karaciger
CategoriesGenel

Karaciğer Yağlanması Belirtileri Nelerdir?

Aşırı kilo, alkol, tütün kullanımı ve farklı hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkan karaciğer yağlanması, karaciğerde olması gerektiğinden daha fazla yağ birikmesinden kaynaklanıyor. Sağlıklı her karaciğer az miktarda olsa da yağ içeriyor. Karaciğerde fazla yağ birikimi ise ilerleyen dönemlerde karaciğer yetmezliğine neden olan siroza yol açabileceğinden tedavisinin erken dönemde planlanması gerekiyor. Diyet ile kilo kontrolü gerektiren karaciğer yağlanmasının yaşam tarzı değişiklikleri ile de kontrol altına alınması gerekiyor. Memorial Diyarbakır Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü’nden Doç. Dr. Nurettin Tunç, karaciğer yağlanması hakkında bilgi verdi.

Karaciğer yağlanması nedir?

Vücudun en büyük iç organı olarak kabul edilen karaciğerin temel işlevi toksinleri uzaklaştırmak ve gıda besinleri işlemektir. Karnın sağ üst tarafında yer alan karaciğer 6 ayda bir olmak üzere kendini yenileme özelliğine sahip olan organ olarak bilinmektedir. Sindirim sistemine gelen kan, vücudun başka yerine gitmeden karaciğerde süzülmektedir. Karaciğer yağlanmasının toplumda görülme sıklığı kesin olmamakla birlikte her 10 insandan birinde görüldüğü düşünülmektedir. Karaciğerin yağlanması hasara neden olmayabilir, ama iltihaplanması ciddi komplikasyonlara neden olmaktadır. Toplumda sarılık yani hepatit olarak adlandırılan durum karaciğer iltihaplanması, karaciğer yağlanmasına bağlı görülmektedir. Alkolik yağlı karaciğer hastalığı, alkole bağlı karaciğer hastalığının en erken aşamasıdır. Sonraki aşamalar alkolik hepatit ve sirozdur.

Karaciğer yağlanması neden olur?

Yağlı karaciğer (NAFL) hastalığının tam nedeni bilinmemekle birlikte, kilo alımı ve obezite ile giderek yaygınlaşan genel olarak iyi huylu bir durum olarak kabul edilmektedir.  Şu anda Dünyada karaciğer bozukluğunun en yaygın nedeni olarak bilinmektedir. Özellikle aşırı alkol kullanımının tetiklediği karaciğer yağlanması obezite, diyabet, yüksek tansiyon, beslenme biçimi, tütün ürünü kullanımı ve bazı ilaçların kullanımına bağlı karaciğer yağlanması riskini tetiklemektedir. Ancak bazı durumlarda karaciğerin yağı metabolize edememesi de karaciğer yağlanmasına neden olmaktadır. Alkolsüz yağlı karaciğer hastalığı (NAFLD) karaciğerde yağ birikmesi, yağ infiltrasyonu olarak adlandırılmaktadır. Karaciğer yağlanması ile karakterize tıbbi bir durum olan NAFLD iki türü bulunmaktadır.

1-Alkolsüz yağlı karaciğer (NAFL), yağ infiltrasyonunun olduğu ancak iltihaplanmanın olmadığı genel olarak iyi huylu bir durum

2-Karaciğer iltihabı ile birlikte yağ infiltrasyonunun olduğu alkolsüz steatohepatit (NASH)

Alkol kötüye kullanımı ve diğer durumlar da karaciğer sorunlarına yol açabilmektedir.  NAFLD’ nin herhangi bir formuyla teşhis edilebilmesi için, bir kişinin ağır alkol kullanım öyküsü veya karaciğer rahatsızlığına (hepatit C gibi) neden olabilecek başka bir soruna sahip olmaması gerekmektedir.

Karaciğer yağlanması belirtileri nelerdir?

Karaciğer iltihaplanması yani NASH’li çoğu insanın hiçbir semptomu bulunmamaktadır.  Nadiren, yorgunluk, halsizlik hissi ve sağ üst karın bölgesinde belirsiz bir rahatsızlık olan kişilerde alkolsüz yağlı karaciğer (NAFL) bulunmaktadır. Karaciğer yağlanmasın da karaciğer normal çalışır ve herhangi bir belirti görülmemektedir. Alkolsüz karaciğer yağlanması (NAFL) genellikle, bir başka nedenle safra taşlarını aramak için yapılan ultrason yöntemi gibi, karın görüntüleme testleri yaptığında bulunmaktadır. Karaciğer yağlanması belirtileri kısaca şu şekilde sıralanabilir;

  • Sarı bir cilt tonu,
  • Bacak ve karın şişliği,
  • Mide bulantısı,
  • İştahsızlık,
  • Yorgunluk ve zihin karışıklığı,
  • Karın ağrısı belirti olarak gösterilebilir.

 Karaciğer yağlanması tedavi şekilleri nelerdir?

Karaciğer yağlanmasında tedavi, obezite, diyabet ve hiperlipidemi gibi durumları kontrol etmeyi amaçlamaktadır.  İnsülin direncini tedavi eden ilaçlarla çeşitli deneysel tedaviler araştırılmaktadır. Kilo vermek, karaciğer enzimleri ve insülin düzeylerini düşürmeye yardımcı olabilir ve yaşam kalitesini iyileştirebilmektedir.  Hızlı kilo kaybı karaciğer hastalığının kötüleşmesi ile ilişkilendirildiğinden kilo kaybı kademeli olmalıdır. (örneğin haftada 1 ila 2 kg).

E Vitamini — E vitamininin karaciğer yağlanması (NASH) bir parçası olarak meydana gelen karaciğer hasarının bir kısmını azaltabileceğine dair bazı kanıtlar bulunmaktadır.

Alkol tüketiminden kaçınılmalıdır.

Ağırlıklı olarak taze meyve sebze tüketimi, zeytinyağı, baklagiller ve tam tahıllı ekmek tüketiminin sağlandığı Akdeniz tipi beslenme şekli karaciğer yağlanması tedavi sürecinde önerilmektedir. İnsülin direncinin kontrol alınması ve düzenli egzersizlerin yapılması önem arz etmektedir.

Karaciğer yağlanması kimlerde olur?

Karaciğer yağlanması nedeni kesin olarak bilinmemekle birlikte, en sık aşağıdaki koşullardan birine sahip kişilerde görülür.

  • Obezite: Karaciğeri yağlı tespit edilen kişilerin yüzde 70’inden fazlasının obez olduğu tespit edilmiştir.
  • Diyabet: Karaciğeri yağlı kişilerin yüzde 75 kadarında tip 2 diyabet görülmektedir.
  • Hiperlipidemi – NASH’li kişilerin yaklaşık yüzde 20 ila 80’inde hiperlipidemi görülmüştür. (yüksek kan trigliserit seviyeleri ve/veya yüksek kan kolesterol seviyeleri).
  • İnsülin direnci – İnsülin direnci genellikle hiperlipidemisi olan ve obez olan kişilerde görülür; bu semptom grubu, metabolik sendrom olarak bilinir ve sıklıkla karaciğer yağlanmasına sahip kişilerde görülür.
  • İlaçlar ve toksinler karaciğer yağlanmasına neden olabilmektedir.

 Karaciğer yağlanması nasıl geçer?

Aşırı kilolu ya da obez sınıfında olunması halinde tedavi şekli olarak atılacak ilk adım bir Gastroenteroloji uzmanı ile birlikte beslenme uzmanından önerisi doğrultusunda diyet beslenme programı ve yapılacak düzenli egzersizler ile sağlıklı bir şekilde kilo verilmesi olmalıdır. Akdeniz tipi beslenme şekli sıkça önerilmektedir. Karaciğer yağlanmasına neden olan etken tespit edildikten sonra önlemler alınmaktadır. Yapılan araştırmalara göre bazı ilaçların kullanımı karaciğer yağlanması riskini tetiklediğinden bu duruma neden olan ilaçların uzman hekim gözetiminde sınırlandırılması ya da değiştirilmesi gerekmektedir.

Karaciğer yağlanması hangi yaşlarda sıklıkla görülür?

Karaciğer yağlanması genellikle 40-60 yaş arasında görülmektedir. Ancak 10 yaşından sonra da görülebilmesi mümkündür. Kadınlarda görülme sıklığı erkeklere oranla daha yüksek olarak saptanmıştır.

Karaciğer yağlanması normal midir?

Karaciğer yağlanması anormal bir hastalık olup karaciğer yetmezliği ve karaciğer kanserine ilerleyebilir. Erken dönemde alınacak tanı ile uygulanacak tedavi yöntemleri hayati önem arz etmektedir.

Karaciğer yağlanmasına faydalı yiyecekler nelerdir?

Karaciğerin işlevsel özelliklerini destekleyerek yardımcı görevinde bulunan bazı besinler bulunmaktadır. Aşırıya kaçmayacak şekilde kahve, yeşil çay ve yağlı balıklar tavsiye edilmektedir.

Karaciğer yağlanması kendiliğinden geçer mi?

Kilo verme, diyet, obezite insülin direnci ve hiperlipidemi gibi durumların tedavisi sağlanarak ya da ideal düzeyine getirilerek iyileşme sağlanabilmektedir.

Karaciğer yağlanması genetik mi?

Direkt genetik olmamakla birlikte genetik faktörlerinde bağlı olduğu insülin direnci, obezite gibi durumların karaciğer yağlanmasına yol açabilmektedir.

Karaciğer yağlanması vücutta neler yapar?

Karaciğer yağlanması tedavisi sağlanmadığı taktirde zamanla kötüleşerek ilerlemesine neden olmaktadır. En ciddi komplikasyonu, karaciğer sirozdur.  Diyabetli yaşlı insanlar siroz geliştirme riski altında olabilir.  Karaciğer yağlanması sıklıkla metabolik sendrom (insülin direnci, obezite ve hiperlipidemi) bulunur. Metabolik sendrom da kalp hastalığı, kalp krizi için yüksek risk barındırmaktadır.

Stres karaciğer yağlanması yapar mı?

Stres karaciğer yağlanması yapmaz, ancak strese bağlı dengesiz beslenme obezite, hiperlipidemiye yol açarak karaciğer yağlanması yapabilir.

Karaciğer yağlanmasının ciltteki belirtileri nelerdir?

Karaciğer yağlanmasının direkt olarak cilt bulgusu bulunmamaktadır.

Karaciğer yağlanmasının bitkisel tedavisi mümkün müdür?

Karaciğer yağlanmasının kesin tedavisi yoktur.  Tedavi evresi obezite, diyabet ve hiperlipidemi gibi durumları kontrol etmeyi amaçlar. İnsülin direncini tedavi eden ilaçlarla çeşitli deneysel tedaviler araştırılmaktadır. Siz de karaciğer yağlanması ile ilgili risklerinizi bilmek ve bu konuda gerekli testlerinizi yaptırmak istiyorsanız linke tıklayabilirsiniz.

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/karaciger-sagligi-paketi/

koronavirüs
CategoriesCovid

Bu Semptomlar Koronavirüs Belirtisi Olabilir

Çin’in Wuhan bölgesinde ortaya çıkarak tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs, 2019 yılı Aralık ayından günümüze kadar halen mutasyona uğramaya devam etmektedir. Bazı mutasyonları çok yaygınlaşarak farklı özellikler sergileyebilirken, bazı mutasyonların ise pek fazla etkili olmadığı gözlemlenmektedir. Belirtiler ise mutasyonun özelliklerine göre farklılık gösterebilmektedir. Örneğin hastalık ilk ortaya çıktığında bilinen en spesifik özelliği tat ve koku alma duyularındaki kayıp iken, şu anda bu semptomlar çok sık rastlanmamakta, ya da hafif olarak görüldükleri bilinmektedir. Ancak ciddi semptomlar halen etkisini sürdürüyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi İç Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Aslan Çelebi, koronavirüs semptomları hakkında bilgi verdi.

gripmisiniz

Genellikle solunum yolu problemlerine yol açıyor

Solunum yolu enfeksiyonuna neden olan ve insandan insana bulaşabilen koronavirüs, kendi kendini çoğaltabilen bir organizma olarak tanımlanmaktadır. Koronavirüsler, çoğu insanın hayatının bir anında karşılaştığı virüslerdir. İnsan koronavirüsleri genellikle hafif ve orta şiddette üst solunum yolu hastalıklarına neden olmaktadır. Koronavirüsler birçok farklı canlıda hastalığa sebep olabilmektedir. Kış aylarında daha çok görülen bu virüsler; özellikle solunum yolları, karaciğer, mide, bağırsak ve sinir sistemini etkileyebilmektedir. Grip gibi kolayca, öksürme ve hapşırma ile havaya saçılan virüslerin vücuda alınması, enfekte materyale dokunulmasının ardından ağız ve buruna temas sonucunda bulaşabilmektedir. Virüslerin insanlara hayvanlardan (develer, yarasalar) bulaştığı düşünülmektedir (MERS, SARS salgınları). Hasta kişilerden diğer bireylere enfekte kişiyle aynı ortamda yaşamak veya bakımını yapmak gibi yakın temasla bulaşır. Mikroplarla kirlenmiş yüzey ve eşyalarla temas etmiş ellerle ağız, burun ve gözlere dokunmakla; hapşırma, öksürme ve konuşma esnasında havaya atılan damlacıkların solunum yoluyla alınmasıyla virüs farklı bireylere yayılmaktadır.

Ciddi semptomlarda değişiklik görülmüyor

Koronavirüs belirtileri pandemi başlangıcında ateş yüksekliği, öksürük, yorgunluk, kırgınlık, koku ve tat alma kaybı şeklindeydi. Bununla birlikte daha seyrek olarak; boğaz ağrısı, baş ağrısı, ishal, cilt döküntüsü, bazı göz bulguları (kaşıntı, kızarıklık gibi…) görülmekteydi. Ancak son Omicron varyantı ile bulgular farklılaştı. Boğaz ağrısı ve burun akıntısı ön plana çıktı. Koku ve tat kaybı daha az görülmeye başlandı. Buna karşın ciddi semptomlarda pek fazla değişim görülmemektedir. Nefes darlığı, solunum güçlüğü, göğüs ve sırt ağrısı, düşmeyen ateş, bilinç bulanıklığı ciddi COVID vakalarında halen ön planda görülmektedir.

Riskli gruplarda hastaneye yatış ve hayati risk oranı halen yüksek

Koronavirüs bulgularını; grip, influenza ya da üst solunum yolu gibi enfeksiyonlardan ayırmak mümkün değil. Bu ayrımı yapmak genellikle sadece bir takım testler ile mümkün olmaktadır. Omicronun hafif geçtiği aşılı grupta daha iyi seyrettiği yönünde görüşler olmasına karşın; aşısız, kronik hastalığı olan, transplantasyonlu (organ nakli olmuş), immunsupresif kullanan ve 65 yaş üzerinde böyle bir görüş bulunmamaktadır. Bu gruplarda yine ağır seyretmektedir ve hastaneye yatış ve ölüm oranı fazla görünmektedir. Omicron varyantı için bulaşıcılığın fazla olduğunu da göz önüne aldığımızda yukarıda sayılan gruplarda önlemler daha da artırılmalıdır.

Güncel koronavirüs belirtileri görülme sıklıklarına göre şöyle sıralanmaktadır:

En yaygın semptomlar:

  • Ateş
  • Öksürük
  • Yorgunluk
  • Tat alma veya koku duyusunun kaybı

Daha seyrek görülen semptomlar:

  • Boğaz ağrısı
  • Baş ağrısı
  • Ağrı ve sızı
  • İshal
  • Ciltte döküntü ya da el veya ayak parmaklarında renk değişimi
  • Gözlerde kızarıklık veya tahriş

Ciddi semptomlar:

  • Solunum güçlüğü veya nefes darlığı
  • Konuşma ya da hareket kaybı veya bilinç bulanıklığı
  • Göğüs ağrısı

Omicron varyantı ise uzmanlar tarafından koronavirüsün bugüne kadarki en bulaşıcı varyantı olarak tanımlanmaktadır. Omicron tüm dünyada hızla yayılırken, semptomları hafif seyrettiği için sık sık grip ya da soğuk algınlığıyla karıştırılmaktadır.

Semptomların ağırlığına göre medikal tedaviye ihtiyaç duyuluyor

SARS-CoV-2 akut solunum yolu hastalığı için şu anda belirli bir kesin tedavi yolu mevcut değildir. Gerçekleştirilen tedavi ateş, kuru öksürük ve nefes darlığı gibi belirtilerin hafifletilmesine odaklanmaktadır. Mevcut zatürre tedavilerinin, bu hastalık için etkin olup olmadığı yönünde araştırmalar sürmektedir. Hastalık virüs temelli olduğu için antibiyotikler etkili değildir. Koronavirüs (COVID-19) hastalığının teşhis edilmesinin ardından hastalığın belirtilerini kontrol etmek için doktor kontrolünde ağrı kesici ve ateş düşürücü ilaçlar kullanılabilmektedir. Hasta bireyin bulunduğu odaların neminin dengelenmesi, çay gibi sıcak içeceklerin tüketilmesi ile ılık duşlar boğaz ağrısı ve/veya öksürüğün hafiflemesine yardımcı olmaktadır. Bol sıvı tüketmek, dinlenmek ve düzenli uyku hastalığın belirtilerinin hafiflemesi için önemlidir. Ancak hastalığın belirtileri normal soğuk algınlığı sürecinden daha ağır seyretmeye başlarsa mutlaka uzman bir doktora başvurmak gereklidir. Eğer, kendinizde veya çevrenizde kişilerde yeni koronavirüs hastalığı belirtileri olduğunuz düşünüyorsanız, en kısa zamanda, vakit kaybetmeden, maske takarak bir sağlık kuruluşuna başvurulması gerekmektedir.

Ölüm oranları endişe verici

Şu ana kadar tüm dünyada yaklaşık 400 milyon kişinin koronavirüs ile enfekte olduğu bilinmektedir. Bu hastalardan 6 milyona yakın kişi koronavirüs sebebiyle hayatını kaybetmiştir. Türkiye’de ise ilk görüldüğü 11 Mart 2020 tarihinden bu yana 13 milyona yakın kişi koronavirüs ile enfekte olurken, yaklaşık 90 bin kişinin koronavirüs sebebiyle hayatını kaybettiği bildirilmektedir.

Koronavirüsten korunmak için bu önerilere kulak verin

Koronavirüs tüm dünyayı etkisi altına alan bir pandemi oluşturmuştur. Birçok insan hayatını kaybetmiş ve kaybetmeye devam etmektedir. Bu pandemiyi tüm toplum birlikte hareket ederek etkisiz hale getirebiliriz. Bu nedenle virüsün yayılmasını engellemek için sadece otoriterlerden eylem beklemek yerine hepimiz bireysel olarak bazı adımlar atabiliriz.

Koronavirüsün yayılmasını engellemek için bu önerilere kulak verin:

  • Hasta gibi görünmeseler dahi diğer insanlarla aranızda güvenli bir mesafe (en az 1 metre) bırakın.
  • Halka açık yerlerde, özellikle kapalı alanlarda veya fiziksel mesafenin mümkün olmadığı yerlerde maske takın.
  • Kapalı alanlar yerine, açık ve iyi havalandırılan yerleri tercih edin. Kapalı alanlarda bulunduğunuz zaman pencere açın.
  • Ellerinizi sık sık temizleyin. Temizlemek için sabun ve suyla yıkayın ya da alkol bazlı dezenfektan kullanın.
  • Sıranız geldiğinde aşı olun. Aşılama konusunda yerel kılavuzlara uyun.
  • Öksürürken veya hapşırırken burnunuzu ve ağzınızı dirseğinizin iç kısmıyla veya mendille kapatın.
  • Kendinizi iyi hissetmiyorsanız evde kalın.

Siz de COVID-19 virüsü nasıl geçireceğinizi öğrenmek ya da bu hastalığa yakalanıp yakalanmadığınızı bilmek için test yaptırmak istiyorsanız linke tıklayabilirsiniz. https://evdesaglik.memorial.com.tr/urun-ve-hizmetler/laboratuvar-paketleri-c/covid-19-c5/

prostat
CategoriesErkek Sağlığı Yazıları

Prostat Beli̇rti̇leri̇ Nelerdi̇r?

Erkeklerde yaşam kalitesini düşüren prostat rahatsızlığı çoğu zaman hastalarda paniğe yol açmaktadır. İdrar problemleri ile kendini gösterebilen ve özellikle 50 yaş sonrasında daha sık görülen prostat hastalıklarına karşı erken dönemde önlem almak için tarama testlerinin düzenli yapılması büyük öneme sahiptir. Ancak ailesinde iyi ya da kötü huylu prostat hikayesi olan ya da prostat belirtilerini genç yaşlarda yaşayan erkeklerin düzenli kontroller ile tarama testlerine daha erken dönemde başlaması gerekmektedir. Memorial Diyarbakır Hastanesi Üroloji Bölümü’nden Doç. Dr. Muhammet Fatih Kılınç, prostat hastalığı hakkında bilgi verdi.

Prostat nedir?

Üreme sistemi içerisinde yer alan prostat, makatın önünde mesanenin ise alt kısmında yer almaktadır. İlerleyen yaşlarda fazlaca görülen bu rahatsızlık üreme sistemi içerisinde yer alması ve idrarın geçiş sağladığı kanalın etrafında bulunmasından dolayı en genel kapsayıcı belirti olarak idrar yapma zorluğu olarak görülmektedir. Bir ceviz büyüklüğünde olan prostat rahatsızlığında yaş ve cinsiyet farkı önemli bir faktördür. Her erkek için problem teşkil etmeyen bu durum kanser hastalığına dönüştüğünde hayati önem arz etmektedir.

Prostat nedenleri nelerdir?

Toplumda yalnızca prostat olarak nitelendirilen bu hastalık aslında prostat büyümesi problemi iken, kötü huylu prostat olarak bilinen ise prostat kanseridir. Ayakta idrar yapmanın prostata neden olduğu söylemleri ise kesinlik bildirmemektedir. Kesin ve net olarak nedeni tam olarak belirlenemeyen prostat başlıca şu nedenlerden kaynaklı görülebilir;

  • İleri yaş,
  • Hormonal değişimler,
  • İdrar yolunda bulunan bazı bakteriler,
  • Cinsel yolla bulaşan virüslerden kaynaklanabilir.

 Prostat belirtileri nelerdir?

Prostat içinden idrar geçen kanalın etrafını sarmaktadır. Prostatın büyümesi ile birlikte idrar problemlerinin ortaya çıkmaktadır. Toplumda sıklıkla en bilindik şikayetler arasında bulunan idrar yapma güçlüğü ve geceleri sık sık idrara çıkma isteği dışında bazı prostat belirtileri şu şekilde sıralanabilir;

  • İdrar kaçırma
  • Kalça ve sırtta ağrı
  • İdrar sonrası mesanenin tam anlamıyla boşalmadığı hissi
  • İdrar yapma hızında düşüş
  • İdrar yapma esnasında acı ve ağrı
  • İdrar çıkarmadan önce bekleme hissi prostat belirtileri olarak bilinmektedir.

 Prostat ağrı yapar mı?

İyi huylu prostat büyümesi idrar çıkış kanalını tam tıkadığında idrar yapamama problemleri ortaya çıkar. İdrar kesesi çok fazla miktarda dolduğu durumlarda karın alt bölgesinde şiddetli bir ağrı ve basınç hisseder. Bu durum acil bir durum olup ve uzman hekime başvurmak gereklidir. İkinci sıklıkta akut prostat enfeksiyonu durumunda hasta idrar yaparken çok şiddetli bir idrar yanması, makat ve kasık bölgesinde şiddetli bir ağrı hissedebilir.

Prostat ağrısı nerede hissedilir?

İdrar yapamama veya prostat iltihaplanması durumunda penis ucunda, makat bölgesinde ve kasık bölgesinde ağrı hissedilebilir.

Prostat sertleşmeyi önler mi?

Prostat sorunları da cinsel sorunlara neden olabilir. Herhangi bir cinsel problemin boyutu prostatın durumuna göre değişir. Sertleşme olmaması, azaltılmış cinsel tatmin, ereksiyon sürdürme sorunları ve azalmış libido gibi yaygın yan etkiler görülebilir.

Prostat ilaçları cinselliği etkiler mi?

İyi huylu prostat büyümesini tedavi etmek için kullanılan bazı ilaçlar sertleşme problemlerine yol açabilir. Ayrıca sperm sayısını azaltabilir, sperm hareketini ve sperm hacmini de olumsuz etkileyebilir. Bunun yanında sertleşme problemleri için kullanılan bazı ilaçlarda iyi huylu prostat büyümesini iyileştirebilir ve bu idrar semptomlarını azaltabilir.

Prostat tanısı nasıl konulur?

Prostat tanısı elle temas yolu ile yapılmaktadır. Makattan parmak ile yapılması nedeniyle hasta tarafından rahatsızlık duyulması nedeniyle çoğu zaman hekim muayenesi ertelemelerine neden olmaktadır. Ertelenen muayeneler tedavi sürecini güçleştireceği gibi idrar kaçırma ve sık idrara çıkma durumları psikolojik olarak yıpranma ile sonuçlanmaktadır. Tanı evresinde idrar ve kan tahlilleri de yapılabilmektedir.

Prostat tedavileri nelerdir?

Teknolojinin gelişimi ile birlikte prostat hastalığının tedavi yöntemlerinde çeşitlilik artmaktadır. Uzman hekim kontrolünde düzenli takip ile bazı ilaçlarla tedavisi sağlanmaktadır. Cerrahi müdahale ve son zamanlarda kullanılmaya başlanılan lazerli tedavi yöntemleri sıkça başvurulan tedavi şekillerinin arasında yerini almaktadır. Erken dönemde tanı ve tedavi sürecinin başlatılması bazı medikal ilaçlar ile prostat tedavisinde etkili olmaktadır. Ancak prostat büyümesiyle şikayet ve belirtilerin fazlaca olduğu, ilaçlı tedavinin sonuç alınmadığı durumlarda cerrahi müdahale gerekmektedir.

Prostat ameliyatı sonrası dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?

Cerrahi müdahale sonrası kasık bölgesinde oluşacak ağrı ve kasılmalardan dolayı egzersiz yaparken ve hareket edilirken dikkatli olunmalıdır. Bisiklet ve motor gibi araçların kullanımı bu evrede tavsiye edilmez. Fasulye, soğan, nohut ve gaz yapabilecek besinlerin tüketiminin sınırlı olması gereklidir.

Prostat ameliyatından sonra iyileşme ne kadar sürer?

Yara iyileşme süreci vücut yapısı ve yaş gibi nedenlere bağlı farklılık göstermektedir. Ortalama 1 ila 2 ay arasında iyileşme beklenmektedir.

Prostata ne iyi gelir?

Obeziteden, fazla kilo almaktan kaçınmak, düzenli egzersiz yapmak, Akdeniz diyetli beslenmeye özen göstermek bu konudaki genel önerilerdir. Sebzelerin içeriğinde bulunan antioksidanlar prostat sağlığını korumada büyük önem arz eder. Çünkü hayvansal yağ oranı düşük bitkisel kaynaklı besinler ile beslenme programının prostat büyümesini önlenmesine yardımcı olduğu görülmüştür. Ayrıca çinkodan zengin yiyeceklerin (kabak çekirdeği, ay çekirdeği, kabak çekirdeği, yeşil mercimek gibi besinlerin kanseri önlemede etkili olduğuna dair çalışmalar vardır. Antioksidan özelliği bulunan özellikle domatesin içinde saptanan likopenin prostat kanserini önleyici özelliği olduğu düşünülmektedir. Güçlü bir antioksidan madde olan koenzim q10, prostat kanseri ve prostatit oluşum riskini azalttığına ait kanıtlar gösterilmiştir. Özellikle 50 yaş üzerinde vücutta ki koenzim q10 üretimi azalacağından dolayı, 50 yaş ve üzerindeki kişiler günlük koenzim q10 içeren gıdalar almaları önerilir. Bunun dışında Akdeniz diyeti, kırmızı renkli sebze ve meyve tüketiminin fazla olması ve yeterli D vitamini alımı prostat hastalıkları için koruyucu özellikler içermektedir.

Prostat iltihabı idrar tahlilinde çıkar mı?

Akut prostat enfeksiyonu ve kronik prostat iltihabının bazı çeşitlerinde idrarda enfeksiyonu hücresi görebilmektedir. Bundan kaynaklı idrar tahlili istenmesi olasıdır.

Prostat iltihabı nasıl kurutulur?

Akut prostat enfeksiyonunu acil bir durumdur ve hastaneye yatırılarak antibiyotik tedavisi uygulamak gereklidir. Kronik prostat enfeksiyonu durumunda ağızdan normalden fazla sürede olması koşuluyla antibiyotik tedavisi kullanılır.

Prostat büyümesi nasıl engellenir?

İleri yaş faktörüne bağlı prostatın görülme sıklığı artar. Tam anlamıyla önleyecek bir yöntem belirtmek oldukça güçtür. Ancak yeteri kadar beslenme ve düzenli egzersiz yapmaya özen gösterilmelidir.

Prostat bitkisel tedavisi var mıdır?

Bitkilerin iyileştirici gücü birçok anlamda insan sağlığına faydalı olmaktadır. Ancak hekim tavsiyesi ve onayı olmadan bitkisel ürünler tedavi şekli olarak kullanılmamalıdır. Bazı bitkilerin hastalığın tedavisinde yararı olmayacağı gibi zararı da olabilir.

Prostat büyümesi kansere dönüşür mü?

Toplumda prostat büyümesinin ilerleyen dönemde kansere dönüştüğü yanılgısı gerçeği yansıtmamaktadır. Prostat büyümesi ve kanser ayrı yerlerde gelişmektedir. Bu sebeple prostat büyümesi kansere dönüşmez.

Prostat korunmanın yolları nelerdir?

Kesin olmamakla birlikte birtakım araştırmalara göre cinsel yaşamda çok eşliliğin neden olduğu virüs, bakteri ve hastalıkları ileri yaşlarda prostat nedeni olabilir. Bu araştırmalar referans alındığında tek eşlilik, besin tüketimi ve yaşam biçimine özen gösterilmelidir.

Prostat konusunda merak ettiklerinizi öğrenmek ve “Erkek Sağlığı Detaylı Testleri“ incelemek için linke tıklayabilirsiniz.

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/erkek-sagligi-tarama-detayli-paket-check-up/

propolis
CategoriesBeslenme

Propolis’in Saymakla Bitmeyen Faydaları

Memorial Ataşehir Hastanesi

Beslenme ve Diyet Bölümü

Uz. Dyt. Gözde Akın

Propolis nedir? Propolis nasıl kullanılmalıdır?

Kuvvetli bir antioksidan olan propolis aynı zamanda zengin bir vitamin kaynağıdır. Yüzyıllardır enfeksiyonlar başta olmak üzere çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılan propolis üzerine son yıllarda çok sayıda bilimsel çalışma yapılmaktadır. Grip, soğuk algınlığı, ağız ve diş sağlığı, sindirim sistemi rahatsızlıklarında da kullanılabilen propolisin kullanım dozajı önemlidir. Özellikle alerjik yapısı olan kişilerin propolis kullanmadan önce doktora başvurması önemlidir.

Memorial Ataşehir Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Uz. Dyt. Gözde Akın, propolis hakkında bilgi verdi.

bagisiklik

Propolis nedir?

Propolis kelimesi, kökeni Yunancadan gelmektedir. Savunma anlamına gelen Pro ve şehir topluluk anlamına gelen polis kelimelerinden türemiştir. Propolis bal arıları tarafından ağaçların kozalak ve kabuklarından, bitkilerin tomurcuk ve filizlerinden toplanan çeşitli yağlar, polenler, özel reçine ve mumsu maddelerin karışımından oluşan; anti-viral, anti-bakteriyel, anti-fungal etkiye sahip yapışkan bir maddedir.

Propolis besin değeri nedir?

Propolis %30 mum, %50 reçine ve bitkisel balsam, %10 esansiyel ve aromatik yağlar, %5 polen ve diğer maddeler içerir. İçeriğinde B1, B2, C ve E vitamini içermektedir. Aynı zamanda propolisin içeriğinde çinko, bakır, demir, kalsiyum, magnezyun, sordum, potasyum gibi mineraller de bulunmaktadır. Propolisin besin değeri tam olarak bulunduğu kovana göre değişebilmektedir.

Propolisin faydaları nelerdir?

  • Antioksidandır

Polen ve arı sütü ile karşılaştırıldığında propolisin daha yüksek antioksidan aktiviteye sahip olduğu bilinmektedir.

  • Vitamin ve mineral bakımından zengindir.

Propolis içeriğinde B1, B2, C, E vitamini barındırmaktadır. Aynı zamanda çinko, bakır, demir, kalsiyum, magnezyum, sodyum, potasyum gibi mineraller açısından zengindir. İçeriğindeki bu zenginlik bakımından bağışıklık sistemini de desteklemektedir.

  • İltihap giderci faydası vardır.

Arıların propolisi kovanlarını mantar, mikrop, bakteri gibi mikroorganizmalardan korumak için ürettiği düşünülmektedir. Propolisin anti inflamatuar etkisi üzerine yapılan çalışmalarda enfeksiyon gelişmesini yavaşlattığı görülmüştür. Bu konuda bilimsel çalışmalar halen devam etmektedir.

  • Grip ve soğuk algınlığına iyi gelir.

Bağışıklık sistemini destekleyen propolis grip ve soğuk algınlığına karşı da iyi bir koruyucu kalkan görevi göstermektedir.

  • Bağışıklık sistemini güçlendirir.

Propolisin içeriğinde vitamin ve minerallerin haricinde etanol ekstraktı da bulunmaktadır. Hem vitamin ve mineral bakımından zengin olması hem de etenos ekstaraktı sayesinde propolis bağışıklık sistemini güçlendirmeye yardımcı olur.

  • Ağız ve diş sağlığında etkilidir.

Son yıllarda ağız ve diş sağlığı özellikle de diş çürüklerini önlemede etkili doğal ürün arayışına gidilmiş ve bu amaçla propolisin kullanımı gündeme gelmiştir. Yapılan bilimsel çalışmalar propolisin ağız içerisindeki zararlı bakterileri yok ederek çoğalmalarının önüne geçtiğini ortaya koymaktadır. Propolis kullanımıyla bakterilerin dişe zarar veren plakalar oluşturmasını engellediği bilinmektedir.

  • Flavonoid içeriği sayesinde yaraların iyileşmesini hızlandırır.

Propolisin hastalık ve yaralanma gibi durumlarda kullanımı çok eski yıllara dayanmaktadır. M. Ö mumyalamada kullanılan propolis 2. Dünya savaşında yaraları iyileştirmek için kullanılmıştır. Propolis, antifungal görevi gören bir flavonoid olan pinocembrin adı verilen özel bir bileşiğe sahiptir. Bu anti-inflamatuar ve antimikrobiyal özellikler, propolisin yara iyileşmesinde yardımcı olmasını sağlar.

  • Yanık tedavisi için kullanılabilir.

Propolisin yara onarıcı ve doku yenileyici özelliklerinin yanı sıra antiinflamatuvar, antimikrobiyal ve antifungal etkileri nedeniyle yanık tedavisinde de kullanılabilmektedir.

  • Mide bağırsak hastalıklarına faydası vardır.

Hayvanlar üzerinde yapılan bilimsel çalışmalarda propolisin mide bağırsak hastalıkları üzerinde olumlu etki gösterdiğini ortaya koymaktadır. Propolis içreğinin birçok mide bağırsak hastalığına neden olan Helicobacter Pylori dahil patojenler üzerinde etkili olduğu düşünülmektedir.

  • Cilt sağlığı üzerine olumlu etkileri mevcuttur.

Propolis sadece yanık ve yara tedavisinde değil, cilt bakımında da kozmetik içeriği olarak kullanılmaktadır. Bal, arı sütü, arı poleni gibi propolis de cilt bakımı için kullanılmaktadır. Propolis içeriği sayesinde cilt gerginliği ve elastikiyetinin artmasına yardımcı olmakta aynı zamanda cilt renginin canlanmasına, kırışıklıkların düzeltilmesine zemin hazırlamaktadır.

  • Kalp rahatsızlıkları ve diyabet hastalıklarının tedavisinde kullanılmaktadır.

Propolis, vücut metabolizmasını dengeleyici özelliği bulunmaktadır. Yapılan bilimsel çalışmalarda propolisin daha düşük kan şekeri seviyeleri ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Ancak propolisin diyabet hastalarına kesin olarak iyi geldiğini ortaya koyan bilimsel verilen hala yetersizdir.

Propolis nasıl kullanılır?

Propolis farklı formları bulunur. Bu formlar toz, tane damla ve krem şeklindedir. En çok tüketilen damla formudur. Yoğurda, süte, bala ve pekmeze katılarak tüketilebilir. Suda çözünür formu süte, meyve suyuna, çaya ve kahveye katılarak tüketilebilir.

Propolis çocuklarda kullanılabilir mi?

Propolisin çocuklarda kullanımı en çok merak edilen konuların arasında yer almaktadır. 10 yaş altı çocuklara propolis kullanımı önerilmemektedir. Çocuklar için propolis kullanmadan önce doktor görüşü almak önemlidir.

Propolis kaç damla kullanılmalıdır?

Propolisin kaç doz kullanılacağı önemlidir. Propolis kullanılmadan önce mutlaka bir doktora danışılmalıdır. Propolis üreticileri tarafından tavsiye edilen kullanım önerisi ise genel olarak şu şekildedir;

Propolis damla formu için yetişkin bireylerin günde 20 damla, çocukların ise günde 10 damla kullanması tavsiye edilmektedir. Ancak bu oranlar kişiden kişiye farklılık gösterebileceği için doktor tavsiyesi önemlidir.

Propolis kimler kullanamaz?

Birçok faydası olan propolisin herkes tarafından kullanılması uygun olmayabilir.

Genel olarak propolisi kullanmaması gerekenler şu şekilde sıralanabilir;

  • Bala karşı alerjisi olan bireyler,
  • Hamile ve emziren kadınların,
  • Astım rahatsızlığı olan kişiler, propolis kullanmadan önce doktora danışmalıdır.
  • İçerisinde yer alan kumarin kanama ihtimaline sahip olan ve ameliyat olacak kişilerin propolis kullanmaması önerilir.

Propolis yan etkileri var mıdır?

Propolisin fazla kullanılması ya da kullanması gereken kişilerin tüketmesi sonucunda yan etkiler görülebilmektedir.

Propolisin yan etkileri genel olarak şu şekilde sıralanabilir;

  • Fazla tüketiminde midede problemlere yol açabilir.
  • Uzun süreli kullanımında alerjik reaksiyonlara yol açabilir.
  • Yüksek miktarlarda ve alkol ile beraber tüketildiğinde bulantı ve kusmaya ek olarak midede yanmaya sebep olabilmektedir.

Propolis alerji yapar mı?

Bal ürünlerine karşı, arı veya yaban arısı sokmalarına alerjisi olan kişilerin propolis içeren takviyeler kullanmamaları tavsiye edilir.

Propolis kullanmadan önce dikkat edilmesi gerekenler?

Propolis satın alırken mutlaka etiketi okunmalıdır. İyi analiz edilmiş, etken maddesi yüksek, toksik kalıntılar içermeyen ürünler tercih edilmelidir.

Propolis ne kadar süre kullanılmalıdır?

Propolis kullanımı kullanım amacına göre farklılık gösterebilmektedir. Propolisin ne kadar kullanılması gerektiği ile ilgili doktor tavsiyesi önemlidir.

Propolis cilde sürülür mü?

Propolisin damla formu hem tüketilebilir hem de cilt üzerine uygulanabilir.

Propolis buzdolabında bozulur mu?

Propolisi buzdolabında muhafaza etmeye gerek yoktur. Kuru ve serin ortamda saklanabilir. Güneş ışığına maruz bırakılmamalıdır.

Propolis kilo aldırır mı?

Propolisin kilo alma üzerinde etkisi merak edilen konular arasındadır. Propolisin tek başına tüketilmesinin kilo aldırma üzerine etkisi yoktur.

Propolis boy uzatır mı?

Propolis içerdiği bileşenleri ile birlikte çocuklar için boy uzamasına destek sağlayabilir.

Siz de propolis kullanarak sağlığınızı korumak istiyorsanız Memorial Evde Sağlık Vitamin ve Destekleyici Ürünler için https://evdesaglik.memorial.com.tr/urun-ve-hizmetler/vitamin-ve-destekleyici-urunler-c/bitkisel-urunler-c2/ linkini inceleyebilirsiniz.

menopoz
CategoriesKadın Sağlığı Yazıları

Menopoz Beli̇rti̇leri̇ Ne Zaman Başlar?

Doğurganlığın sonu olan menopozun belirtileri her kadında farklı şekillerde ortaya çıkabilir. Genellikle 40’lı ve 50’li yaşlar arasında gerçekleşen menopoz dönemi, her kadının yaşayacağı bir süreci ifade eder. Doğal ve doğal olmayan (cerrahi, tıbbi müdahale gibi) yollarla gerçekleşen menopozun belirtileri arasında ise düzensiz adet dönemleri, sıcak basması, ruh hali değişiklikleri, uyuma güçlüğü, libido değişikliği ve sık idrara çıkma yer almaktadır.

Doğal yolla gerçekleşen menopoz belirtileri genellikle 40 yaş ile 50 yaş arası dönemde başlarken, cerrahi ya da herhangi bir tedavi ile gerçekleşen menopozlarda ise belirtiler işlemin ardından hemen ortaya çıkmaktadır. Tıbbi bir tedavi gerektirmeyen durum olan menopoz döneminde yapılacak olan tedaviler, genellikle kadınların hissettiği semptomları hafifletmeye ve ileride ortaya çıkabilecek hastalıkların önlenmesine yönelik uygulanmaktadır. Memorial Ankara Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Doç. Dr. Kudret Erkenekli, menopoz ve belirtileri ile ilgili verdi.

 Menopoz nedir?

Menopoz kadınlarda yumurtalıkların işlevini yitirmesi sonucunda her ay gerçekleşen adet döngüsünün sona ermesidir. Yaşlanmanın doğal bir parçası olan menopoz, kadınlardaki üreme döneminin sonuna gelindiğine işaret eder. Kısaca bir kadının 12 ay üst üste adet görmemesine menopoz denilir. Menopoz doğal yollarla olduğunda genellikle 40 – 50 yaşlarının arasında ortaya çıkarken, yumurtalıkları cerrahi yolla alınan kadınlarda ise “ani” cerrahi menopoz gerçekleşir.

 

Menopoz nedenleri nelerdir?

Menopozun nedenleri doğal ve doğal olmayan başlıklar altında incelenir.

Doğal menopoz (cerrahi veya başka bir tıbbi durumun neden olmadığı menopoz ): Yaşlanmanın normal bir parçasıdır. Yaşlandıkça üreme yeteneği yavaşlamaya başlar ve durmaya hazırlanır. Ergenlikten itibaren çalışmaya başlayan üreme döngüsü, menopoz yaklaştıkça yumurtalıkların östrojen hormonunu daha az üretmesi ile düşmeye başlar. Bu azalma gerçekleştiğinde adet döngüsü de değişir, düzensiz hale gelir ve en sonunda durur.

Doğal olmayan menopoz

1-Yumurtalıkların alınması:  Kadın vücudunda bulunan yumurtalıklar, adet döngüsünü düzenleyen östrojen ve progesteron gibi hormonların üretilmesini sağlar. Yumurtalıkların çıkarılması için yapılan Ooferektomi cerrahisi, kadınlarda hemen menopoza neden olur. Bu ameliyatın ardından adet kanamaları durur ve menopoza ait olan semptomlar yaşanmaya başlar. Doğal menopozda kademeli olarak gerçekleşen hormonal değişiklikler, hemen meydana gelir ve bu durum belirti ve semptomları daha ağır hale getirebilir.

2-Rahim alma ameliyatı: Rahmin alınıp yumurtalıkların alınmadığı cerrahilerde hastalar genellikle hemen menopoza girmezler. Çünkü hastalar adet göremese de hala yumurta üretip, östrojen ve progesteron hormonlarını üretebilmektedir.

3-Kemoterapi ve radyasyon tedavisi: Bu kanser tedavileri, tedavi sırasında veya tedaviden kısa bir süre sonra sıcak basması gibi semptomlara neden olarak menopoza neden olabilir. Kemoterapiyi takiben menstrüasyonun (ve doğurganlığın) durması her zaman kalıcı değildir, bu nedenle doğum kontrol önlemleri yine de istenebilir. Radyasyon tedavisi, yalnızca radyasyon yumurtalıklara yönlendirilirse yumurtalık fonksiyonunu etkiler. Göğüs dokusu veya baş ve boyun gibi vücudun diğer bölgelerine radyasyon tedavisi menopozu etkilemez.

4-Yumurtalık yetmezliği: Kadınların yaklaşık %1’i 40 yaşından önce menopoza girer (erken menopoz). Erken menopoz, yumurtalıkların, genetik faktörlerden veya otoimmün hastalıklardan kaynaklanabilen normal üreme hormonları (birincil yumurtalık yetmezliği) üretememesinden kaynaklanabilir.

Menopoz belirtileri nelerdir?

Menopoza (perimenopoz) giden dönemlerde kadınlarda aşağıda yer alan belirti ve semptomlar görülebilmektedir:

  • Düzensiz adet dönemleri veya atlama dönemler
  • Menstrual kanamanın daha ağır veya daha hafif olması
  • Vajinal kuruluk
  • Sıcak basması ve gece terlemesi
  • Titreme
  • Ruh hali değişiklikleri
  • Metabolizmanın yavaşlaması ve kilo almaya eğilimin artması
  • Saçların gücünü kaybedip incelmesi ve cilt kuruluğu
  • Meme dokusunun dolgunluğunu kaybetmesi
  • Sık idrara çıkma
  • Uyuma güçlüğü (uykusuzluk).
  • Sinirlilik, hafif depresyon gibi duygusal değişiklikler

libido değişiklikleri

  • Odaklanma zorluğu

Ortaya çıkan bu belirti ve semptomlar, yumurtalıkların östrojen üretim seviyesinin düştüğünü veya hormon düzeninde dalgalanmalar olduğunu gösterir. Adet döngüsündeki değişiklikler başta olmak üzere sıralanan belirtiler kişiden kişiye değişebilmektedir. Menopoz öncesi dönemde adet döngülerinin atlanması sık yaşanan bir durumdur. Çoğu zaman adet dönemleri bir ay atlar ve geri döner veya birkaç ay atladıktan sonra yine birkaç ay boyunca döngüler devam eder. Düzensiz adet dönemlerine rağmen bu zamanlarda hamilelik ihtimali göz ardı edilmemelidir. Eğer menopoza girilmediğinden emin olunmazsa mutlaka hamilelik ile ilgili kontrollerin yapılması ihmal edilmemelidir.

Menopoz belirtileri kaç yaşında başlar? Menopoz belirtileri ne zaman başlar?

Doğal yolla gerçekleşen menopoz belirtileri genellikle 40 yaş ile 50 yaş arası dönemde başlar. Cerrahi ya da herhangi bir tedavi ile gerçekleşen menopozlarda ise belirtiler işlemin ardından hemen ortaya çıkar.

Menopoz belirtileri ne kadar sürer? Menopoz ne kadar sürer?

 Menopoz, adet döngüsü olmadan art arda 12 ayın geçirildiği bir dönemdir. Menopozdan önceki süre (perimenopoz) 8-10 yıl sürebilirken, menopozdan sonraki dönem ise (postmenopoz) hayatın sonuna kadar devam eder.

Erken menopoz nedir? Erken menopoz belirtileri nelerdir?

Erken menopoz bir kadının beklenen daha erken yaşta menopoza girdiği durumdur. Erken menopoz için belirgin bir tıbbi veya cerrahi sebep bulunmuyorsa, buna “Birincil Yumurtalık Yetmezliği” denir. Ortalama bir kadın 50’li yaşlarının başında doğal menopoza girer. Kadınlarda erken menopoz ise 40 yaşından önce gerçekleşir. Bu durumların semptomları da doğal menopoza benzer ve nedenleri genellikle bilinmez.

 

Menopoza girdikten sonra ne olur?

Menopoza girdikten sonra kadınların hamile kalma yani üreme durumları sona erer. Düzenli gerçekleşen adet dönemleri tamamen ortadan kalkar ve hormonal değişiklikler meydana gelir.

Ara kanamalar ne zaman tehlikelidir?

Menopoza girdikten sonra meydana gelen kanamalar tehlikeli olabilir. Bu sebeple menopoz sonrası görülen kanamalarda mutlaka bir kadın ve doğum uzmanına görünmek gerekmektedir.

Menopozun neden olabileceği komplikasyonlar nelerdir?

Menopoza girilmesi, kadınlarda belirti tıbbi risklerin artmasına neden olabilir. Bu komplikasyonlar şu şekildedir:

Kardiyovasküler hastalıklar:  Östrojen seviyesinin düşmesi, kişilerde kardiyovasküler hastalıkların ortaya çıkma riskini artırır. Bu riski azaltmak için düzenli hareket, sağlıklı beslenme, ideal kiloya sahip olma gibi önlemler alınmalıdır.

-Osteoporoz (kemik erimesi): Bu durum kemiklerin kırılgan ve zayıf olmasına neden olarak kırık riskinin artmasına neden olur. Menopozdan sonraki ilk birkaç yıl içinde kemik yoğunluğu hızlı bir şekilde kaybedilebilir ve osteoporoz riski artabilir. Osteoporozlu postmenopozal kadınlar özellikle omurga, kalça ve bilek kırıklarına karşı hassas olup, daha dikkatli olmalıdır.

– İdrar kaçırma: Vajina ve üretra dokuları menopoz döneminde elastikiyetini kaybetmektedir. Bu durum sıklıkla ve aniden idrar yapma isteği ile idrar kaçırma ya da öksürme, gülme gibi sebeplerle idrar kaçırmaya neden olur. Kegel egzersizleri ile pelvik taban kaslarını güçlendirmek ve topikal vajinal östrojen kullanmak bu komplikasyonları hafifletmeye yardımcı olur.

-Cinsel işlev bozukluğu: Menopoz ile birlikte vajinada nem üretiminin azalması ve elastikiyetinin kaybolması ile birlikte vajinal kuruluk, cinsel ilişki sırasında rahatsızlık ve kanamalara sebep olabilir. Bununla birlikte cinsel istek hissinin azalması, libidoyu da düşürebilir.  Bu durumda kullanılabilecek su bazlı vajinal nemlendiriciler ve kayganlaştırıcılar cinsel hayatın daha verimli olmasını sağlayabilir. Vajinal kayganlaştırıcı yeterli değilse, birçok kadın vajinal krem, tablet veya halka şeklinde mevcut olan lokal vajinal östrojen tedavisinden faydalanabilir.

-Kilo alımı:  Birçok kadın menopoz geçişi sırasında ve menopozdan sonra metabolizma yavaşladığı için kilo alır. Mevcut kilonun korunması için beslenmeye ve spora özen gösterilmelidir.

Menopoz tedavisi nasıl uygulanır?

Menopoz tıbbi tedavi gerektirmeyen bir durumdur. Yapılacak olan tedaviler, kişilerin hissettiği belirtileri ve semptomları hafifletmeye ve rahatlatmaya yönelik olurken, yaşlanma ile ortaya çıkabilecek rahatsızlıklarında önlenmesi için uygulanır.

Tedaviler şunları içerebilir:

-Hormon tedavisi: Östrojen tedavisi olarak da bilinen bu tedavi, menopoz sıcak basmalarını hafifletmek için kullanılır. Rahimi bulunan kadınlara östrojene ek olarak progesteron hormonu da verilebilir. Kemik kaybının önlenmesine de yardımcı olan östrojen tedavisinin uzun süreli kullanımı bazı kalp ve damar hastalıkları ile meme kanseri riskini artırabilir. Bu tedavinin kullanılıp kullanılmaması ile ilgili olarak mutlaka uzman hekim ile görüşülmelidir.

-Vajinal östrojen: menopozda ortaya çıkan vajinal kuruluğu gidermek için östrojen, vajinal krem, tablet veya halka kullanılabilir. Vajinaya uygulanan bu tedavi, vajinal dokular tarafından emilen az miktarda östrojen salgılar. Vajinal kuruluk, cinsel ilişkide rahatsızlık ve bazı üriner semptomların giderilmesine yardımcı olabilir.

-Düşük doz antidepresanlar: Seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI’lar) adı verilen ilaç sınıfıyla ilgili bazı antidepresanlar, menopozdaki sıcak basmaları azaltabilir. Sıcak basması tedavisi için düşük dozlu bir antidepresan, sağlık nedenleriyle östrojen alamayan veya duygudurum bozukluğu için antidepresana ihtiyaç duyan kadınlar için faydalı olabilir.

Menopoz sırasında hangi hormonal değişiklikler olur?

Menopoz döneminde yumurtalıklar artık yüksek düzeyde hormon üretemez. Yumurtalıklar, yumurtaları depolayan ve onları fallop tüplerine bırakan üreme bezleridir. Yumurtalıklar tarafından aynı zamanda östrojen, progesteron ve testosteron hormonları üretilir ve östrojen ile progesteron hormonları kadınlarda menstrüasyonu kontrol eder. Östrojen aynı zamanda vücudumuzda kalsiyumun nasıl kullanıldığını etkiler ve kandaki kolesterol seviyelerinin korunmasını sağlar. Yumurtalıkların üretim yeteneğini kaybetmesi bu hormonların salgılanmamasına neden olur.

Menopoz cinsel hayatı etkiler mi?

Menopozdan sonra vücut daha az östrojene sahip olur. Östrojendeki bu azlık cinsel yaşamı etkileyebilir. Menopoza giren birçok kadın, dokunmaya ve diğer fiziksel temaslara eskisi kadar duyarlı olamayabilir. Yaşanan dalgalanmalar, diğer duygusal değişikliklerle birleştiğinde cinselliğe olan ilginin azalmasına sebep olabilir. Bununla birlikte vücuttaki düşük östrojen seviyesi vajinaya kan akışının azalmasına neden olarak, kuruluğa bununla bağlantılı olarak da ağrılı cinsel ilişkiye yol açabilir. Uzman hekim ile görüşülerek kayganlaştırıcı, hormon tedavisi, krem ve hap gibi bu sorunları hafifletecek tedavi yöntemleri uygulanabilir.

Menopoz için doktora ne zaman gidilmelidir?

Koruyucu sağlık hizmetleri kapsamında mutlaka her kadın, doktorunu düzenli ziyaret etmelidir. Menopoz sırasında ve sonrasında da bu takiplere devam edilmelidir. Özellikle menopoz sonrası vajinal kanama gerçekleşmesi durumunda ise hemen tıbbi yardım alınmalıdır.

Menopoz dönemi konusunda merak ettiklerinizi detaylı bir şekilde öğrenmek için https://evdesaglik.memorial.com.tr/urun-ve-hizmetler/laboratuvar-paketleri-c/kadin-sagligi-c11/ linkine tıklayabilirsiniz.

 

mide bulantısı
CategoriesGenel

Mide Bulantısı Hangi Hastalıkların Habercisi?

Memorial Ataşehir Hastanesi

Gastroenteroloji Bölümü

Uz. Dr. Şule Namlı Koç

Mide bulantısı hangi hastalıkların habercisi

Toplumda herkesin yaşayabileceği en yaygın şikayetlerden biri olan mide bulantısı, yemeği fazla kaçırmak, araç tutmaları, hoş olmayan koku ve görüntülere karşı tepki ya da üşütmek gibi daha masum nedenlerden kaynaklanabildiği gibi, ciddi hastalıkların habercisi de olabilmektedir. Mide bulantısı; ülser, mide bağırsak enfeksiyonları, ani başlayan gastrit, bağırsak tıkanıklığı, apandisit gibi sindirim sistemi rahatsızlıkları başta olmak üzere stres, gebelik, vertigo, migren, tansiyon sorunları hatta beyin tümörü gibi hastalıklara da işaret edebilmektedir.

Memorial Ataşehir Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü’nden Uz. Dr. Şule Namlı Koç, mide bulantısının nedenleri hakkında bilgi verdi.

Mide bulantısı nedir?

Mide bulantısı sadece midenin hastalığı olarak ele alınmaması gereken bir şikayettir. Mide bulantısı bir hastalık değil vücutta farklı nedenlerden kaynaklanan mekanizmaların tetiklemesi sonucu ortaya çıkan bir tepki ya da farklı hastalıkların belirtisidir. Mide bulantısı genellikle kusmanın ilk aşaması olarak değerlendirilmektedir.

Mide bulantısının nedenleri nelerdir?

Akla ilk olarak sindirim sistemi rahatsızlıkları gelse de mide bulantısı farklı birçok hastalığın belirtisi olarak kendini gösterebilmektedir.

Gıda zehirlenmesi

Mikroorganizmalar ya da bakteri toksinleri tarafından bozulmuş gıdaların tüketilmesi sonucu ortaya çıkan durumdur. Gıda zehirlenmelerinin birçoğunda kişinin hastaneye gitmesine gerek olmadan evde kendiliğinden geçebilmektedir. Ancak bazı durumlarda acil müdahale gerekebilmektedir. Gıda zehirlenmelerinde ortaya çıkan ilk belirtilerden biri mide bulantısıdır. Gıda zehirlenmelerinde mide bulantısı şikayetine; kusma, ishal, ateş, karın ağrısı ve kramplar gibi şikayetler de eklenebilmektedir.

Gastrit

Mide zarının iltihaplanması olarak tanımlanabilen gastrit genellikle helikobakter pilori mikrobundan kaynaklanmaktadır. Gastrit aniden ortaya çıkabileceği gibi (akut gastrit) zamanla yavaş yavaş belirti göstererek de görülebilmektedir (kronik gastrit). Gastrit hastalarında görülen belirtiler arasında mide bulantısı çok yaygındır. Mide bulantısı ile birlikte kusma, karnın üst bölgesinde ağrı ve şişkinlik eşlik eden şikayetler arasındadır.

Ülser

Mide asidinin çeşitle nedenlerle mide veya 12 parmak bağırsağında harabiyet oluşturarak doku kaybına neden olması olarak tanımlanan ülser farklı belirtilerle kendini belli etmektedir. En sık rastlanan ülser belirtisi karnın üst tarafından ortaya çıkar ağrı olmakla birlikte mide bulantısı, kusma, iştah kaybı gibi şikayetlere de neden olabilmektedir.

Bağırsak enfeksiyonları

Bağırsak enfeksiyonu, gastrointestinal enfeksiyonlar veya gastroenterite olarak da bilinmektedir.  İnce ve kalın bağırsağı etkileyerek sindirim sistemi iltihabına neden olan viral, bakteriyel veya parazit kaynaklı enfeksiyonlar bağırsak enfeksiyonları olarak tanımlanmaktadır. Ani ve geçici akut bağırsak enfeksiyonları yaşanabildiği gibi kronik iltihaplı bağırsak hastalıkları da görülebilmektedir. Bağırsak enfeksiyonlarına rotavirüs gibi virüsler, salmonella gibi bakteriler ya da giardia gibi parazitler yol açabilmektedir. Bağırsak enfeksiyonlarının nedenleri farklı olabilse de ortaya çıkan belirtiler birbirine çok benzemektedir. Bağırsak enfeksiyonlarında mide bulantısı çok sık görülen belirtiler arasındadır. Mide bulantısının yanında karın ağrısı, kanlı ishal, ateş gibi belirtiler bağırsak enfeksiyonu şikayetleri arasında yer almaktadır.

Safra kesesi hastalıkları ve safra kesesi ameliyatları

Safra kesesi hastalıkları farklı şekillerde görülebilmektedir. Safra kesesinin akut iltihabı, safra yolu yaralanmaları ve darlıkları, safra yolu kistleri, safra kesesi taşları, safra kesesi kanseri gibi farklı şekillerde yaşanabilmektedir. Safra kesesi karaciğerin altında bulunan bir kesedir. Karaciğerde üretilen safrayı depolar ve konsantre eder. Safra, yağın sindirimine yardımcı olur ve yiyeceklere yanıt olarak safra kesesinden üst ince bağırsağa salınır. Safra kesesi hastalığı türleri şunları içerir:

Safra kesesi hastalıklarında en hafif ve en yaygın belirtisi biliyer kolik adı verilen aralıklı ağrıdır. Tipik olarak, hasta, göğüs kafesine yakın sağ üst karında şiddetli ve sırtın üst kısmına yayılabilen ağrı yaşamaktadır. Bazı hastalar bu ağrıyı göğüs kemiğinin arkasında hissedebilir. Safra kesesi hastalıklarında hastalarda en sık görülen bir diğer şikayet ise mide bulantısı veya kusmadır. Mide bulantısı ve kusma şikayetleri safra kesesi hastalıklarından cerrahi tedavi gören hastalarda ameliyat sonrasında da devam edebilmektedir.

Gastroözefageal Reflü

Toplumda sık görülen hastalıklardan birisi de Gastroözefageal Reflü hastalığıdır. Mide içeriğinin farklı nedenlere bağlı olarak mideden yemek borusuna doğru geri kaçışıyla ortaya çıkmaktadır. Gastroözefageal Reflü hastalığında en sık görülen belirti mideden boğaza doğru yayılan yanma hissidir. Yemeklerden sonra veya gece yatarken yanma hissi daha fazla görülebilmektedir. Gastroözefageal Reflü hastalığında göğüs ağrısı, yutma güçlüğü, boğazda yumru hissi, mide bulantısı ve kusma şikayetleri de yaşanabilmektedir.

Gastroparezi (Midenin yavaş boşalması)

Midenin yavaş boşalması ya da mide tembelliği olarak da bilinen Gastroparezi hastalığının belirtileri diğer mide rahatsızlıklarına benzediği için teşhisi zor koyulabilen bir hastalıktır. Sağlıklı çalışan bir mide tüketilen besinleri küçük parçalara ayırarak bağırsaklara göndermektedir. Ancak diyabet, viral enfeksiyonlar, cerrahi müdahaleler, sinir sistemi hastalıkları gibi çok farklı nedenlere bağlı olarak Gastroparezi hastalığı geliştiği durumlarda mide yapması gereken sindirim işlemini gerçekleştirememektedir. Tüketilen besinlerin midede uzun süre kalması sonucu mide bulantısı ve kusma gibi şikayetler çok sık görülebilmektedir.

Alkalen reflü gastriti (safra gastriti)

Karaciğerde üretilen safra ve diğer bileşenlerin ince bağırsaklardan mideye sızarak mide mukozasında iltihaplanmaya yol açması olarak tanımlanabilen Alkalen Reflü gastriti hastalığının belirtileri diğer mide hastalıklarında ortaya çıkan şikayetlere benzemektedir. Karnın üst bölgesinde huzursuzluk, ağrı, şişkinlik gibi belirtilerin yanında mide bulantısı ve kusma sık yaşanabilmektedir.

Bağırsak tıkanıklığı

Bağırsak tıkanıklığı müdahale edilmediği takdirde hayati tehlikeye yol açabilen rahatsızlıklardan birisidir. Ani ve şiddetli karın ağrısı, karında şişlik, gaz ve gaita çıkaramama gibi belirtilerin yanında mide bulantısı ve kusma gibi şikayetler görülebilmektedir.

Gebelik

Birçok hastalık mide bulantısına neden olabildiği gibi hamilelik de mide bulantısının en çok yaşandığın süreçlerin başında gelmektedir. Özellikle gebeliğin ilk aylarında anne adaylarının büyük bir çoğunluğu mide bulantısı ve kusma şikayetleri yaşayabilmektedir. Hamilelikte yaşanan hormonal değişimler, koku hassasiyetinin artması gibi faktörler mide bulantısı yaşanmasına yol açabilmektedir. Genel olarak mide bulantısı hamileliğin ilk aylarında daha sık yaşanmakla birlikte bazı anne adaylarında gebeliğin son aylarına kadar mide bulantısı şikayeti yaşanabilmektedir.

Araç tutması (Hareket hastalığı)

Halk arasında araç tutması olarak bilinen hareket hastalığı da mide bulantısına neden olabilmektedir.  Uçak, otomobil, vapur gibi araçlara seyahat ederken denge algısında yaşanan bozulmaya bağlı olarak yaşanan araç tutmasında mide bulantısının yanı sıra baş dönmesi, kusma, terleme gibi şikayetler de yaşanabilmektedir.

Koku ve görüntü karşısında vücudun verdiği tepki

Kötü kokuların alınması ya da kötü görüntüler beyni uyararak mide bulantısını tetikleyebilmektedir.

Kanser ve kanser tedavisi

Mide bulantısı kanser belirtisi olabilmektedir. Özellikle sindirim sistemi kanserlerinde hazımsızlık, şişkinlik gibi belirtilerle birlikte mide bulantısı, kusma, iştahsızlık, kilo kaybı gibi şikayetler yaşanabilmektedir. Kanser tedavisi ya da kanser tedavisinden sonra da mide bulantısı şikayetleri yaşanabilmektedir. Kemoterapi tedavisi sırasında ani mide bulantısı ve kusma şikayetleri görülebilmektedir. Mide bulantısı ve kusma şikayetleri kemoterapi sırasında olabileceği gibi sonrasında da ortaya çıkabilmektedir.

Vertigo (Baş dönmesi)

Hastalar farklı nedenlere bağlı olarak vertigo yani baş dönmesi yaşayabilmektedir. Şiddetli vertigo durumunda kişi genellikle hareket edememektedir ve ilk görülen şikayetler mide bulantısı ile kusma olmaktadır.

Kulak enfeksiyonu

Kulak enfeksiyonları genellikle şiddetli kulak ağrısı ile kendini belli etmektedir. Ancak iç kulak enfeksiyonlarında kulak ağrısına mide bulantısı, baş dönmesi gibi şikayetler eklenebilmektedir .

Beyin travması, beyin tümörü

Kafa travmaları ya da beyin tümörü gibi rahatsızlıklar hastalığın şekline göre farklı belirtiler gösterebilmektedir. Beyin travması veya beyin tümörlerinde şiddetli baş ağrısı, mide bulantısı, kusma, konuşma bozukluğu, kol veya bacaklarda güçsüzlük, görme bozuklukları gibi şikayetler yaşanabilmektedir.

Apandisit

Kalın bağırsağın başlangıç kısmında 5-6 cm boyunda, 3 mm çapında kör bir bağırsak parçası olan apandisitin tam olarak görevinin ne olduğu bilinmemektedir. Bağırsağın defans mekanizması ve bağışıklığı düzenlemeye yardım ettiği öngörülen apandisitin iltihaplanmasının en tipik belirtisi sağ kasık ağrısıdır. Ancak ağrı ile birlikte mide bulantısı, kusma, sindirim güçlüğü gibi şikayetler de yaşanmaktadır.

Migren

Migren ataklarının en belirgin özelliği zonklama şeklinde baş ağrısıdır. Ancak bu baş ağrısına; mide bulantısı, kusma, ışık ve sese karşı hassasiyet gibi şikayetler de eklenmektedir.

Kalp krizi

Kalp krizi sırasında yeterli oksijen alınamadığı için baş dönmesiyle birlikte mide bulantısı ve kusma şitayetleri yaşanabilmektedir.

İlaç kullanımı

Çeşitli ilaçlar yan etki olarak mide bulantısına neden olabilmektedir.

Stres

Stres birçok soruna neden olmasının yanı sıra beyni olumsuz uyararak mide bulantısını tetikleyebilmektedir.

Aşırı besin tüketmek

Mide-bağırsak sistemini huzursuz eden besinlerin tüketilmesi mide bulantısı ve kusmayla sonuçlanabilir

Böbrek ve idrar yolu hastalıkları

Böbrek taşları veya idrar yolu enfeksiyonları şiddetli ağrının yanı sıra mide bulantısı ve kusma gibi şikayetlerle de kendini belli edebilmektedir.

Mide bulantısı şikayetleri yaşıyor ve nedenini öğrenmek için gerekli testleri yaptırmak istiyorsanız Memorial Evde Sağlık sitesindeki  https://evdesaglik.memorial.com.tr/urun-ve-hizmetler/laboratuvar-paketleri-c/yorgunluk-ve-bagisiklik-c21/ linkini tıklayabilirsiniz.

Astım nedir
CategoriesGenel

Astım Hastalığının Sık Görülen Belirtileri

ASTIM 

Astım, hava yollarının herhangi bir mikroorganizma olmadan iltihaplanması ve daralması sonucu oluşmaktadır. Dünyada görülen en yaygın hastalıklardan biridir. Her yaştan insanı etkileyebilen kronik ve inflamatuar bir hastalıktır. Çocukluk çağında daha çok erkek çocuklarını etkileyen astım, erişkinlerde ise kadınlarda daha fazla görülmektedir. Düzenli ilaç kullanımı ve doktor kontrolleri ile astım kontrol altına alınabilir. Astım hastaları normal ve aktif bir yaşam sürdürebilir. Memorial Şişli Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Füsun Soysal, astım ve tedavisi hakkında bilgi verdi.

Astım nedir?

Astım akciğer hava yollarının yani bronşların kronik iltihabı bir durumudur. Hastalar; nefes darlığı, öksürük ve göğüste sıkışma hissi şikayetiyle doktora başvurmaktadır. Astımın belirtileri KOAH (Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı) ile karışabilmektedir. Astımın neden olduğu bu şikayetler zaman zaman özellikle mevsimsel değişikliklere bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. İlaçlarla veya ilaçsız olarak bu şikayetler geçebilmektedir. Astımda hava yolları eski haline dönebilirken, KOAH’ta bu söz konusu değildir. Astım kronik bir hastalık olduğu için düzenli ilaç kullanımı ve doktor kontrolü önem arz etmektedir.

Astımın nedenleri nelerdir?

Astımın nedenleri arasında;

  • Genetik yatkınlık,
  • Sigara kullanımı,
  • Fazla kilo ve obezite,
  • Ev tozu akarları, polenler, küf mantarları ve hayvan tüyleri,
  • Kimyasal maddeler,
  • Hava kirliliği bulunmaktadır.

Astımın, alerji kaynaklı olduğu düşünülüyorsa, hastaya cilt ve kan testleri yapılarak hastanın hangi maddelere alerjisi olduğu belirlenmelidir. Bu maddelerden uzak durulması tedavinin temelini oluşturmaktadır. Eğer hastanın polen alerjisi bulunuyorsa polenlerin çok olduğu dönemlerde dışarıya mümkün olduğunca çıkılmaması ve gerekli durumlarda maske kullanması önerilmektedir.

Astımın belirtileri nelerdir?

Astımın belirtileri şunlardır;

  • Öksürük,
  • Göğüste sıkışma ve baskı hissi,
  • Nefes darlığı,
  • Soluk alıp verirken hırıltı, hışıltı ve ıslık sesi benzeri seslerdir.

Bu belirtiler tekrar ediyorsa, kendiliğinden ya da astım spreyleri ile düzeliyorsa ve özellikle uykudan uyandıracak şekilde görülüyorsa akla astım hastalığı gelmelidir.

Astım tanısı için istenen testler nelerdir?

Astım, hasta öyküsü ile tanısı konabilen bir hastalıktır. Hastada; öksürük, nefes darlığı, hırıltılı, hışıltılı solunum, göğüste baskı hissi gibi tekrarlayan şikayetlerin varlığı astımı işaret edebilmektedir. Hastadan alınacak detaylı bir hasta öyküsü ve solunum fonksiyon testi tanının konmasında yardımcı olmaktadır.

Şikayetleri olan kişiyi solunum fonksiyon testi uygulanır. Daha sonra bir nefes açıcı verilerek 15-20 dakika sonra solunum fonksiyon testi tekrar yapılır. İki ölçüm arasında belirli bir fark varsa astım tanısı konulmaktadır. Solunum fonksiyon testleri hastanın iyi olduğu dönemde normal çıkabilmektedir. Bu durum, kişinin astım olmadığı anlamına gelmemektedir.

Alerji testleri, astımın alerjik kökenli olup olmadığını belirlemek için yapılmaktadır. Erişkin astım hastalarının yarısı alerjik astımlıdır. Kişinin hasta öyküsü alınırken eğer alerjik durumlardan bahsediliyorsa alerji testi yapılabilmektedir.

Astım tanısı için çoğu zaman akciğer filmi ya da akciğer tomografisine gerek olmamaktadır. Bu belirtiler başka akciğer hastalıklarının da belirtisi olabileceği için ayrım yapmak adına görüntüleme tekniklerine başvurulabilmektedir. Astım tanısı için kan testi de bulunmamaktadır. Kan testleri de yine başka akciğer hastalıklarının olup olmadığını anlamak için yapılmaktadır.

Astım tanısı konulduktan sonra astıma eşlik eden diğer hastalıkların varlığı da mutlaka gözden geçirilmektedir. Astımla nazal polip, kronik ve alerjik nezle gibi hastalıklar sık görülmektedir. Uyku apne sendromu da astımlı hastalarda sık karşılaşılmaktadır.  Astım tanısı konduktan sonra hasta 1, 3 ve 6 aylık arayla takip edilmektedir. Bu periyodlarda hastaya solunum fonksiyon testleri ve diğer kontroller yapılmaktadır.

Astımın tedavisi nedir?

Astımda geri dönüşümlü bir hava yolu darlığı söz konusudur. Tedavide düzenli ilaç kullanımı ve rutin hekim kontrolü ile astımın kontrol altına alınması amaçlanmaktadır. Kronik bir hastalık olduğu için tamamen tedavisi söz konusu değildir.

Tedaviyle astım belirtilerinin mümkün olduğu kadar azaltılması, hastanın rahat uyuyabilmesi, günlük hayatına konforlu bir şekilde devam edebilmesi ve astım ataklarının önlenmesi sağlanmaya çalışılmaktadır.

Astım tedavisinde hasta ve hekim işbirliği çok önemlidir. Alerjik astımlı bir hastanın alerjenden korunması önemlidir.

Astım tedavisinde inhalasyon yani nefes yoluyla alınan sprey tarzı ilaçlar kullanılmaktadır. Bu spreylerin içinde kortizon ya da nefes açıcı ilaçlar bir arada ya da ayrı ayrı bulunabilmektedir.

Astım ilaçlarında kortizon bulunmaktadır ama bu ilaçlar bağımlılık yapacak düzeylerde değildir. Spreyler nefes yoluyla kullanılan ilaçlardır, kortizon lokal olarak hava yolları ve bronşlarda etkili olmaktadır, dolayısıyla çok ciddi yan etkileri bulunmamaktadır.  Astım tedavisinde kullanılan kortizon miktarı mikrogram dozunda yani çok düşüktür. Kilo artışı, ciltte bozulmalar, katarakt gelişimi, mide rahatsızlıkları ya da kemik erimesi gibi kortizonun bilinen yan etkilerine neden olmamaktadır.

Astım hastaları ilaçlarını kendi isteklerine göre kesmemelidir. Astım ilaçları düzenli olarak kullanıldığında sürekli ilaç kullanımı da önlenebilmektedir. Tedavi başladıktan sonra düzenli doktor kontrolü önerilmektedir. Astım kriz ve ataklarla ortaya çıkabilen bir hastalıktır. Bu sebeple hastanın ilaçları her zaman ulaşılabilir olmalıdır.

Bazı hastalarda astım ağır seyredebilmektedir. Bu hastalar için özel tedavi yöntemleri bulunmaktadır. Biyolojik ajanlar denilen bu özel tedavi yöntemlerine astım alanında uzman merkezlerden ulaşılması gerekmektedir. 

Sık sorulan sorular

Astım hastaları nelere dikkat etmelidir?

Astım hastaları ilaçlarını düzenli olarak kullanmalı ve doktor kontrollerini aksatmamalıdır. Alerjik astım hastaları ise astımı tetikleyecek alerjenlerden mümkün olduğunca kaçınmalıdır. Polen alerjisi olan bir hasta mümkün olduğunca dışarı çıkmamalı, çıkmak zorunda ise maske kullanmalıdır. Ev tozu akarına alerjisi olan bir hasta hayat boyu buna özen göstermelidir. Hayvan tüylerine alerjisi olan bir astım hastası yine bu alerjene maruz kalmamak adına dikkatli olmalıdır. Sigara içen bir kişi sigarayı bırakmalı, fazla kilolu olan bir hasta mutlaka kilo vermelidir. Astım atağına neden olabilecek güçlü ve ağır kokulardan uzak durmaya gayret edilmelidir.

Astım krizi nedir?

Astım semptomları hem yavaş yavaş hem de aniden kötüleşebilir. Bu astım krizi olarak bilinmektedir. Ağır bir kokuya maruz kalmak ya da grip gibi üst solunum yolları hastalıkları astım krizine yol açabilmektedir. Astım krizi olmadan önce göğüste sıkışma, soluk alıp verirken hırıltı ve ıslık sesi şeklinde seslerle belirti verebilmektedir. Stres, aşırı sevinç, üzüntü ve sıkıntı bazen astım ataklarına neden olabilmektedir. Ciddi ataklar hastaneye yatmayı gerektirebilir ve nadiren de olsa astım yeterince tedavi edilmezse hayatı tehdit edici olabilir.

Astım hastalığı geçer mi?

Astım kronik bir hastalık olduğu için tamamen iyileşmesi söz konusu olmamaktadır. Astımın belirtileri geceleri ve sabahın erken saatlerinde, fiziksel egzersizden sonra veya başka bir tetikleyicinin (kirlilik, alerjenler vb.) varlığında ortaya çıkabilmektedir. Fakat düzenli ilaç ve doktor kontrolleri ile astım kontrol altına alınabilmektedir.

Astımlı bir hasta hamile kalabilir mi?

Astım hastası bir kadının hamile kalmasında bir sakınca yoktur. Hamilelik süresince düzenli ilaç ve doktor kontrolleri aksatılmamalıdır. Hamilelerin kullanabileceği güvenli ilaçlar bulunmaktadır. Düzenli takip edilmeyen astım hastaları gebeliklerinde sorunlar yaşayabilirler. Bunu önlemek için düzenli hekim kontrolleri ve ilaç kullanımı şarttır.

Alerjik astımınız varsa ya da alerjik bir bünyeniz olduğunu düşünüyorsanız Alerji testi paketlerimizi satın alabilir, evinizin rahatlığında hizmet alabilirsiniz.” https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/alerji-taramasi-solunum-maddeleri-ve-gidalar/

aids
CategoriesGenel

AIDS nedir? AIDS belirtileri ve tedavi yöntemleri

Kan ve cinsel temas yoluyla bulaşan HIV enfeksiyonu, tedavi edilmediğinde bağışıklık sistemini olumsuz etkileyerek AIDS’e neden olmaktadır. İlaçlarla tedavi edilebilen HIV enfeksiyonunu taşıyanlar ise günlük hayatlarını düzenli ilaç kullanımı ve takipler ile sürdürebilmektedir. Günümüzde etkin bir şekilde kullanılan ilaçlar sayesinde HIV taşıcısı kişilerin yaşam süresi uzamaktadır. HIV’in neden olduğu AIDS ile mücadele etmek için yapılan testler, erken teşhis için önem kazanmaktadır. Memorial Kayseri Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Ayşegül Ulu Kılıç, HIV enfeksiyonu ve AIDS ile ilgili bilgi verdi.

 AIDS nedir?

Edinsel Bağışıklık Yetmezliği Sendromu yani HIV enfeksiyonunun neden olduğu AIDS, kronikleşen ve ölümlere neden olan bir hastalıktır. Tedavi edilmediğinde HIV enfeksiyonu AIDS’e neden olmaktadır. Birleşmiş Milletler HIV/AIDS Ortak Programı (UNAIDS) raporuna göre, 2020 yılında dünya genelinde yaklaşık 37,7 milyon insanın HIV ile yaşadığı açıklanmış ve yaklaşık 1,5 milyon kişinin de HIV’e yeni yakalandığı tespit edilmiştir. Ayrıca 2020 yılında 680.000 kişinin AIDS’e bağlı hastalıklardan hayatını kaybettiği belirlenmiştir. Öte yandan, 27,5 milyon kişinin ise antiretroviral tedaviye eriştiği ortaya çıkmıştır. Hastalıkla ilgili uluslararası yapılacak mücadele kapsamında Birleşmiş Milletler HIV/AIDS Ortak Programı küresel hedefleri belirlemiştir. Bu hedefler tüm dünyada AIDS ile ilişkili ölüm sayısının; 2030 yılında 200.000’e düşürülmesi, HIV ile enfekte olduğu belirlenen kişilerin %90’ının tedaviye erişmesi için çalışılması ve tedavi görenlerin %90’ınında viral supresyonun sağlanmasıdır.  Hastalığı önleme çalışmaları çerçevesinde ise; yeni enfekte olanların sayısının %75 azaltılması için çalışma yapılması, HIV ile enfekte olan yenidoğan sayısının ise sıfır olması amaçlanmaktadır.

HIV nedir?

Cinsel temas ve kan yoluyla bulaşan HIV enfeksiyonu, tedavi edilmediği takdirde bağışıklık sistemini olumsuz etkileyerek AIDS’e yol açmaktadır. Virüs, vücuda girdiğinde bağışıklık sistemi hücrelerine tutunmakta ve genetik materyallerini hücre içerisine bırakarak, burada kendini kopyaladıktan sonra hücreyi parçalayıp diğer hücreleri etkilemektedir. Virüs, zamanla bağışıklık sistemi hücrelerinin azalmasını sağlayarak vücudu enfeksiyonlara karşı zayıf bırakmaktadır. Vücuttaki HIV kontrol edildiğinde ise HIV’in tamamen vücuttan uzaklaştırılamadığı kronik bir enfeksiyona dönüşmektedir. Günümüzde kullanılan ilaçlar, virüsün vücutta kendini kopyalamasını durdurarak bağışıklık sisteminin zarar görmesini engellemektedir. AIDS, HIV enfeksiyonunun ileri evresidir. Başlı başına bir hastalık olmayan AIDS, virüs kaynaklı olarak bağışıklık sisteminin zayıfladığı bir süreci kapsamaktadır. HIV taşıyanların hepsi AIDS aşamasında olmamaktadır. Yani bu virüsü taşıyanlar tedavi edilirse, AIDS hastası olmayacaktır.

AIDS’in belirtileri nedir?

AIDS’in neden olduğu hastalığın birçok belirtisi bulunmaktadır. Bazı belirtiler diğer hastalıklarda da görüldüğü için ELISA testi ile kesin teşhisin konulması gerekmektedir.

  • Aşırı yorgunluk ve bitkinlik hali,
  • Çok hızlı kilo kaybı,
  • Tekrarlayan yüksek ateş,
  • Geceleri ortaya çıkan terleme,
  • Kasık veya boyun lenf bezleri ile koltuk altı bezlerinde gözle görülür büyüme,
  • Genital bölgede oluşan yaralar,
  • Tekrarlayan akciğer enfeksiyonları,
  • Ciltte lekelenmeler (özellikle ağız, burun veya göz kapaklarında ortaya çıkan lekeler),
  • Hafıza kaybı,
  • Depresyona girme ya da nörolojik bozukluklar şeklinde kendini göstermektedir.

HIV enfeksiyonu ise vücudu alındıktan 2-4 hafta sonra grip benzeri belirtilerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. HIV enfeksiyonunun akut hale geldiği bu dönemde aşağıdaki belirtiler bir haftaya kadar devam etmektedir.

Bunlar:

  • Aşırı derecede üşüme ve titreme,
  • Yüksek ateş ve geceleri terleme,
  • Ciltteki döküntüler,
  • Kas ve boğaz ağrıları,
  • Halsizlik ve bitkinlik,
  • Lenf bezlerinde şişme,
  • Ağızda çıkan yaralar.

HIV hangi yollarla bulaşmaktadır?

  • HIV enfeksiyonu korunmasız cinsel temas sonucu bulaşmaktadır. Tedavi süreci tamamlanmamış HIV taşıyıcıları, korumasız cinsel ilişkiye girmemelidir. Korunmasız cinsel temas, bulaş riskini de yükseltmektedir.
  • HIV’in bilinen başka bir bulaş yolu ise aynı enjektörün kullanılmasıyla ortaya çıkmaktadır.
  • Damar içi uyuşturucu kullanımının azaltılması ve bu kişilerde ortak iğne kullanımının önlenmesi bulaşmayı azaltacaktır.
  • Başka bir bulaş yolu ise virüsün anneden bebeğe geçmesidir. Virüs anne karnındayken bebeğe geçerek, doğum sonrasında bebeğin enfekte olduğu ortaya çıkmaktadır.
  • Organ, doku ve kan nakli de önemli bir bulaş yoludur.
  • Sağlık personelinin korunma için tüm kan ve vücut sıvılarını enfekte kabul ederek, koruyucu malzeme (eldiven vb) kullanması gereklidir.

AIDS’in tanısı nasıl konur?

AIDS’in tanısı ELISA testi ile yapılmaktadır. Bu test sayesinde enfeksiyona karşı vücudun oluşturduğu antikorlar belirlenmektedir. Ancak ELISA, detaylı testlerden önce kullanılan bir ön test niteliğindedir.

HIV/AIDS’in tedavisi nedir?

HIV enfeksiyonunun neden olduğu hastalığın tedavisinde birçok ilaç kullanılmaktadır. Özellikle üçlü ilaç tedavileri, kandaki virüs miktarını azaltarak bağışıklığı yükseltmektedir. Ancak ilaçlar HIV enfeksiyonunu ortadan kaldırmamaktadır. Kişi tamamen bu virüsten kurtulamamakta, ömrü boyunca bu ilaçları kullanmak zorunda kalmaktadır. HIV taşıyıcıları ilaçlarını aldığı sürece, AIDS hastası olmayacaktır.

SIK SORULAN SORULAR

 HIV öpüşmekle bulaşır mı?

HIV öpüşmekle, sarılmakla, el sıkışmayla, öksürmekle, sivrisinek ya da böcek ısırığı ile bulaşmayacaktır. Hekimi tarafından test önerilen tüm kişiler, korunmasız cinsel ilişki yaşayanlar, birden fazla partneri olanlar, cinsel yolla bulaşan başka bir hastalığı bulunanlar, tüm gebeler, HIV enfekte kişilerin eşleri ve damar içi enjeksiyon yapan kişiler test yaptırmalıdır.

AIDS’li bir hasta ile aynı ortamda bulunulması risk oluşturur mu?

AIDS’li bir hasta ile aynı ortamda olmak riski değildir ancak dikkatli olunmalıdır. İşyerinde aynı ortamda çalışmak, aynı telefonu, aynı bardağı kullanmak bulaşmaya neden olmaz. HIV virüsü hava yolu ile de bulaşıcı özellikte değildir.

HIV taşıyıcılığı, kişiyi sosyal yaşamdan koparır mı?

HIV taşıyanlar her türlü mesleği yapabilir, bedensel ve zihinsel engelli statüsünde değildir. Bu kişiler evlenebilir ve çocuk sahibi olabilir. Ancak çocuk sahibi olurken dikkat edilmesi gereken kurallar ve eşlerin pozitiflik durumuna göre alınması gereken önlemler bulunmaktadır.

ELISA testi nerede yapılır?

HIV enfeksiyonu tanısı için yapılan kan testleri tüm devlet hastaneleri ve aile sağlık merkezleri (ASM), üniversite hastaneleri, özel hastaneler ve gönüllü danışmanlık ve test merkezlerinde yapılabilmektedir.

HIV enfeksiyonu anneden bebeğe nasıl bulaşır?

HIV, anne karnında bebeğe gebelikte ve emzirme döneminde bulaşabilmektedir. Bebek anne karnında iken annenin HIV enfeksiyonunun varlığı biliniyorsa tedaviye hemen başlanmakta, doğumdan sonra da annenin tedavisi bir ömür boyu sürmektedir. Doğumdan sonra da HIV enfeksiyonun gelişmemesi için bebekte ilaçlarla tedavi edilmeye çalışılmaktadır.

HIV olan kişi ne kadar süre sonra AIDS olmaktadır?

HIV enfeksiyonu belirlenemez ve tedavi başlamazsa AIDS hastalığı ortaya çıkmaktadır. Bu süre bazen 10 yılı bile bulabilmektedir. Ancak sonuç olarak kişi bu virüsü taşıyorsa ve tedaviye başlanmamışsa AIDS olması kaçınılmazdır.

Bağışıklık sistemi ile ilgili merak ettiklerinizi detaylı bir şekilde öğrenmek için https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/bagisiklik-test-paketi-detayli/ linkine tıklayabilirsiniz.

dumping
CategoriesGenel

Dumping Sendromu Nedir?

DUMPİNG SENDROMU

Midenin bir bölümünün ya da tamamının alındığı ameliyatlar, yemek borusunun çıkarılmasıyla ilgili cerrahiler veya nadiren de olsa mide küçültme operasyonu sonrası ortaya çıkabilen Dumping Sendromu yaşam kalitesini düşüren bir sorundur. Bazı kişilerde Dumping Sendromu’nun belirtileri, ilaç ya da yaşam tarzı değişiklikleriyle azaltılabilirken, bazı kişilerin bu sorun için operasyon geçirmesi gerekebilir. Memorial Sağlık Grubu Genel Cerrahi Bölümü uzmanları, Dumping Sendromu hakkında bilgi verdi.

 Dumping Sendromu nedir?

Dumping Sendromu, mideye giden besinlerin ince bağırsağa normalden daha hızlı boşaltılmasına sebep olan tıbbi durumdur. Bunu basit olarak hızlı mide boşaltılması olarak da tanımlamak mümkündür. Dumping Sendromu bulunan kişilerde mide bulantısı, mide krampları gibi semptomlar görülür. Bu belirtiler, gıdaların midede uygun şekilde sindirilmemesi ve ince bağırsakta bu besinlerin emiliminin gerçekleşmemesine bağlı olarak ortaya çıkar. Mide ameliyatları geçiren kişilerde bu hastalığın görülme riski daha yüksektir.

Genellikle iki türü vardır. Erken Dumping Sendromu ve geç Dumping Sendromu olarak bu sınıflandırılabilir. Yemeklerden sonra farklı sürelerde belirtiler ortaya çıkar ve hepsi farklı semptomlara neden olur. Bazı kişilerde yaşam tarzının değişmesiyle çözüm bulunabilirken bazılarında da ilaç ya da cerrahi tedaviler gerekebilmektedir.

Beslenme ağızda başlar. Yenilen yiyecekler dişler tarafından parçalanır ve sonrasında yemek borusundan mideye geçer. Bu aşamada da besinlerin parçalanması devam eder. Gıdalar sonrasında ince bağırsağa geçer. Burada da enzimler ve bakterilerle birlikte yiyecekler parçalanmaya devam eder. Yararlı partiküller kana emilir. Kalan partiküller de kalın bağırsağa gider, buradan da dışkıyla birlikte vücuttan atılır. Vücuda alınan bir besinin tam olarak sindirilmesi 24 saat sürer. Ancak yiyeceklerde yağ oranı yükselirse, sindirim süresi de artmaktadır. Örneğin yağlı bir yemeğin mideden ince bağırsağa geçme süresi 2-3 saati bulurken, geri kalan saatlerde bu besin kalın bağırsakta işlenir. Dumping Sendromu’nda ise gıdanın alınmasıyla birlikte 10-30 dakika içinde şikayetler başlar. Bazı bireylerde 3 saat sonrasında da şikayetler görülebilmektedir.

Dumping Sendromu belirtileri nelerdir?

 Dumping Sendromu’nun belirtileri, sendromun türüne bağlıdır. Erken Dumping Sendromu genellikle bir yemeği bitirdikten sonraki 30 dakika içinde ortaya çıkar. Erken Damping Sendromu olanlarda görülen belirtiler şu şekilde sıralanır:

  • Mide bulantısı
  • Kusma, ishal veya karın krampları
  • Şişkin hissi
  • Zayıflık, güçsüzlük
  • Baş dönmesi
  • Soğuk terleme

Geç Dumping Sendromu’nun semptomları tipik olarak yemekten 2 ila 3 saat sonra ortaya çıkar. Belirtiler şu şekildedir:

  • Düşük kan şekeri (hipoglisemi)
  • Güçsüzlük, zayıflık
  • Soğuk terleme
  • Baş dönmesi
  • Hızlı veya düzensiz kalp atışı

Dumping Sendromu neden olur?

Erken ve geç Dumping Sendromu’na neden olan etkenler şöyle anlatılabilir:

Erken Damping Sendromu: Mideden büyük miktarda yiyecek on iki parmak bağırsağa (ince bağırsak) normalden daha hızlı hareket eder. Bu yiyecek hareketinden sonra mideden gelen sıvı ince bağırsağınıza hücum eder. Bu sıvı, mide asidi ve kısmen sindirilmiş yiyecek ve içeceklerin bir karışımıdır.

Geç dumping sendromu: Yiyecek ve içeceklerden gelen büyük miktarlardaki glikoz (şeker) hızla ince bağırsağa geçtiğinde belirtiler ortaya çıkar. Şekerin gelişi, kan şekeri (kan şekeri) seviyesinin normalden daha hızlı yükselmesine neden olur. Buna karşılık, pankreas insülin hormonunu serbest bırakır. İnsülin kan şekerinin çok hızlı düşmesine neden olur. Sonuç olarak hipoglisemi (düşük kan şekeri) ve zayıflık gibi diğer semptomlar olabilir. Dumping Sendromu’nun oluşumunda mide ile ilgili ya da yemek borusuyla ilgili geçirilen ameliyatlar ağırlıklı olarak etkilidir. Ameliyat dışı nedenlerle de gelişebilir. Dumping sendromuna neden olan bazı ameliyat türleri şöyle anlatılabilir:

 

Gastektomi: Midenin tamamının ya da bir kısmının alınmasını içeren bir cerrahi prosedürdür. Mide kanseri olgularında uygulanmaktadır.

Özofajektomi: Yemek borusunun bir kısmı ya da tamamı çıkarılmaktadır. Yeni bir yemek borusu yapılmaktadır. En çok yemek borusu kanseri olgularında bu prosedür kullanılmaktadır.

Gastrik bypass: Morbid obezite tedavisinde uygulanan bir ameliyat türüdür. Midede küçük bir kese oluşturularak yiyecek alımı kısıtlanır.

Dumping Sendromu en çok gastrik bypass hastalarında yüksek düzeyde basit karbonhidratlar alındığında ortaya çıkabilir. Durum, özofagus ameliyatı geçirmiş kişilerde de gelişebilir. Piloroplasti veya distal gastrektomi sonrası hastaların yaklaşık %20’sinde klinik olarak anlamlı Dumping Semptomları ortaya çıkar. 35 yaşından küçük veya BMI <25 kg/m 2 olan hastaların semptomatik olma olasılığı, daha yaşlı veya daha fazla obez hastalara göre daha fazladır.

Dumping sendromu teşhisi nasıl konulur?

Doktorlar, kişilerin belirtilerini dinleyerek ve mide ameliyatı geçirilip geçirilmediğine dayanarak Dumping Sendromu teşhisini koyabilir. Ancak bununla birlikte bazı testler istenebilir. Bu testler şöyle sıralanabilir:

  • Glikoz tolerans testi: Doktor en az 8 saat yemek yemekten kaçındıktan sonra kan örneği alır. İlk kan örneğinden sonra, glikoz (şeker) içeren bir çözelti içilir. Solüsyonu içtikten hemen sonra ve 3 saate kadar her 30 dakikada bir daha fazla kan örneği alınır. Bu test, vücudun kan şekeri düzeylerini kontrol etmek için insülini nasıl kullandığını ölçer.
  • Mide boşaltma testi: Bu test, midenizin yemekten 1 ila 4 saat sonra içeriğini nasıl boşalttığını ölçer. Testten önce eser miktarda radyoaktif madde içeren bir yemek yersiniz. Doktor, özel bir tarayıcı kullanarak gastrointestinal (GI) yolunuzdaki gıda hareketlerini izleyebilir.
  • Üst GI endoskopisi: Doktor, hastanın yemek borusuna, midesine, ince bağırsaklara bakmak için bu tetkiki isteyebilir. Böylece belirtilere neden olabilecek diğer tıbbi sorunlar belirlenebilir. Bu diğer problemler, mide ülserini veya iltihaplanmasını içerebilir.
  • Üst GI serisi: Bu prosedür sırasında bir X-ray makinesinin önünde oturur veya ayakta durursunuz. Doktor, bir sıvı içerir. Doktor, bu tetkikle birlikte bağırsak tıkanıklıkları gibi bazı komplikasyonları daha kolay gözlemler.

 

Dumping Sendromu’nun tedavisi nasıldır?

Diyet değişiklikleri, semptomlarının şiddetini azaltmaya veya ortaya çıkmasını önlemeye yardımcı olabilir. Bu değişiklikler şunları içerir:

  • Protein ve lif alımını artırmak
  • Her gün 5 ila 6 küçük öğün yemek
  • Yiyecekleri daha az sulu hale getirmek için koyulaştırıcı maddeler eklemek

Bazı hastalar için doktorlar, bazı Dumping Sendromu ilaçları reçete eder. Bu ilaçlar enjeksiyon olarak verilir ve midenin boşalma hızını yavaşlatıcı özelliktedir. Ayrıca pankreasın gıdaya yanıt olarak insülin salgılamasını da durdurur. Bazı ilaçlar da geç Dumping Sendromu’nu önlemeye yardım eder. Bunu da vücudun karbonhidratları emme hızını yavaşlatarak yapar. Dumping Sendromu’na, mide ameliyatı geçmişi neden oluyorsa veya semptomlar diğer tedavilere yanıt vermiyorsa, doktor ek ameliyat önerebilir. Ameliyat türü, daha önce geçirilen operasyona göre değişebilir. Dumping Sendromu’nu tedavide cerrahi her zaman işe çözüm üretemeyebilir. Bu soruna multidisipliner bakış açısı ile yaklaşmak gerekir. Tedaviye dirençli Dumping Sendromu olan hastalarda, cerrahi yeniden müdahale veya sürekli enteral beslenme düşünülebilir. Ancak bu tür yaklaşımların sonuçları değişkendir. Ayrıca Dumping Sendromu beslenme tedavisi de yöntemler arasındadır.

Distal gastrektomi geçirmiş hastalarda loop gastrojejunostomiden Roux-en-Y rekonstrüksiyonuna geçiş tercih edilen prosedürdür. Roux-en-Y gastrik bypass, midenin boyutunu küçülten ve bir kişinin yiyebileceği yiyecek miktarını kısıtlayan bir kilo verme ameliyatıdır. Midenin küçük bir bölümünden bir mide poşu oluşturmayı ve midenin ve onikiparmak bağırsağının büyük bir bölümünü atlayarak onu doğrudan ince bağırsağa bağlamayı içerir. Genellikle karında küçük kesiler ile laparoskopik cerrahi olarak yapılır.  Bu operasyon Roux döngüsünün hareketliliğini bozarak mide boşalmasını yavaşlatır.

Genellikle cerrahi yöntemlerde önerilen ameliyat türü, Dumping Sendromu’na yol açan ameliyatın türüne bağlıdır.  (ÇIKARMAYI ÖNERİYORUM)

SIKÇA SORULAN SORULAR

Erken Dumping Sendromu nedir?

Erken dönem Dumping Sendromu, hasta basit karbonhidrattan zengin beslendikten sonraki ilk 30 dakikada karın ağrısı, ishal gibi semptomlar yaşaması durumudur.

Geç Dumping Sendromu nedir?

Geç dönem Dumping Sendromu da karın ağrısı, ishal gibi semptomların 2-3 saat sonrasında gelişmesi durumudur.

Dumping Sendromu ile hangi komplikasyonlar ilişkilidir?

Dumping Sendromu’yla yaşayan çoğu insan sadece hafif semptomlarla karşılaşır. Daha şiddetli semptomlar varsa, kiloyu korumak zor olabilir. Besinler sindirim sisteminden emilebileceğinden daha hızlı geçtiğinde kilo kaybı meydana gelebilir. Diyet ve ilaç değişiklikleri Dumping Sendromu’nu yönetmek için yeterli değilse, doktor ameliyat önerebilir.

 Dumping Sendromu önlenebilir mi?

Geçirilen bir mide ya da yemek borusu veya obezite ameliyatından sonra Dumping Sendromu’nu önlemenin bir yolu yoktur. Bu tür cerrahileri olan herkeste Dumping Sendromu gelişmeyecektir. Diyet değişiklikleri Dumping Sendromu semptomlarını önleyebilir veya azaltabilir. Ameliyat sonrasında hem genel cerrahi hem de beslenme uzmanının önerilerine mutlaka uyulmalıdır. Hastaya cerrahi sonrası mutlaka beslenme önerileri sunulmalıdır.

Dumping Sendromu’nu önlemek için dikkat edilmesi gerekenler:

  • Diyetteki protein ve lif miktarını artırmak,
  • Her gün 5 ila 6 küçük öğün yemek,
  • Yemekten sonraya kadar sıvı içmekten kaçınmak,
  • Yiyecek ve içeceklerde sofra şekeri gibi basit şekerler tüketmemek.

 

Dumping Sendromu için beslenme önerileri nelerdir?

Bazı cerrahi operasyonlardan sonra özellikle obezite cerrahisi, mide ameliyatları, yemek borusu ameliyatları sonrasında Dumping Sendromu şikayetleri olanlara özel diyet stratejileri şöyle sıralanabilir:

Daha küçük öğünler yiyin: Günde üç büyük öğün yerine beş veya altı küçük öğün yemeyi deneyin.

Sıvılarınızın çoğunu öğün aralarında tüketin: İlk başta, yemeklerden 30 ila 60 dakika önce ve sonra hiçbir şey içmeyin.

Su içmeye dikkat: Günde 6 ila 8 bardak (1,4 ila 1,9 litre) sıvı için. İlk başta, yemeklerle birlikte sıvıyı 1/2 fincan (118 mililitre) ile sınırlayın. Tolere ettikçe yemeklerle birlikte sıvıyı artırın.

Diyetinizi değiştirin: Daha fazla protein – et, kümes hayvanları, kremalı fıstık ezmesi ve balık – ve kompleks karbonhidratlar – yulaf ezmesi ve lif oranı yüksek diğer tam tahıllı yiyecekler yiyin. Şeker, sofra şekeri, şurup, gazlı içecekler ve meyve suları gibi yüksek şekerli yiyecekleri sınırlayın.

Laktozu çıkarabilirsiniz: Süt ürünlerindeki (laktoz) doğal şeker semptomlarınızı kötüleştirebilir. İlk başta küçük miktarları deneyin veya soruna neden olduğunu düşünüyorsanız bunları ortadan kaldırın. Ne yemeniz gerektiği konusunda daha fazla tavsiye için kayıtlı bir diyetisyen görmek isteyebilirsiniz.

Lif alımını artırın: Gıda veya takviyelerdeki psilyum, guar zamkı ve pektin, ince bağırsakta karbonhidratların emilimini geciktirebilir.

Alkol: Alkol içme konusunda doktorunuza danışın.

 

Dumping sendromu ölümcül müdür?

Pek çok kişi “Dumping sendromu tehlikeli midir?” şeklinde araştırmalar yapmaktadır. Dumping sendromu yaşam kalitesini bozan bir sorundur. Eğer tedavi edilmezse B12 vitamini eksikliği ile anemi ya da malabsorbsiyon (yetersiz emilim) gelişir.

Glikoz tölerans testi nedir?

Dumping sendromu vücutta insülin dengesini bozduğu ve hipoglisemiye sebep olduğu için doktor teşhis amaçlı glikoz tölerans testi isteyebilir. Hipoglisemi olup olmadığı evde yapılan testlerle de görülebilir.

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/insulin-direnci-kontrol-testleri/

https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/diyabet-kontrol-testleri/

8 saatlik açlık sonrası sabah saatlerinde hastadan kan alınır ve hastaya glikoz içeren bir sıvı içirilir. Bunun akabinde 1, 2, 3 saat sonra kan şekeri düzeyi ölçülerek glikoz tolerans testi sonuçları değerlendirilir.

 

Dumping sendromu şikayeti olanlar doktor görüşmesinde ne sormalı?

Dumping sendromu için doktora sorulması gereken bazı temel sorular şunlardır:

  • Belirtilerime muhtemelen ne sebep oluyor?
  • Diğer olası nedenler nelerdir?
  • Hangi testlere ihtiyacım var?
  • En iyi egzersiz nedir?
  • Diyetisyene görünmeli miyim?
  • Başka sağlık koşullarım var. Onları birlikte en iyi nasıl yönetebilirim?
  • Başka bir uzmana görünmeli miyim?

 

Gastrik bypass ameliyatından sonra kim dumping sendromu riski altındadır?

Herhangi bir nedenle midesinin bir kısmı ya da tamamı alınan kişiler dumping sendromu riski altında kalabilir.

hamilelikbelirtileri
CategoriesKadın Sağlığı Yazıları

Hamilelik Belirtileri Nelerdir?

Hamilelik Belirtileri

Hamilelik dönemi her kadın için farklı belirtiler ile geçiyor. Ayrıca her kadının hamileliği ayrı ayrı deneyimleri de beraberinde getiriyor. Bazı anne adayları hamile olduklarını erken dönemde fark edemeyebilirken, bazılarında da tipik belirtiler hemen kendisini gösteriyor ve vücut bebek gelişimi ile doğuma bir an önce hazırlamaya başlıyor. Memorial Antalya Hastanesi Kadın Hastalığı ve Doğum Bölümü’nden Op. Dr. Bilgi Uslu Aybar, hamilelik belirtileri hakkında bilgi verdi.

 

hamileigehazirmisiniz

Hamilelik nedir?

Hamilelik fetüsün kadının rahminde geliştiği dönemi tanımlamak için kullanılan terimdir. Hamilelik genellikle son adet döneminden doğuma kadar 9 aydan biraz fazla, yaklaşık 40 haftalık bir dönemdir. Trimester olarak adlandırılan üç dönemden oluşur.1-12 hafta arası 1.trimester, 13-28.haftalar arası 2. Trimester ve 29-40 hafta arası 3. Trimester olarak adlandırılır.

Hamilelik belirtileri nelerdir?

Gebeliğin en bilinen belirtisi beklenen adet tarihinde adetin gecikmesidir. Adet gecikmesi her zaman bir kadının hamile olduğu anlamına gelmez. Polikistik over sendromu, yeme bozuklukları, bazı ilaçlar, mevsim geçişi gibi birçok sebep adet düzensizliğine neden olabilir. Adet görmeyen kadınlar hamile olup olmadıklarını veya başka bir sağlık sorunu olup olmadığını öğrenmek için sağlık kuruluşlarına başvurmalıdır.

hamileligehazirlikHamilelik belirtileri kadından kadına değişir. Bir kadın tüm yaygın semptomları yaşayabilir, sadece birkaçını yaşayabilir veya hiçbirini hissetmeyebilir.

Hamileliğin ilk aylarında kadınlar, büyüyen rahmin mesaneye yaptığı baskı nedeniyle sık idrara çıktıklarını fark edebilirler. Yorgun ve uykulu hisseder; önceden lezzetli olan yiyecekleri sevmez; pelvik ağırlık hissi yaşar. Büyüyen rahmin, onu ​​tek başına veya birlikte desteklemeye yardımcı olan bağları germesi nedeniyle değişen şiddetlerde karın ve kasık ağrısı görülebilir. Bu semptomların çoğu hamilelik ilerledikçe azalır. Gebeliğin belirti ve semptomları 12. haftaya kadar yoğun hissedilir.

Başlıca hamilelik belirtileri şunlardır;

 Lekelenme şeklinde kanama: Hamile kadınların %25’i çoğunlukla lekelenme şeklinde kanama yaşamaktadır. Bu tipik olarak döllenmiş yumurtanın implantasyonu yani anne rahmine tutunması sırasında gerçekleşmektedir. Ancak ilk 12 haftada devam edebilmektedir.

Memede şişlik ve hassasiyet: Hormonal değişiklikler göğüslerde büyüme ve buna bağlı ağrı, karıncalanma ve hassasiyete neden olabilmektedir.

 Yorgunluk, halsizlik, uyku hali: Birçok kadın hamileliğin erken dönemlerinde daha yorgun bitkin ve halsiz hisseder. Bu gebeliği sürdürmeye yardımcı progesteron adı verilen hormonun fazla üretilmesinden kaynaklanmaktadır.

Mide bulantısı ve/veya kusma: Genellikle sabah saatlerinde ortaya çıkar. Mide bulantısı veya kusmaya çoğunlukla yiyeceklerden tiksinme, ağızda metalik tat hissi, koku hassasiyeti eşlik eder.

Sık idrara çıkma:  Hamileliğin ilk haftalarında gebelerde vücut pelvik bölgeye kan akışını artıran ve daha çok idrara çıkmaya neden olan koryonik gonadotropin adı verilen bir hormon üretilir.

 

 

Hamilelik şikayetleri için neler yapılabilir?

 Hamilelik sırasında sabah bulantısı, ishal veya kabızlık yaşanabilir. Bazı gebeler hiç yemek yiyemeyecek kadar hasta hissedebilir. Bunun için aşağıdaki önerilere dikkat edin;

Sabah bulantısı: Yataktan kalkmadan önce kraker, mısır gevreği veya simit yiyin; gün boyunca küçük, sık öğünler yiyin; yağlı, kızarmış, baharatlı ve yağlı

yiyeceklerden kaçının. Mide bulandırabilecek keskin kokulardan uzak durun. Su ve gıdalara zencefil parçaları atarak tüketmeyi deneyin.

Kabızlık: Daha fazla taze meyve ve sebze yiyin. Ayrıca günde 6-8 bardak su için. Lif takviyeleri almak da yardımcı olabilir. Önce doktorunuza danışın.

İshal: Fazla suyu emmeye yardımcı olması için pektin ve sakız (iki tür diyet lifi) içeren daha fazla yiyecek yiyin. Bu yiyeceklere örnek olarak elma püresi, muz, beyaz pirinç, yulaf ezmesi ve rafine buğday ekmeği verilebilir.

Mide ekşimesi: Gün boyunca küçük, sık öğünler yiyin; yemekten önce süt içmeyi deneyin. Kafeinli yiyecek ve içecekleri, sitrik içecekleri ve baharatlı yiyecekleri sınırlandırın. Yemekten sonra yatmayın.

Hamilelikte beslenme nasıl olmalıdır?

Hamilelikte iyi ve yeterli beslenme, bebeğin büyümesi ve gelişmesi için çok önemlidir. Günde yaklaşık 300 kalori daha fazla (ikiz gebelik varsa günde 600 ekstra) hamile kalmadan önce alındığından daha fazla tüketilmelidir.

Hamileliğin ilk birkaç ayında mide bulantısı ve kusma bunu zorlaştırsa da, dengeli beslenmeye ve doğum öncesi vitaminleri almaya dikkat edilmelidir.

  • Vücudun ihtiyacı olan tüm besinleri almak için çeşitli yiyecekler yenmelidir. Önerilen günde 6-11 öğün yapmaktır. Bu öğünlerde ekmek tahıl, taze meyve ve sebze, süt ürünleri ve protein kaynağı (et, kümes hayvanları, balık, yumurta veya kuruyemiş) seçilmelidir.
  • Tam tahıllı ekmekler, tahıllar, fasulye, makarna ve pirinç gibi zenginleştirilmiş lifli gıdaların yanı sıra meyve ve sebze tüketmeye dikkat edin.
  • Özellikle kırmızı et, tavuk ve kabuklu deniz ürünleri gibi vücudun kolayca emdiği demire sahip olan protein kaynakları kan üretimini artırır. Hamilelik sırasında bebeğin kanını da sağlamak için kan hacmi artar. Yağsız et, balık, kümes hayvanları, tofu ve diğer soya ürünleri, fasulye, fındık ve yumurta akı gibi yağ oranı yüksek olmayan sağlıklı proteinler tercih edilmelidir.
  • Yağ tüketimi için bitkisel yağlar, zeytinyağı ve kuruyemişler gibi sağlıklı, doymamış yağ oranı yüksek seçenekler tüketilmelidir.
  • Hamileyken günlük beslenmede yeterli vitamin ve mineral alındığından emin olunmalıdır.
  • Hamilelik sırasında günlük beslenmede 1.000-1.300 miligram (mg) kalsiyum alındığından emin olmak için süt ürünleri ve kalsiyum açısından zengin yiyecekler tüketilmelidir.

Hamilelik döneminde sağlıklı kalmak için bazı vitamin ve mineral takviyeleri de büyük önem taşımaktadır. Siz de bu döneme vücudunuzu en iyi şekilde hazırlamak istiyorsanız, uzman doktorların önerileri ile hazırlanan bazı ürünlerden faydalanabilirsiniz. Memorial Evde Sağlık sitemizdeki https://evdesaglik.memorial.com.tr/p/vitabiotics-pregnacare-original-30-tablet/ linkinde yer alan ürün sizin ve bebeğinizin sağlığı için ideal olabilir.

Kapat
Add to cart
Görüşmeyi Başlat
Canlı Destek
Canlı Destek - Evde Sağlık
Merhaba,
Size nasıl yardımcı olabiliriz?