faydaları çok fazla olan bir meyvedir. Faydaları şöyle sıralanabilir:

Yüksek tansiyonu düşürür: Yüksek tansiyon, kalp krizi ve felçlerin önde gelen nedenlerinden biridir. Düzenli nar tüketiminin kan basıncını düşürdüğü yönünde araştırmalar bulunmaktadır.

Eklem ağrılarına iyi gelir: Nardaki bileşiklerin iltihap önleyici etkileri olduğu göz önüne alınırsa eklemlerle ilgili sorunlarda narın faydası olabileceği söylenebilir.

Kalp krizi riskini düşürür: Kalp hastalıkları dünyada yaygın ölüm sebeplerinden biridir. Narda bulunan punisik asitin kalp sağlığını koruduğu bilinir. Yüksek trigiliserid düzeyine sahip 51 kişide yapılan 4 haftalık çalışmada günde 800 mg nar çekirdeği yağının trigliseridi düşürdüğü, HDL oranının yükseldiğini göstermiştir. Ayrıca farklı araştırmalar nar suyunun yüksek tansiyonu düşürdüğünü ortaya koymuştur.

Kansere karşı korur: İçindeki antioksidanlarla prostat, mide kanseri, kolon kanseri, akciğer kanseri, meme kanseri üzerinde olumlu etkiler olduğu çeşitli çalışmalarca gösterilmiştir.

Sindirim sistemine iyi gelir: Narın sindirim sistemi üzerine olumlu etkileri vardır. Antibakteriyel ve antiviral etkisiyle bağırsaklardaki zararlı bakterileri ortadan kaldırır. Şişkinlik ve kabızlığı önler.

Cildi gençleştirir: Nardaki çekirdekler çok sayıda vitamin ve mineral içerir. Bunlar da cildin genç kalmasını, güzelleşmesini sağlar.

Mantar enfeksiyonlarıyla savaşır: Nardaki bitki bileşikleri zararlı mikroorganizmalarla savaşmaya yardımcı olabilir. Bazı bakteri türleriyle ve ayrıca Candida albicans mayasıyla savaştıkları gösterilmiştir.  Anti-bakteriyel ve anti-mantar etkileri, ağzınızdaki enfeksiyonlara ve iltihaplanmalara karşı da koruyucu olabilir. Bu iltihaplanmalar, diş eti iltihabı, periodontitis ve protez stomatit gibi durumları içerir.

Hafızayı güçlendirir: Narın hafızayı iyileştirebileceğine dair bazı kanıtlar vardır. Örneğin ameliyat hastalarında yapılan bir çalışma, 2 gram nar ekstresinin ameliyattan sonra hafıza şikayetlerini önlediğini buldu. Hafıza şikayetleri olan 28 yaşlı yetişkin üzerinde yapılan bir başka çalışma, günde 8 237 ml nar suyunun sözel ve görsel hafıza belirteçlerini önemli ölçüde iyileştirdiğini buldu. Farelerde yapılan araştırmalar ayrıca narın Alzheimer hastalığıyla savaşmaya yardımcı olabileceğini düşündürmektedir.

Egzersiz performansını yükseltir: Nar, egzersiz performansını iyileştirdiği gösterilen diyet nitratları açısından zengindir. Koşu bandında koşan 19 sporcu üzerinde yapılan bir araştırma, egzersizden 30 dakika önce bir gram nar özütü tüketmenin kan akışını önemli ölçüde artırdığını, yorgunluğun başlamasını geciktirdiğini ve egzersiz verimliliğini artırdığını gösterdi. Ancak bunu kanıtlamak için de daha çok çalışmaya ihtiyaç bulunmaktadır.

Nar suyunun faydaları nelerdir?

Nar meyvesinin faydaları çoktur. Ayrıca meyvenin kendisi gibi nar suyunun faydaları da çoktur. Nar suyunun kadınlarda östrojen seviyesini dengelediği, menopoz sorunlarıyla başa çıktığı bilinir. Nar suyunun da tıpkı nar gibi cildi gençleştirdiği bilinir. Ayrıca kalp damar sorunlarına karşı, kansere karşı koruyucu olduğu bilinmektedir. Nar, demir açısından da zengindir. Anemiye bağlı sorunları düzeltebilir. Nar suyu hafızayı güçlendirir, kas koordinasyonunu geliştirir, saçları besler, mantar enfeksiyonlarını önler. 100 ml kadar nar suyu bir insanın günlük C vitamini ihtiyacının yüzde 16’sınuı karşılamaktadır.

Narda hangi maddeler vardır?


Narda lif, B6, B1, B2, B3, B5, C, E, K vitaminiyle birlikte kalsiyum, demir, magnezyum, fosfor, potasyum, sodyum, çinko bulunmaktadır. Nara bu anlamda vitamin ve mineral deposu denilebilir.

Nar çekirdeği yağının faydaları nelerdir?

Nar kadar nar çekirdeği yağı da faydalıdır. Özellikle cilt üzerine etkileri olan nar çekirdeği yağı cildi gençleştirir. Bunun yanında kırışıklıklarda etkilidir, hücreleri yeniler, cildi canlandırır, cilt tonunu eşitler, saçlardaki kepeklenmeyi de azaltır. Ancak nar çekirdeği yağının yüzde 100 doğal üretildiğinden emin olmak gerekmektedir. Ancak gebelikte kullanılması uygun bulunmamaktadır.

Nar kabuğunun faydaları nelerdir?

Nar kabuğundaki maddelerin dişleri, kemikleri güçlendirdiği bilinir. Kolesterolün düzenlenmesini sağlar, kış hastalıklarında tedavi edicidir, ishale iyi gelir. Kaynatılmış suda 10 dakika demlenerek içilmesi önerilir. Ancak bunu uygularken doktora danışmakta fayda vardır.

Narın kadınlara faydaları nelerdir?

Narın kadınlar için faydalı bir meyve olduğu bilinir. Menopoz sorunlarıyla başa çıkmada, meme kanserine karşı koruyucu olmada, cilt sağlığını düzeltmede faydaları bulunmaktadır. Yine de nar tüketirken ya da nar içerikli ürünler tüketirken hekime danışmak gerekmektedir. Çünkü narın bazı ilaçların etkisini bozduğu ifade edilmektedir.

Nar ekşisinin faydaları nelerdir?

Nar ekşisinin yüksek tansiyonu düşürdüğü, kolesterole olumlu etki ettiği, diş sağlığını koruduğu, kalp hastalıklarına karşı koruyucu olduğu bilinmektedir. Ancak fazla tüketildiğinde bağırsaklarda ve midede asite neden olabilir. Ayrıca piyasada genelde nar ekşisi yerine nar ekşisi sosu satılır. Bunların şekeri yüksek olduğu için fazla tüketimi zarar verir, fayda da sağlamaz. Bu nedenle yüzde 100 doğal nar ekşisi tüketilmelidir.

Narın cilde faydaları nelerdir?

Cilt kanseri önler: Çalışmalar narın anti-kanser potansiyelini desteklemişlerdir, ancak bu meyveyi tek başına kullanmanın kanser hücrelerinin oluşmasını engelleyeceğinin garantisi yoktur. O nedenle narı tüketirken, güneşten korunmayı ihmal etmemek gerekir.

Cilt kolajenini artırır: Kolejen yaşlanınca kaybolabilir. Ayrıca kötü beslenme, sigara ve diğer olumsuz yaşam tarzı alışkanlıkları kolajeni hızlı kaybetmenize neden olabilir. Narın antioksidan içeriği yaşlanmayı önler ancak tek başına yeterli olmaz. Nar tüketimi sizi destekler.

Cildi parlatır: Nar tek başına size genç ve parlak bir cilt kazandırmaz. Parlayan cilt, genel olarak sağlıklı bir diyetle doğrudan ilişkilidir. Nar tüketimi de cildinizin üzerinde olumlu etkiler getirebilir.

Dengeli hidrasyonu sağlar: Narın hem yağlı hem de kuru cilt tipleri için faydalı olduğunu söylenir. Nardaki antioksidanlar sayesinde ciltteki yağ- nem dengesi korunur. Tabii ki sağlıklı yaşam tarzı da narla birlikte devam ettirilmelidir.

Taze meyveler hastalıklardan korunmak ve sağlıklı kalmak çok önemlidir. Nar da zengin vitamin içeriği ile doğru beslenme planında olmazsa olmaz meyvelerdendir. Siz de beslenme planınızın size uygun olup olmadığını, vücudunuzdaki vitamin- mineral dengesinin yeterli gelip gelmediğini merak ediyorsanız, Sağlıklı Yaşam Paketleri’ne göz gezdirebilir ve testlerinizi evinizin konforunda yaptırabilirsiniz.

Kapat
Add to cart
Görüşmeyi Başlat
Canlı Destek
Canlı Destek - Evde Sağlık
Merhaba,
Size nasıl yardımcı olabiliriz?